Bayram süresinde fırsattan istifade Amsterdam’a “torunları sevme turuna” çıktık. Her ziyaretimde Amsterdam’a hayranlığım artıyor. Ankara ve Amsterdam arasındaki büyük farklılıkları sadece kültür, coğrafya ile izah etmek mümkün değil, yaşam tarzları o kadar farklı ki kıyas mümkün değil.

Yusuf Kanlı

İstanbul Havalimanı'nı dünyanın en çok sefer gerçekleştirilen yeri yapmak için olsa gerek neredeyse Ankara çıkışlı uluslararası sefer yok gibi. Birkaç özel uçak şirketi sınırlı sayıda yabancı şehirlere sefer düzenlese de, hem seferlerin kalitesi hem de ciddi vurdumduymazlık ya da “Bana mahkumsunuz” gibi bir kabadayılık anlayışından olsa gerek uzun gecikmeler insanı hayatından bezdiriyor. Havalimanının modern olması, yenilenmesi, Ankara’yı çok büyük bir köy olmaktan maalesef çıkaramıyor.

Seyahat öncesi günlerde yavaşça gelen 35 dereceyi bulan yaz sıcağı insanı kavuruyordu. Sıcaklıklar, özellikle öğle saatlerinde dışarıda olmayı neredeyse imkansız hale getiriyor, bir de üzerine aniden bastıran yoğun yağmur, dolu ve fırtınalar eklenince artan nem şehirde yaşamı ciddi şekilde zorluyordu. Bu iklimsel durum hem günlük yaşamı kesintiye uğratıyor hem de sokak hayvanları için büyük bir tehlike oluşturuyor. Sıcakta, susuz hayatta kalmaya çalışan hayvanları düşündükçe içim acıyor.

Köpek mekruh

Yetmiyormuş gibi ülkedeki siyasi İslam ile milliyetçi ittifakının oluşturduğu Cumhur Koalisyonu sanki iktidarda iki onyıldan fazladır başkası varmış ve yeni iktidar olarak çözüm öneriyormuş havasında sokak köpekleri sorununu köpekleri itlaf ederek çözmeye niyetlendi. Hayvan kanununu çıkaran kimdi? Niye hayvanlara kimlik verilmesi bir türlü uygulanamadı, sokağa hayvan bırakmanın ciddi bir insanlık ayıbı, bir suç olduğunu niye topluma anlatamadı bu iktidar?

Doğrudur, siyasi İslam köpek beslenmesini kabul etmekte zorlanıyor. Yobazlar köpeği mekruh kabul ediyor. Bir yandan yasa ile köpeklerin sokaklardan toplatılması, bir ay içerisinde sahiplenilmeyenlerin “uyutulması” — yani katledilmesi — teklif edilirken TBMM’de, yaşam alanlarında, özellikle apartmanlarda, evcil hayvan bulundurmanın yasal altyapısı yok, apartman çoğunluğu — genellikle de yöneticinin ısrarlı karşıt olması durumunda — o binada yaşayanların tümüne konutlarında hayvan barındırma, sevme yasağı koymayı kendilerinde görebiliyor. Bu nasıl bir ilkelliktir ki temel bir hak oylanabiliyor? İnsan ister bir başka insanı, isterse de bir başka canlıyı kendisine yoldaş seçemez mi?

Amsterdam hep yağmurlu. Yazın bile hava serin, 15-18 derece arasında değişiyor. Her gün yavaş yavaş yağan, “aptal ıslatan” dediğimiz hafif yağmur, şehre hoş bir serinlik katıyor. Akşamları ceket giymeden dışarı çıkmak pek mümkün değil. Amsterdam'da bahçede salınan kedilerin, ancak tasmalı, yani sahibi belli,  rahatça dolaşmasını görmek, içimi ısıtıyor. Onların özgürlüğü ve huzuru, şehrin genel atmosferine yansıyor. Elbette sokak köpeği de yok, barbarca katledilmelerini isteyen siyasi iktidar da. Gerçi mevcut iktidar mülteciler açısından oldukça duyarsız ve katı ama bu durum da galiba Avrupa’da genel kabul gören bir konu ki Hollanda başbakanını NATO genel sekreteri yapıyorlar. Bizdeki gibi “kapılar açık, sorma gir, ne varsa bölüşürüz, hatta biz aç, açık kalırız sizi rahat ettiririz” falan demiyor kimse, hükmetlerin birincil görevinin kendi halklarının refahı olduğunda tam bir ittifak var.

Suç yaratma merkezi

Türkiye’de iktidar kafaya takmış, boşalan hapishaneleri tekrar dolduracak. Yeni suçlar üretme merkezi sanki Külliye. Dezenformasyonla mücadele adı altında getirilen sansür ve baskı yasası yetmiyormuş gibi şimdi de ülkenin ceza mevzuatında sanki tanımlanmamış casusluk konusu kalmış gibi “etki casusluğu” düzenlemesi getiriyorlar. Rusya’daki, Gürcistan’daki veya Sırbistan’daki örneklerden korkulmamalıymış, bir kere bizim 9. Yargı Paketi’nde öngörülen yeni suç “etki casusluğu” kelimelerini hiç içermiyormuş. Çocuk kandırılıyor sanki.

Ankara ve Amsterdam, farklı iklimleri, siyasi yapıları, toplumsal dinamikleri ve kültürel yaklaşımları ile iki ayrı dünyayı temsil ediyor. Ankara’nın sıcak ve boğucu yazları, tartışmalı yasaları ve mahallenin kabadayı ağabeyisi olma takıntısı, kültürü, yaşamın dinamiklerini belirlerken, Hollanda’nın serin ve yağmurlu iklimi, toplumdaki her şeye rağmen genel özgürlükçü siyasi yapısı ve bireyselci toplumu bambaşka bir yaşam tarzı sunuyor. Belki de kişilik sıkıntısı olmayınca insanlar aidiyeti futbol takımlarında, bölgesel ve etnik gruplaşmalarda, tarikatlarda veya tarikatlaşmış partilerde değil, kendine güvenmekte buluyor.