Gazze trajedisiGazze’de resmi rakamlara göre ölü sayısı 13 bine ulaşırken, uluslararası kamuoyu besili gladyatörün arenada çelimsiz köleleri birer birer katledişini izler gibi yaşanan vahşete tribünden bakıyor. Biraz daha yüzsüzleşseler, Netanyahu yönetiminin gönderdiği füzelere, matadorun boğaya vurduğu her kılıç darbesi gibi hep bir ağızdan ole diye bağıracaklar! 
Ülke yönetimlerini bir kenara bırakalım, burada sıradan vatandaşlara büyük bir görev düşüyor. Batı’daki ülkelerde halk Filistin’e destek için sokaklara çıkıp tepki gösterse, yüzbinlerce Fransız’ın Macron yönetimine, “İsrail’i durmaya çağırıyoruz” şeklinde açıklama yapmaya zorladığı gibi geri adım attırabilir. 
İsrail ordusu Hamas yönetimini ve onun yeraltındaki tünellerde konuşlanan silahlı gücü Kassam Tugaylarını hedef aldığını söylese de, Gazze Şeridi'ne 7 Ekim'den bu yana düzenlediği saldırılarda ölen çocuk sayısı 5 bini geçti, 255 okul, 165 ibadethane, 25 hastane, 52 sağlık merkezi hedef alındı.
Sözde uygar dünya olup bitene seyirci kalırken, bizde de iç siyasete yönelik birkaç cılız tepkiye tanık oluyoruz. İsrail yönetiminin Gazze’deki katliamına tepki olarak uluslararası kahve ve gıda firmaları protesto edilmeye başlandı, Mecliste kola satışı yasaklandı. Sözcü Gazetesi’nden Veli Toprak, balık hafızalarımızın silkelenmesi için ne kadar da ne kadar güzel yazmış. Daha önce dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın Rotterdam'da yapmayı planladıkları referandum toplantılarına izin verilmediğinde yapılanları anımsatan Toprak şöyle diyor; “AKP Gençlik Kolları Hollanda'yı portakal bıçaklayıp, suyunu sıkarak protesto etmişti Ancak bunların hiçbir etkisi olmuyor. Etkili eylem İncirlik ve Kürecik’i kapatmak...”
İncirlik Hava Üssü***
KONUT KRİZİ
İktidar “ekonomi toparlanıyor” derken, muhalefet “resesyon kapımızda” iddiasında. Bu arada Merkez Bankası’nın politika faizi artışlarına bağlı olarak mevduat faizleri ilk kez son 20 yılın zirvesini gördü. Geçen hafta ortalama yüzde 46’ya çıkan mevduat faizleri, yurttaşların ev, araba ve ihtiyaç kredisi umudunu da suya düşürdü. İhtiyaç kredisi faizleri de yüzde 60'ı aşarak son 21 yılın zirvesinde seyretmeye başlayınca, ihtiyaç sahiplerinin konut satın alma hayali imkansız hale geldi.
Bunun sonucu ikinci el otoda yaprak kımıldamıyor, sıfır araçların satılabilmesi için kampanyalar başladı. Endeksa verilerine göre son 1 yılda ortalama konut fiyatları yüzde 103 oranında anormal biçimde artarken, gayrı menkul piyasasındaki durgunluk her geçen gün daha da derinleşiyor. Gücü olan müteahhit ve bireysel satıcılar yüksek fiyatta direnirken, nakde sıkışanlar üzerindeki köpüğü kaldırıp fiyatlarını aşağıya çekmeye başladı. Bu artışlardan ülkedeki milyonlarca mülteciyi sorumlu tutanlar da var, kabahati Körfez ülkelerindeki Araplara vatandaşlık karşılığı ev satışında bulanlarda var ya da çoğunluğu Rus vatandaşı, ülkemizde ikamet izniyle yaşayan yabancıya fatura kesenler de… Sadece ikamet alanların sayıları 1 milyon 120 binin üzerinde. Tablo böyle olunca mal sahipleri ve müteahhitler yerli kiracı ve alıcıların yüzüne bile bakmıyor. Varsa yoksa yabancıya satış! Bu da fiyatları orantısız biçimde köpürtüyor.
***
YOKSULLUK SINIRI 55 BİN LİRA
Çaykur'un en çok tüketilen çayının kilogram fiyatının peş peşe gelen zamlarla birlikte 150 lirayı aştı. Çay fiyatlarına son 5 ayda yüzde 101 oranında zam yapılan ortamda, demirden çimentoya, işçi vergilerinden mazota, harçlara tüm girdi maliyetlerinin uçtuğu süreçte konut fiyatlarındaki bu artışın gayet normal olduğunu savunanlar pek de haksız sayılmaz. 
4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 13 bine, yoksulluk sınırının 55 bine dayandığı ülkemizde, ekmekten simite, iğneden ipliğe yapılan büyük zamlar dar gelirli yurttaşların belin bükerken, özellikle kira konusu her kesimin huzurunu bozan boyutlara ulaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce’nin, konut sorununa ilişkin, “Yaşadığımız konut krizi artık bekamızı etkileyecek bir insani krize dönüşmek üzere” sözlerine katılmamak mümkün mü?
***
50+1 TARTIŞMASI
Geçerli oyların yüzde 50'sinden 1 oy fazlası anlamına gelen, “50+1 seçim modeli”, Ekim 2007 yılındaki referandumla kabul edildi, ilk kez 10 Ağustos 2014'de cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yöntemi ile birlikte uygulanmaya başlandı. Aradan 9 yıl geçti, 2 seçim yapıldı, sistem iktidar çevrelerinde rahatsızlık yaratmaya başladı. 50+1 oy oranı zorunluluğunun yüzde 40+1'e çekilmesi önerisi konusunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar, siyasette yeni bir gündem yarattı.
Almanya ziyaretinin dönüşünde uçakta açıklamalarda bulunan Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 şartının değişmesini gerektiğini söyledi. Erdoğan, 50 artı 1 oranını “Çoğunluğu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz ve yanlış yollara da sevk etmez” sözleriyle savunurken, anayasa yapım sürecinde etkin rol alanlar, "yüzde 50+1" kuralının başkanlık sisteminin doğası" gereği olduğu görüşünde. 
“Tek kişinin seçildiği sistemlerin temel özelliği”, birinci turda "yüzde 50+1" kuralının olmasıdır. Akıl ve mantık da bunu gerektirir.