Utku ŞENSOY Ekonomideki baş döndürücü gelişmeler, vaka ve vefat sayılarının yükselmeye devam ettiği Korona Virüs salgınını bile ikinci plana itti. Merkez Bankası'nın 200 b...

Utku ŞENSOY Ekonomideki baş döndürücü gelişmeler, vaka ve vefat sayılarının yükselmeye devam ettiği Korona Virüs salgınını bile ikinci plana itti. Merkez Bankası'nın 200 baz puanlık sürpriz faiz indirim kararının ardından, paramız yabancı paralar karşısında rekor seviyede düşüş yaşadı, dolar çift haneli rakama yaklaştı, gram altın da rekor tazeledi. Böylece TL’nin yılbaşından bu yana ABD doları karşısındaki değer kaybı yüzde 23’e ulaşarak, bu alanda dünyada ilk sırayı aldı. [caption id="attachment_225917" align="alignleft" width="668"] Mali Eylem Görev Gücü[/caption] Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Ne yazık ki almıyoruz! Maaş hariç her şeyin dolara endeksli olduğu ülkemizde dövizin her zıplayışında paramız pul oluyor, yurttaşların omuzlarındaki yük daha da artıyor, olan dar gelirliye oluyor. Yakıttan, elektrik faturasına, doğal gazdan gıda fiyatlarına, kiradan aidata, ekmekten suya yaşamımızın her alanında doların baskısını iyice hissetmeye başladık. Bu durumdan en çok etkilenen, mağdur olan her zamanki gibi dar gelirli alt gelir grubu ve asgari ücretle ev geçindirme mücadelesi veren milyonlarca yurttaşlarımız oldu. Bütçe dönemi geldi çattı, yüzde 20’lik bir artışın öngörüldüğü 2022 yılı hedeflerinin, ayrıntılarını 3 Kasım’da göreceğiz. Ücretli çalışanların önemli bir kesiminin 300 ABD doları seviyesinin altında aylık gelire sahip olduğu ülkemizde dolaylı vergilere dayalı bütçe hedefleriyle ülkeyi uçuşa geçirmenin mümkün olmadığını yıllardır hepimiz görüyoruz. Bu gelirler bin-iki bin doların üzerinde olsaydı yurttaşların alım ve harcama gücü yüksek olur, piyasadaki bu hareketlilik ile devlet dolaylı vergiyi hedefleyebilir, kasasını doldurabilirdi. Ekonomi uzmanları, üretime dayalı olmayan, istihdamı hedeflemeyen, maaş ve ücret gibi gelirlerin kısıtlı, dolaylı vergi kalemlerinin bu kadar yüksek olduğu, stopaj gelirlerine dayalı çarpık sistemin sürdürülebilir ekonomi için doğru olmadığına dikkat çekiyor. Bunun da ötesinde, vergi gelirleri için konulan hedeflerde yük sürekli olarak gelir kaybı yaşayan, kısıtlı gelire sahip vatandaşın omuzlarına bindiriliyor. Kişi başına düşen gelirlerin eridiği bir ortamda yurttaşların büyük kesimi harcama yapacak gelire sahip olamadığı için gerçekçi bir bütçe yapabilmek de mümkün olmuyor. Artık vergi politikamızın tamamen bastan ele alınıp, dar gelirliden, emekten yana bir vergi sisteminin yaşama geçirilmesinin zamanı gelmedi mi? *** DEVEYE SORMUŞLAR… Her şeyin devletten beklendiği, devletin ise dar gelirliye yüklendiği, asgari ücretten bile vergi alınan ülkemizde, son dönemde vakıf paravanıyla olup biteni basından takip eden yurttaşlar dudaklarını ısırıyor. Sosyal medyada görüşlerini dile getirenler, “bu kadar da olmaz, vakıf kurmuşlar, devletin, belediyenin kasasından para aktarmışlar, yöneticilerine aylık onlarca bin liralık maaş, şoför, makam aracı tahsis etmişler” diyerek tepki gösteriyor. Vakıf, hali vakti yerinde olanların, büyük ailelerin yıllardır yaptığı gibi, ticari kazançlarından bir kısmını hiçbir siyasi bağlantısı olmadan kendi imkanlarıyla kurdukları vakıfa ayırıp devletten sıfır destekle yaptıkları hayır işi değil miydi? Ne oldu da devlet kendi yapması gerekeni vakıflara devredip onların sponsorluğuna soyundu? Devlet desteğiyle, kamuya yük bindirerek vakıf kurmak da neyin nesi? Türkiye’de son yıllarda pıtrak gibi yeşeren tüm bu vakıfların mercek altına alınıp incelenmesi gerekir. *** GRİ LİSTEDEYİZ! Aralarında Türkiye’nin de yer aldığı toplam 39 ülkenin üye olduğu kara para aklama ve terörün finansmanı ile mücadele için kurulan kısa adı FATF olan “Mali Eylem Görev Gücü”, (Financial Action Task Force) Ürdün ve Mali ile birlikte Türkiye’yi gri listeye aldı. Bu karar, Türkiye’nin, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede başarılı olamadığı anlamına geliyor. Terörle mücadele konusunda on yıllardır şehit veren, terörizme karşı bu kadar hassas olan ülkemiz için kabul edilmesi zor, bir o kadar da ağır bir karar. Güç ve parayı elinde tutan G7 gelişmiş ekonomiler grubu tarafından küresel finansal sistemi korumak için kurulan FATF’ ın bu kararının ne anlama geldiğini listede yer alan ülkelere bakarak daha net anlayabiliriz. Artık Türkiye, çoğu kara para aklama cenneti olan, Cayman Adaları, Barbados, Burkina Faso, Kamboçya, Haiti, Güney Sudan, Suriye, Uganda, Yemen ve Zimbabve ile aynı gri grupta yer alıyor. Gri listede olan ülkelere sermaye girişlerinde büyük bir azalma yaşanıyor, yatırımcı o ülkelere gitmekten imtina ediyor. Ülkemizin tam da dış yatırımlara, sıcak para girişine ihtiyacı olduğu bu dönemde bu karar hiç de iyi olmadı. *** PERSONA NON GRATA 18 Ekim'de Osman Kavala'nın tutukluluğunun dördüncü yılı nedeniyle ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda'nın Ankara Büyükelçilerinin imzaladığı ortak açıklama başkentin diplomatik kulislerini hareketlendirdi. Büyükelçilerin kendi inisiyatifleriyle böylesine hassas bir konuda ortak karar alması mümkün olamayacağı için, ülkelerinden gelen talimat doğrultusunda yapılan bu ortak hamlenin altında ne yattığı iyi hesaplanmalı. Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmesi talimatını verdim" sözleri, Pandemiyi de ekonomik sıkıntıları da unutturup kriz boyutuna ulaşan konuyu, gündemin ilk sırasına yerleştirdi. Bu açıklama dış dünyada da önemli ses getirdi. Erdoğan’ın açıklamasının ardından, Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli’nin “10 büyükelçinin sınır dışı edilmesi, Türk hükümetinin otoriter yöneliminin bir işaretidir. Yılmayacağız. Osman Kavala’ya özgürlük” ifadeleriyle bir üst tondan karşılık vermesi, Almanya'da siyasi partilerin, Erdoğan'ın kararına tepki gösterip, Türkiye'ye yaptırım çağrısı yapması, bu ülkelerin geri adım atmamakta kararlı olduğunu gösteriyor. Peki şimdi ne olacak? Bunu süreç gösterecek. Ankara’nın geri adım atması olası ancak bu uluslararası arenada boyun eğmek, anlamına gelir ki kısa süreli de olsa iç siyasette tartışma konusu yapılabilir. 10 Büyükelçinin “Persona non grata”, istenmeyen kişi ilan edilip aralarında, ABD, Almanya ve Fransa gibi en önemli ticari partnerlerimiz ile köprüleri atmak ise nur topu gibi “büyük bir krizin kapıda olduğu” anlamına gelecektir. Türkiye’nin bu ülkelerdeki Büyükelçilerinin de gönderilmesi ya da geri çekilmesi sonuçlarını da doğurabilecek bu süreçte, diplomatik ilişkiler son derece sancılı olacaktır. Hiç şüpheniz olmasın böylesine derin bir krizden para piyasaları da nasibini olumsuz yönde alacaktır. Diplomaside son yıllarda sıklıkla yapılan, son raddeye geldiğinde, bıçak kemiğe dayandığında söylenmesi gerekeni en başta söyleme, masaya yumruk vurma ve dış siyaseti iç siyasete meze yapma hastalığımız kanımızca bu son olayda yine nüksetti. Bazı yorumcuların iddia ettiği gibi, amaç kriz çıkartıp ekonomideki kötü gidişatta dikkatleri başka konulara çekmek olsa bile, posta koyacağımız ülkelerin dişimize göre olmasının iyi seçilmesi lazım. Özellikle deve dişi gibi ülkelerle olan ilişkilerimizde en ufak bir sürtüşmeyi restleşme boyutuna taşıyarak bir sonuç alınamayacağını son yıllardaki Moskova ve Washington’la yaşanan krizlerimizde gördük. Adamlar restimizi görüp, buyurun açalım kartları dediğinde, 500 milyar doları aşan iç-dış borç yükümüzden dolayı elimiz yeterince güçlü olmadığı için her seferinde masada kalmaya mahkum oluyoruz. Konuyu diplomatik dille noktalamak gerekirse, “aklı selimin galebe çalmasını” temenni ederiz.