Yusuf KANLI
Çok uzun zamandır Rum tarafı Maraş, Ercan ve Mağusa Limanını içeren sözde bir Güven Yaratıcı Önlem (GYÖ) paketinden söz ediyor. Bu sözde GYÖ paketini bir değerlendirel...
Yusuf KANLI
Çok uzun zamandır Rum tarafı Maraş, Ercan ve Mağusa Limanını içeren sözde bir Güven Yaratıcı Önlem (GYÖ) paketinden söz ediyor. Bu sözde GYÖ paketini bir değerlendirelim.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar geçen hafta birkaç günlüğüne Türkiye’de idi. Tatar bir anlamda ciddi kamu diplomasisi yürütmekte, Türkiye halkına Kıbrıs davasını, doğu Akdeniz’in gerek KKTC gerekse Türkiye için yaşamsal önemini anlatmakta, Türkiye halkıyla candan cana köprüler kurmakta. Elbette ulusal davamızın çok uzun süre önderliğini, avukatlığını yapmış, Türkiye halkı tarafından “son devlet kuran büyük Türk” olarak saygı ve destek gören rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş ve onun Anadolu gezileriyle karşılaştırmak mümkün değil, ancak takdir edilmesi gereken büyük bir gayret Tatar’ın yapmaya çalıştığı.
Tatar’ın temasları arasında, doğal olarak, gerek Kıbrıs konusundan özel olarak sorumlu olan Cumhurbaşkanı yardımcısı ve Dışişleri yetkilileriyle de temaslar vardı. Bu temasları ardından Tatar ile bir değerlendirme sohbet toplantısı yapma imkanı buldum.
Türkiye, elbette Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve halkının her zaman yanında olmaya devam edecektir. Mali, ekonomik, politik ve tabii ki savunma desteğinden imtina etmeyecektir. Ancak, çok uzun süredir her türlü temasta Türkiye yetkilileri Kıbrıs Türk muhataplarına ısrarla birkaç konunun altını çizmektedirler.
En öncelikli olarak temel altyapı yatırımları ve savunma alanlarındaki maddi katkılar devam etse de KKTC’nin “üretken olması” gerektiği vurgulanmakta ve bu maksatla da “yapısal reform” ihtiyacı olduğu belirtilmektedir. 1990’lı yıllardan bu yana çeşitli gayretler gösterilmiş, ancak “yapısal sorunlar” bir türlü giderilememiştir. Halbuki “taşıma suyla” ekonomik refahın sağlanabilmesi mümkün değildir.
Peki KKTC gibi ada ekonomisinin canlanması için neye ihtiyaç vardır?
Aslında gerek KKTC’de gerekse de Ankara’da da bu konuda tam bir görüş birliği olduğu söylemek mümkündür. Elbette ki elektrik, su, ulaşım gibi temel altyapı hizmetleri dahil hizmet sektörü geliştirilmelidir. Adaya Türkiye’den suyun getirilmesi çok önemlidir. Elektrik de getirilmelidir. Bunun uluslararası sıkıntıları olsa da bir şekilde çözüme ulaştırılmalı, en azından kısa dönemde pahalı ve idamesi sıkıntılı fueloil temelli elektrik santralleri gazla çalışan bir sisteme dönüştürülmelidir.
Yeter mi? Yetmez. KKTC üzerindeki hukuk ve insanlık dışı sınırlamaların kaldırılması için, bu güne kadar yapılanların ötesinde etkin mücadele vermek şarttır. Bu çerçevede KKTC ekonomisinin kendi kendine yeter olabilmesinin ve Kıbrıs Türk halkının refahının ilerletilmesinin temel aracı doğrudan uçuşların, direkt ticaretin başlatılabilmesidir. KKTC’ye dünyadan doğrudan uçuş, Magosa limanının uluslararası trafiğe açılması ve doğrudan ticaret imkanı sağlanmadan Kuzey Kıbrıs’ın gerçek anlamda üretici olması, kendine yetecek bir ekonomik kapasite haline gelmesi güçtür. Türk tarafı gelişmesini engelleyen bu sorunlara çareler üretmek zorundadır. Ne yazık ki 60 yılı aşkın devam eden görüşmeler bir çözüme ulaşamamış, yakın zamanda da ne federal, konfedere ne de iki devletli bir sonuçla Kıbrıs sorununun tarihe gömülmesi mümkün görülmemektedir.
Geride bırakılan on yıllar boyunca arada bir Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, onun özel temsilcileri veya İngiltere, ABD gibi ülkeler ile Avrupa Birliği adada tarafların yakınlaşması ve bir anlaşma yapılmasına daha elverişli zemin hazırlanması amacıyla adadaki iki tarafın liderliğine güven artırıcı önlemler (GYÖ) paketleri sunmuşlardır. Doğrudan temas hattındaki silahlı personelin daha geriye çekilmesi, çeşitli alanlarda iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan etkinlikler ve komiteler gibi çalışmalarda göreceli ilerleme sağlansa da, rahmetli Denktaş’ın sıklıkla dediği gibi “Güven yoksa, güven artırıcı önlemler ne işe yarayacak? Kıbrısta uzlaşıya hizmet edecek eşitliği gözeten anlamlı ve kapsamlı GYÖ’ler hep Rumlar tarafında “Kıbrıs Türk tarafının uluslararası seviyesini yükseltir” iddiasıyla akamete uğratıldı.
Son zamanlarda Rum tarafı yeniden ısrarla Maraş’ın BM’ye devredilerek Rumların iskanına açılması (Rum tarafına verilmesi) karşılığında Ercan havalimanının ve Magosa limanının Birleşmiş Milletler veya Avrupa Birliği
denetiminde uluslararası trafiğe açılmaları gayrı resmi olarak dillendirilmekte. Bu arada Rum basınında bir yandan “Türkler Maraş’ı versin, Ercan’ı BM kontrolünde uluslararası uçuşa açalım” fikirlerinin önde gelen bazı Rum siyasilerce düşünüldüğü haberleri, diğer yandan da Rum lider Nikos Anastasiadis’in bu yönde bir GYÖ paketi hazırladığı ama Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın görmeye bile tenezzül etmeden bu önerileri elinin tersiyle reddettiği, bu durumun uluslararası toplumun Türk tarafına baskı yapacak şekilde hareket etmesi için bir sebep olabileceği iddiaları dolu.
Sordum Cumhurbaşkanı Tatar’a, gerçekten Rum tarafının önerisini okumadan reddetti mi? Cevabından okumadan reddettiği iddiasının doğru olmadığı, en azından detaylı bilgi sahibi olduğu belli idi.
Öncelikle, Rum önerisine göre Maraş verilerek KKTC egemenliği altındaki bölgeden toprak tavizinde bulunulurken, kendi iradeleri ve sözde egemelik hakları saklı kalacak şekilde BM denetiminde uçuşlara açılacak Ercan’nın, sadece “Olmadı, yürütemedik” gibi basit bir açıklama ile bir fırsat veya olası bir krizde tekrar havaalanının ve/veya Magosa limanının kapatılması söz konusu olabilecek. “Toprağı verdiğiniz zaman, nasıl geri alacaksınız? Ama, sizin kontrolünüz dışında, Rum liderliğinin söz sahibi olabileceği bir yapılanmayla uluslararası uçuşa açılacak havalimanı ya da liman ‘Olmadı, şöyle, böyle sorunlar çıktı’ bahanesiyle kapatılırsa, yapacak hiçbir şeyiniz olmayacaktır.”
Cumhurbaşkanı Tatar, bu olası pratik risklere ilaveten ayrıca bu teklifin kabul edilmesi halinde Kıbrıs Türk tarafının kendi iradesiyle Rum tarafının Kuzey Kıbrıs’taki deniz ve hava limanları üzerinde egemenlik hakkı/yetkili otorite olduğunu da kabul ettiği anlamının çıkacağını, bunun eşitliğin ihlali olduğu hususlarının da altını çizdi. Cumhurbaşkanı Tatar devamla gerçek anlamda GYÖ’lern iki tarafın eşitliğine saygılı olması gerektiğini, aksinin güven değil güvensizliği daha da derinleştireceğini vurguladı.
Sohbetimiz sırasında Tatar’ın kafasında Rum önerisine karşılık bazı fikirlerin olduğunu gördüm. Elbette zamanı ve zemini geldiğinde bu öneriler resmen de gündeme getirilecektir. Ancak kanımca Kıbrıs Türk tarafının zaman geçirmeden ortaya koyması gereken GYÖ paketinin olmazsa olmazları adada iki egemenlik olduğu gerçeğine oturtulmalıdır. Herhangi bir GYÖ adımı herhangi bir tarafın egemenlik alanlarını genişletme veya daraltma anlamına gelmesi durumunda ilave sorun yaratacağı kaçınılmazdır. Bu konulara yaklaşırken 2019 yılında Kıbrıs Türk tarafının hidrokarbon konusunda ortaya koyduğu temel kriterler dikkate alınmalı, ad-hoc komite veya BM gözetiminde sorumluluklar ve kısıtlamalar tanımlanmalı ancak egemenlik haklarının nihai çözüm anlaşmasıyla tanımlanacağı dikkate alınmalıdır.