Trump’ın yeniden seçilmesi Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkiler?

Trump’ın olası ikinci başkanlık dönemi, Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemi başlatabilir. S-400 krizi, F-35 ambargosu, YPG’ye verilen destek ve bölgesel politikalar bu ilişkide belirleyici olacak.

Abone Ol

Yusuf Kanlı

Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimi heyecanı geride kalırken Donald Trump seçimi kazandığını ilan etti. İlk başkanlık döneminde dış politikada alışılmışın dışında bir söylem ve eylem pratiği sergileyen Trump, Türkiye ile ilişkilerde de inişli çıkışlı bir seyir izledi. Trump’ın yeniden seçilmesi Türkiye-ABD ilişkilerini derinden etkileyecektir. İlk başkanlık döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan ciddi travmalar, bu ikinci döneminde de zorlu ve gergin bir döneme evrilmesi kaçınılmaz olacaktır. 

Son haftalarda Trump’ın seçilebileceği olasılığının yükselmesiyle birlikte Türkiye’nin ciddi bir hazırlık içerisinde olduğu görülmekteydi. 

Donald Trump’ın ilk başkanlık dönemi, dış politika açısından alışılmadık ve beklenmedik çıkışlarla doluydu. Trump, bir yandan Türkiye ile dostane ilişkiler kurmaya çalışırken, diğer yandan sert yaptırımlar ve ambargo tehditleriyle ilişkileri zedeledi. Örneğin, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alması üzerine ABD’nin CAATSA yaptırımlarını devreye sokması, ilişkilerde önemli bir kırılma noktası yarattı. Aynı şekilde, Trump döneminde ABD, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı YPG’ye Suriye’de destek verdi. Bu da Ankara’nın ulusal güvenlik kaygılarını artırdı.

Trump’ın pragmatik, ticaret odaklı ve “Önce Amerika” sloganı üzerinden şekillenen politikaları, ABD’nin geleneksel müttefikleriyle olan ilişkilerini bile zorladı. NATO’ya yönelik eleştirileri ve Avrupa Birliği ülkeleriyle yaşadığı ticaret gerilimleri, ABD’nin dış politikasında belirsizlikler yarattı. Türkiye ise bu süreçte daha bağımsız bir dış politika izleme fırsatı buldu. Ancak, bu bağımsızlık, ABD ile olan ilişkilerde yeni kırılma noktalarını da beraberinde getirdi.

Suriye ve YPG politikası

Suriye krizi, Türkiye ve ABD ilişkilerinde son yılların en karmaşık meselelerinden biri olarak öne çıkıyor. ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı ve YPG’ye verdiği destek, Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarını ciddi şekilde etkiliyor. Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suriye’den çekilme yönünde açıklamaları olmuştu, ancak bu çekilme tam anlamıyla gerçekleşmedi. Suriye’nin kuzeyinde YPG’nin varlığını koruması, Türkiye’nin güvenlik açısından tehdit algısını artırıyor.

Örneğin, ABD’nin YPG’ye silah ve lojistik destek sağlaması, Türkiye tarafından teröre destek olarak değerlendiriliyor. Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Suriye’den tamamen çekilmesi ve YPG’ye desteği kesmesi, Türkiye’nin ABD’den en önemli beklentilerinden biri olarak öne çıkıyor. Ancak ABD’nin Suriye’deki petrol kaynaklarını kontrol altında tutma stratejisi ve bölgesel nüfuzunu koruma çabası, bu beklentiyi zora sokuyor. Washington’ın bu konuda bir politika değişikliği yapmaması, Türkiye ve ABD ilişkilerinde yeni bir gerilim kaynağı olmaya devam edebilir.

Yaptırımların gölgesinde ilişkiler

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması, ABD ile olan ilişkilerde en büyük krizlerden birine neden oldu. ABD, Türkiye’yi bu satın alma nedeniyle F-35 savaş uçağı programından çıkardı ve CAATSA yaptırımlarını uygulamaya koydu. Trump, bir yandan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışırken diğer yandan Kongre’nin baskısı altında bu yaptırımları hayata geçirdi.

Trump’ın ikinci başkanlık döneminde bu krizlerin nasıl çözüleceği belirsizliğini koruyor. ABD, Türkiye’yi NATO müttefiki olarak görmeye devam etse de, Rusya ile artan askeri iş birliği Washington’da rahatsızlık yaratıyor. Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak, Rusya’dan savunma sistemi satın almasının egemen bir hak olduğunu savunuyor. Ancak ABD’nin yaptırım uygulama ısrarı, Türkiye’nin bağımsız savunma politikaları geliştirmeye yönelik çabalarını hızlandırıyor. Örneğin, yerli savunma sanayisine yatırım yapma ve kendi savaş uçaklarını üretme gibi girişimlerde bulunarak ABD’ye bağımlılığı azaltma yoluna gidiyor. 

Trump’ın bu krize nasıl yaklaşacağı, iki ülkenin gelecekteki askeri iş birliğini doğrudan etkileyecektir.

FETÖ ve Brunson krizleri

Türkiye’nin ABD’den Fethullah Gülen’in iadesini talep etmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde uzun süredir devam eden bir gerilim kaynağı. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında Gülen’in olduğunu belirterek ABD’den bu konuda iş birliği beklemekte. Ancak Trump’ın ilk döneminde bu talepler karşılık bulmadı. Her ne kadar Gülen ölmüş olsa da Türkiye’nin birçok FETÖ örgütü üyesi olduğunu iddia ettiği kişilerle ilgili iade talepleri güncelliğini koruyor.

Rahip Andrew Brunson’un salıverilmesi talebine rağmen yürütülen dava da Türkiye ile ABD arasında gerilimlere yol açtı. Bu dönemde Trump’ın Türkiye’ye yazdığı diplomatik teammüllere uymayan mektup ilişkilerde ciddi bir travma yarattı. ABD, Brunson’ın tutuklanmasına karşı sert bir tepki vererek Türkiye’ye yönelik yaptırım tehdidinde bulundu ve sonuç olarak Brunson serbest bırakıldı.

Trump’ın ikinci döneminde bu konularda somut bir adım atmaması, Türkiye’nin ABD’ye olan güvenini sarsmaya devam edebilir. Türkiye, FETÖ konusundaki taleplerine bir yanıt bulamazsa, ABD ile olan ilişkilerinde daha bağımsız bir yol izlemeye yönelebilir. Bu durum, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında daha milliyetçi bir çizgi benimsemesine neden olabilir. Özellikle ABD’nin terör örgütlerine karşı çifte standartlı yaklaşımları, Türk kamuoyunda ABD’ye olan güvensizliği artırmaktadır.

Türkiye’nin bölgesel güvenlik öncelikleri

Ortadoğu’da değişen güç dengeleri, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemi beraberinde getirebilir. 
Trump’ın “Önce Amerika” politikası, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığını azaltma eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu durum, Türkiye’nin bölgede daha bağımsız hareket etmesine olanak sağladı. Örneğin, Türkiye, Suriye ve Libya gibi bölgelerde kendi çıkarlarını korumak için ABD’den bağımsız adımlar attı ve bu adımlar bölgesel anlamda Türkiye’ye daha fazla nüfuz kazandırdı.

ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltması, Türkiye’ye daha fazla hareket alanı sağlarken aynı zamanda ABD ile olan ilişkilerde yeni riskler yaratabilir. ABD’nin bölgedeki çıkarlarını koruma çabası, Türkiye ile stratejik iş birliğini zayıflatabilir. 

Trump’ın ikinci döneminde Ortadoğu’daki bu güç dengelerini nasıl yöneteceği, Türkiye’nin bölgesel pozisyonunu doğrudan etkileyecek bir faktör olarak öne çıkıyor.

“Önce Amerika” politikası ve Türkiye’ye etkileri

Trump’ın ilk başkanlık döneminde çok taraflı anlaşmalara ve uluslararası iş birliklerine mesafeli bir tavır sergilemesi, Türkiye için hem avantajlar hem de riskler yarattı. Trump, NATO’nun yükünü azaltmak ve Avrupa ülkelerine daha fazla sorumluluk yüklemek amacıyla NATO’yu eleştirmiş ve ABD’nin bu ittifak içindeki mali yükünü azaltmak istemişti. Bu durum, Türkiye’nin NATO içindeki konumunu yeniden değerlendirmesine yol açtı.

Örneğin, Türkiye, ABD’nin NATO’daki sorumluluklarını azaltması durumunda kendi savunma stratejilerini yeniden gözden geçirmek durumunda kalabilir. Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımı, Türkiye’nin bağımsız bir dış politika izleme çabalarını desteklemekle birlikte, NATO ittifakının zayıflamasına da katkı sağlayabilir. Bu da Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikalarında daha fazla sorumluluk almasını gerektirebilir.

Bu arada Ukrayna savaşını sona erdirmek niyetini ve Rusya ile gerilimi azaltma siyaseti yürüteceğini açıklamış olan Trump’ın bu alanda atacağı adımlar Avrupa güvenliğinde NATO’yu ön plana çıkarabilir. Bu durum da Türkiye’nin örgüt içerisindeki önemini artırabilir.

Trump’ın ayrıştırıcı söylemleri

Trump’ın ABD’de izlediği ayrıştırıcı iç politika, özellikle Müslüman göçmenler ve farklı etnik gruplar üzerinde olumsuz etkilere yol açtı. Trump’ın Müslüman ülkelere yönelik vize kısıtlamaları, Müslüman karşıtı söylemler ve İslamofobiyi körükleyen politikaları, Müslüman nüfusa sahip Türkiye gibi ülkeler tarafından tepkiyle karşılandı. Türkiye, ABD’deki Müslüman topluluklara yönelik baskılardan endişe duymakta.

Örneğin, ABD’de artan İslamofobi ve Müslüman toplulukların karşılaştığı ayrımcılık, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde toplumsal bir gerginlik yaratabilir. Türkiye, ABD’nin Müslüman karşıtı politikalarda daha kapsayıcı bir yaklaşım sergilemesini beklerken, Trump’ın ikinci dönemde bu politikaları devam ettirmesi, Türkiye ile ABD arasındaki sosyal ve kültürel bağları zayıflatabilir.

Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunu

Doğu Akdeniz’de enerji kaynakları üzerindeki rekabet, Türkiye’nin dış politika gündeminde önemli bir yer tutuyor. ABD, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile yakın ilişkilerini sürdürerek, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir blok oluşmasına katkı sağladı. Bu durum, Türkiye’nin Kıbrıs ve enerji kaynakları konusundaki çıkarlarını tehdit ediyor.

Trump’ın ikinci dönemde Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’ne desteğini sürdürmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını koruma çabalarını zorlaştırabilir. Örneğin, Türkiye, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri üzerinde hak iddia ederken, ABD’nin karşıt bir politika izlemesi, bu çıkar çatışmasını daha da derinleştirebilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de daha bağımsız bir strateji izlemesi, ABD ile olan ilişkilerde yeni bir gerginlik yaratabilir.

İsrail ve Ortadoğu politikaları

Trump, ilk başkanlık döneminde İsrail’e verdiği destekle dikkat çekti ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ilk ABD başkanı oldu. Bu politika, Ortadoğu’daki birçok ülke gibi Türkiye tarafından da eleştirildi. Türkiye, İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözümü desteklerken, Trump’ın İsrail yanlısı politikaları bu çözümü zorlaştırdı.

Örneğin, Trump’ın Kudüs kararına karşı Türkiye, Filistin’in haklarını savunan bir tavır sergiledi. Trump’ın İsrail’e verdiği desteği ikinci başkanlık döneminde de sürdürmesi, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde yeni çatlaklara yol açabilir. Özellikle İran ve Filistin gibi konularda Türkiye ve ABD’nin çatışan çıkarları, ilişkilerin daha da karmaşık hale gelmesine neden olabilir.

Endişelerden birisi her ne kadar seçim kampanyasında iktidarda kendisi olsaydı Gazze savaşının olmayacağını ve göreve gelince savaşı bitireceğini söylemiş olsa da Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ABD’nin İsrail’in genişleme planlarına destek vermesi ve 1967 sınırları söyleminin tümden geride bırakılarak Benyamin Netanyahu hükümetinin işgal ettiği bölgeleri de İsrail toprağı olarak tanıması. Türkiye ve diğer bölge hükümetlerinin bu durumu kabul edebilmeleri — BM Güvenlik Konseyi’nin genişlemeci işgali onaylaması mümkün olmasa da —ve ciddi tırmanmaya sebep vermesi mümkündür.

Türkiye’nin beklentileri

Ankara, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Suriye’den çekilme, YPG’ye verilen desteğin sona ermesi ve yaptırımların kaldırılması gibi konularda olumlu adımlar beklemekte. Ancak Trump’ın ulusal çıkar odaklı yaklaşımı, bu beklentilerin karşılanmasında sınırlı kalabilir. 

Türkiye, Trump’ın bu konularda yapacağı hamlelerle ilişkilerin geleceğini belirleyecek yeni bir döneme girebilir.
Örneğin, Türkiye, ABD’nin yaptırımları kaldırmasını ve Suriye politikasını değiştirmesini beklemekte. Ancak Trump’ın dış politikadaki pragmatik ve Amerika merkezli yaklaşımı, Türkiye’nin beklentilerini karşılamada zorluklar yaratabilir. İlişkilerde karşılıklı bir çıkar dengesinin bulunması, Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin geleceği açısından belirleyici olacaktır.

Fırsatlar ve riskler…

Trump’ın yeniden seçilmesi, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde hem fırsatlar hem de riskler yaratıyor. Türkiye’nin bölgesel güvenlik kaygıları ve stratejik çıkarları, Trump’ın ulusal çıkar odaklı politikalarıyla çatışabilir. Ancak, Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında zaman zaman gerginleşse de samimi kişisel ilişkiler bu çatışmaları önleyici ve fırsat açıcı etkide bulunabilir. Bu süreçler, Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerini yeniden tanımlamasına neden olabilir. İki ülkenin ortak bir zemin bulması, ilişkilerin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi açısından önemlidir.