Dr. (E) Tuğamiral Ergun MENGİ

Dünya Su Günü olan 22 Mart’ta konferanslar, yazılar konuşmalar yapar bu konuda ne kadar başarılı olduğumuz anlatırız. Gün geçer nehirleri, gölleri, toprakları, ormanları katletmeye devam ederiz. Nehirler, dereler, göller kuruyor, susuzluk yaklaşıyor, yakında içecek su bulunamayacak farkında mısınız? Bir şey yemeden 1 ay yaşayabileceğiniz halde susuz en fazla 1 haftadan az yaşayabileceğinizi biliyor musunuz? Dünya gezegenindeki suların % 3’ü içilebilir su, ancak bunun büyük bölümü buzullardan oluşuyor. BM’ler “her 15 saniyede bir çocuk susuzluk kaynaklı hastalıklardan hayatını kaybediyor” diyor, farkında mısınız, yakında kapımızı çalacak. İhtiyacı olan insanları korumak için elbirliği yapıyoruz, ama dünyayı, doğayı korumak için bir şey yapmıyoruz. Sadece insanlar değil tüm canlılar suya ihtiyaç duyar, yaşam suda başlar. Sütün% 85'i sudan oluşur, bir İnek günde 60-80 litre su içmektedir. Susuzluk başlaması demek esasında açlığın başlaması demek, su yokken ne tarım ne hayvancılık olacak. Diğer taraftan bir ekmeğin tarladan soframıza gelinceye kadar kullanılan su miktarı 600 litredir. Her gün çöpe giden ekmeğin bize nelere mal olduğunun farkında mısınız? Su azalınca, arkasından okuyacağımız yazının başlığı Açlık Geliyor olacak, umursuyor musunuz? Nüfus artıyor, kuraklık artıyor ve biz suyumuza sahip çıkamıyoruz. İşte bu yüzden, ülkeler artık göçmen ve hatta turist istemiyor. Çünkü kaynaklar sınırlı. Turizmden gelen parayla su satın alamazsınız. ABD Eski Başkanı Trump, göçmen karşıtı politikalarıyla çok eleştirildi. Ama diyor ki, ABD kaynakları yeni göçmen dalgasını kaldıramaz. Kısıtlı ve her geçen gün azalan kaynaklar yaşam kalitesini düşürecek. Derelerimiz, nehirlerimiz, göllerimiz kuruyor ama öylece bakıyoruz. Algıda seçiciliğimiz yok. Kurumuş veya kurumaya yakın bir nehir veya göl deyip geçiyoruz. Neden, nasıl kurtarırız, kurursa ne olur diye sorgulamıyoruz. Son yıllarda Türkiye’de onlarca nehir ve göl kurudu ve geri dönülmez noktaya geldik, ama farkında değilmişiz gibi davranıyor ve su kaynaklarını, doğayı yok etmeye devam ediyoruz. Çocuklarımızdan aldığımız miras olan doğayı müsrif bir mirasyedi olarak bitirmeye kararlı gibiyiz. Ne yapabiliriz veya bu güne kadar ne yaptım doğa için diye kendimizi sorgulamıyoruz! Doğa için yollara düşenlere, çözüm önerileri arayanlara minnet ve şükran duyuyorum. Hayatın anlamı, gölgesinde oturmayı planlamadığınız ağaçlar dikmektir. Ama bugünlerde, özellikle ülkemizde, insanoğlu ile doğa arasındaki tehlikeli çatışma önü alınamaz hale geldi. Bugün insanoğlu, elinde baltası, kazanıyor gibi gözüküyor. Ama doğa her zaman verdiğini geri alır. Bu çatışmanın galibi mutlaka doğa olacak ve insanoğlu kaybedecektir. Türkiye’nin Uluslararası Ramsar Sözleşmesi kapsamında korunan 14 sulak alanından biri olan Burdur Gölü, hızla kuruyor. Trabzon Uzun Göl kirlenmeye başladı. Nasrettin Hoca’nın yoğurt çaldığı Akşehir Gölü kuruma aşamasındadır. Derelerimizi, nehirlerimizi kirletiyor ve kurutuyoruz. Toprakları yok ediyoruz. Toprağın 40-50 cm. kalınlığa ulaşabilmesi için en az 20.000 yıl gerekir. Ama biz toprakları kazıp atıyoruz. Yerine bina yapıyoruz, madenler açıyoruz. Derelerimizi kirletiyoruz. Neden? Susuzluğa en büyük çare suyu tasarrufudur. Burada vatandaşlara ve devlet görevlilerine yapılacak çok önemli sorumluluklar düşmektedir.

Bil(m)iyoruz ki Toprak varsa hayat var. Susuzluk (açlık) yaklaşıyor, umursuyor musunuz?