Yusuf KANLI Bir gürültüdür kopuyor. Derler ya “delinin teki kuyuya bir taş atmış, bin akıllı çıkaramamış.” KKTC’de sanki hiç sorun yokmuş ve mesele direksiyon aracın sağı...

Yusuf KANLI Bir gürültüdür kopuyor. Derler ya “delinin teki kuyuya bir taş atmış, bin akıllı çıkaramamış.” KKTC’de sanki hiç sorun yokmuş ve mesele direksiyon aracın sağında mı solunda mı olmalı kalmış tartışılacak tek konu… Adeta “her rengi kullandık, geriye fıstık yeşili kaldı” durumu. Malum geçenlerde birkaç bakan doluşup Türkiye Büyük Millet Meclisine motoru Alman Bosch, bataryası Çinli Siro, entegrasyonu Alman Edag, şasisi İngiliz Mira, tasarımı İtalyan Prinfarina olan Türkiye’nin ilk “yerli ve milli” arabası TOGG ile geldi ya, Türkiye’deki şakşakçı grup “Yiğit düştüğü yerden kalkar” gibi deneme sürüşünde benzin konmadığından çuvallayan “Devrim” arabalarına nazire yaptı. Zeka sıkıntısı çeken bazıları da anında KKTC’deki sol direksiyon uygulamasına son verip, sağ direksiyona geçilmesini “Kıbrıs Türklerinin de TOGG kullanma şansına sahip olmaları” propagandasına başladılar. Mesele tabii ki direksiyon değil, o sadece bir sembol. KKTC’nin sanki bir tek sorunu trafik akışı nasıl düzenlenmesi olduğuymuş gibi “sağ direksiyona geçilmesi talimatı verildi” ve benzeri açıklamalarla tartışma açmak, elbette ki devlet adamlığı falan değildir. YAŞAM TARZINA MÜDAHALE ENDİŞESİ Kıbrıs Türkü oldukça uzun bir süredir yaşam tarzına müdahale gibi görünen dayatmalara karşı durmaya çalışmaktadır. Dini eğitim kurumlarının artması, dinin kamu alanında ön plana çıkması, ilahiyat fakültesi, kuran kursları, muhafazakarlığın sürekli ön planda tutulması, neredeyse her kavşağa cami, mescit inşa gayretleri ve TC elçiliğinin adeta vali gibi davranışları içerisinde olması yanı sıra devamlı olarak da Ankara’dan üst perdeden ve KKTC’nin seçilmişlerini aşağılayan üslupta beyanlar halkı bunaltmaktadır. Türkiye’ye sevgiyi, Türk devletine saygıyı mevcut Türkiye siyasi iktidarına biat ile karıştıran gerek Ankara gerek adadaki “evet efendim” güruhu bilerek ve isteyerek KKTC halkıyla Türkiye arasında uçurum oluşturmakta, devamlı olarak bu uçurumun genişlemesine çanak tutmaktadırlar. YEREL SEÇİMİ YAPMAKTAN BİLE ACİZ BİR YÖNETİM KKTC’de iktidar özellikle son üç yıldaki yıpranma sonucu iş göremez hale getirildi. Kendi kongresini bile TC’den gelen talimata göre toplayan yada toplayamayan bir iktidar partisi, Ankara’dan kotarılan bir koalisyon hükümeti ve saçma sapan beyanatlar fırtınası içerisinde yalpalayan, savrulan bir icraat. Kendisini müstemleke valisi gibi gören bir TC büyükelçisi ve bu durumdan hoşnut bir yönetim anlayışı. Savruluyor KKTC, kimse farkında değil. Sanki o meşhur sözdeki gibi mahalle yanarken birileri adeta saçlarını tarıyor. Nihayette sadece yerel yönetim – ki onu bile anayasal süresinde ve anayasaya uygun olarak gerçekleştirmek mümkün olamadı – seçiminin adeta federal çözüm mü, iki devletli çözüm mü referandumuna dönüştürmek, akıl karı mı Allah aşkına? Mesele direksiyon sağda mı solda mı olsun değildir. O kadar basite indirgememek lazım. Türkiye KKTC’yi tanıyor mu? Tanımanın gereğini yerine getiriyor mu? Kendisi ancak bu kadar tanıyor ise, TC KKTC’nin tanınmasını samimi olarak istiyor mu? Japon işgali altındaki Mançurya’yı ya da Mançukuo devletçiğini hatırlayan var mı? Bakın tarih kitaplarına, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. KİTAP MESELESİ Aralarında önde gelen bir gazeteci arkadaşımızın da bulunduğu bazı Kıbrıs Türklerinin kitaplarının Rum yönetimi finansal desteği ile Rumcaya tercümesi, KKTC’de bazılarının kaşlarının kalkmasına vesile oldu muhakkak. Saçmalık. Rum yönetimi Kıbrıs Türklerini kendi azınlığı olarak görmekte, ona göre de politikalar üretmektedir. Kitabının bedava Rumcaya tercüme edilmesine yazarların itiraz etmesi mi bekleniyor? Yoksa Rum yönetiminin “adanın üstünde tek yasal yönetim benim” iddialarını terk edecek, kendine göre Türk azınlığına destek politikaları geliştirmekten geri mi duracaktı? “Mesele Rum ne yaptı, nasıl yaptı, bizim arkadaşların kitaplarını nasıl tercüme etti, bastırttı” diyeceğine KKTC yönetimi de Rum yönetimi altındaki bölgelerde beşinci kol faaliyeti adımları atmayı düşünmekte midir? Böyle bir örgütlenme var mıdır? Yoksa, niye istihbarat ve karşı istihbarata, propagandaya o kadar çok para harcanmaktadır?