Bilecik’in Söğüt ilçesinde her yıl Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri düzenlenir. Bu yıl 743.sü düzenlenecek olan şenliklerin başlangıcı, Ertuğrul Gazi’nin, yazları yaylak olarak gittiği Domaniç’ten kışlak olarak kullandığı Söğüt’e döndüğünde, “Kazasız, belasız geri döndüğünden dolayı Yüce Allah’a şükranlarını sunmak üzere” her yıl Ekim ayında düzenlediği şölene dayanır.
Şener Mete
Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi, hem Selçukluların hem Osmanlı’nın kurucusu olan Oğuz boyuna mensuptur. Kaynaklar, Ertuğrul Gazi’nin, pehlivan ve güçlü kuvvetli bir yiğit olduğunu yazar. 93 yaşında vefat eden Ertuğrul Gazi’nin ruhuna, Oğuz töresi gereğince Söğüt’te törenler yapılmaya devam edildi. Bu törenlerde, 24 Oğuz boyunu temsilen 24 kazanda pilav pişirilip yendi ve cirit oynandı, geleneksel spor karşılaşmaları yapıldı. Çünkü spor, Asya’dan gelerek Osmanlı’nın kurucusu olan Yörüklerin yaşam biçimiydi. Atıf Kahraman, “Osmanlı beyliği istiklâlini ilân ettiği zaman, aşiret halkı sporu iyi bir savaşçı olmak için yapıyordu. Kız olsun erkek olsun her çocuk, 4-5 yaşından itibaren, ata binmesini ve güreş tutmasını öğrenerek, spora başlıyordu. Yedi yaşından sonra da ok atmayı, biraz daha büyüyünce ava gitmeyi, delikanlı olunca kılıç kullanmayı ve gürz sallamayı öğrenip savaşa girebilecek eğitimi tamamlamış oluyordu” diye yazmaktadır. İmparatorluk döneminde, bu törenlerin yapılışıyla ilgili olarak arşiv kayıtlarına dayalı bir kaynak yoktur. 2018 yılında Anadolu Üniversitesi’nde Serhat Aydın’ın yaptığı araştırmada, yalnızca 2. Abdülhamit döneminde yapılan bir törenden söz edilmektedir. Araştırmadan çıkarılan sonuca göre Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında yapılmayan törenler, 1946 yılının Ekim ayında tekrar başlatıldı ve her yıl devam etmektedir. Söğüt’te ayrıca 3 Mayıs’ta Karakucak güreşleri yapılıyor. Karakucak, Oğuz boylarının Selçuklu döneminde Anadolu’ya getirdiği spor türüdür. Karakucakta, güreşçilere yağ sürülmez.
Karakucak, halka göre Anadolu güreşidir ama yağlı güreş Rumeli güreşi olarak bilinir. Nitekim yağlı güreş de Edirne’nin başkent oluşundan sonra yapılmaya başlandı. Türkiye Güreş Federasyonu’nun internet sitesinde güreşin tarihçesi anlatılırken şöyle denilmektedir: “İslamiyet’ten önce her Türk’ün güreştiği bilinmektedir. Ölen yiğitlerin silahlarıyla gömülerek mezarları çevresinde dokuz gün dokuz gece süren güreşler düzenlendiği rivayet edilmektedir. Eski Türklerin kendi aralarında harp etmek istemediği, çıkan anlaşmazlıkları, karşılıklı çıkardıkları iki pehlivanın kıyasıya güreşinin sonucuna bağladıkları, yenen pehlivanın tarafı galip, yenilen pehlivanın tarafının da mağlup sayıldığı ifade edilmektedir. Oğuz Türklerinden olan Osmanlı Türkleri, Anadolu Selçuklu Türklerinin devamı olan devletlerini kurdukları zaman, Doğu Roma imparatorluğunun güreşçilerini ve onların güreş sitillerini görmüşlerse de, bu güreş tarzı ile ilgilenmemişlerdir.”
Kuraş/küreş/güreş gibi üç farklı şekilde söylenen Türklerin ata sporu, Orta Asya Türk kültürünün bir parçasıydı. Ural-Altay dillerine mensup toplumların tamamında düğün, dernek, harman, doğum ve şenlik günlerinin etkinliği olmuştur. Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ü Lügat-it Türk'ünde kuraş kelimesi, yıkma veya yıkışma anlamına gelir. Yusuf Has Hacip'in Kutatgu Bilig adlı eserinde küreşmek kelimesi, boğuşmak olarak tanımlanır. Kür; güçlü, kuvvetli, yiğit anlamındadır ve Kürşad adı buradan gelir. Demek ki Küreş, kür ve eş kelimelerinden oluşan bileşik sözdür. Birbirine eş olan iki yiğidi anlatır güreş… Pehlivan ise Farsçadır. Kelimenin kökü pehlevdir. Beş ayrı anlamı olan bu kökün pehlivan haline gelmesi, mevcut anlamlarından, bahadır ve merd-i azime dayanır. Farsça pehlevan olarak söylenen bu kelime, Mütercim Asım Efendi’nin Burhan-ı Katı adlı sözlüğünde, ‘kaviyyül bünye, azim ve cesim’ olarak açıklanmıştır. Ahmedi, Enveri, Neşri gibi ilk dönem Osmanlı şairleri, pehlivan sözünü, şiirlerinde kahraman anlamında kullanmışlardır. Yalnız burada farklı bir anlatımı da dile getirmek istiyorum. Ünlü gezgin Evliya Çelebi, pehlivan sözünü bir işi yapan anlamında da kullanmıştır. Seyahatnamesinde, pehlivan-ı hayalbaz, pehlivan-ı şimşirbaz, pehlivan-ı maymunbaz, pehlivan-ı kumarbaz, pehlivan-ı yılanbaz gibi sıfatlar yazmıştır.
Bursa’dan sonraki başkent olan Edirne’de gerek sarayın içinde gerekse şehirde kurulan meydanlarda, güreş başta olmak üzere çeşitli karşılaşmaların yapıldığını biliyoruz. İstanbul’un fethinden sonra, Gülhane meydanı, Kabak meydanı, Ağa bahçesi meydanı gibi yerlerde güreş ve mızrak atma karşılaşmaları yapılırmış. Sultan dördüncü Murat ve Abdülaziz’in bizzat pehlivanlık yaptığını tarih kitapları yazmaktadır. Tarihi kaynaklara göre Sultan Abdülaziz’in mesleği pehlivanlıktı. Sarayda bol miktarda pehlivan bulunuyordu. Kitaplarda, sarayda bulunan deve yavrularının kaldırılarak idman yapıldığı yazılmaktadır. Hatta bir pehlivanın, odun yüklü eşeği havaya kaldırarak idman yaptığı belirtilir.
Kültür Bakanlığı’nca basılan Osmanlı Devleti’nde Spor adlı kitapta, “Sultan Abdülaziz genellikle Dolmabahçe, Beylerbeyi ve Çırağan saraylarında oturduğu için, pehlivanlar bu saraylara yakın bulunan Ihlamur Kasrı’nda yatar kalkar, idman yaparlardı. Güreşler de genellikle Ihlamur’da, Kâğıthane’de, Ayazağa’da ve Yıldız Bahçesinde yapılıyordu” diye yazılmaktadır. Dönemin muhaliflerinin Cenevre’de çıkardığı İnkılab Gazetesi, bakın bu konuda neler yazmış?
“Bir hükümetin mahvı zamanı gelince, Cenab-ı Hak evvelâ başındakinin aklını alır. Onun için Padişah çıldırdı. İşi gücü pehlivan güleştirmek, koç ve horoz döğüştürmek… Zavallı deli…”
30 Mayıs 1876 günü Sultan Abdülaziz tahttan indirildi. Böylece saraydaki güreşin sonu geldi.
Saraylardaki her şeyin sonu geldiği gibi sarayların da sonunun geldiğini, günümüzde herkesin Topkapı Sarayı’ndan Dolmabahçe’ye kadar müze giriş bileti alarak gezdiği mekânlar söylüyor.