Adına kentleşme dediler, İstanbul’un taşı toprağı altın dediler. Büyükşehirlerde yaşamanın önünü açtılar… Kentleşme önce gecekondulaşma ile başladı...

Süreyya Oral

Köyden kente gelen bir aile ilk olarak kendine bir gecekondu inşa etti. Bir yerde işe girdi veya devlette bir iş buldu. Ekmeğini kazanmaya başladı.. Sonra yaşadığı ortama iş bulma vaadi ile hemşerilerini  de çağırmaya başladı…
Ve sonunda büyük kentlerin çevreleri gecekondular ile dolmaya başladı.. Yolsuz, susuz, altyapısız  bir bölge oluşturan bu sistem sıkıntılar doğurmaya başlayınca çözüm arayışları yoğunlaştı ve bu bölgeler imar yasasında yapılan düzenlemeler ile yeni bir imkana kavuştu…

Daha sonra da bu bölgeler kentsel dönüşüm alanları içine alındı ve  imar ile kat irtifa verildi, çarşılar gökdelenler yapılmaya başlandı. Bu değişim sonucu ortaya çıkan sonuçlar, imarlı alanlarda iki veya üç katlı evler de yaşayanların da iştahını kabarttı.

Bu iştah kabartma olayı ve büyükşehirlere köylerden yapılan göçlerin artması imarlı bölgelerdeki evlerin de yıkılarak boylarının büyütülmesinin önünü açtı,, sonuçta  geldiğimiz noktada geçmişten kalan bir tek ağaç bile bulmamızın şansı kalmadı…

Gözümüze hoş görünen yeni yapıların  bizlerde neler açtığını ve bizleri nelere hasret bıraktığını şimdilerde daha iyi anlıyoruz…

Apartman kültürü, sokak kültüründe yetişen aileler arasındaki dostluk ilişkisini toptan bitirdi. Bir sokakta  20 - 30 haneli evlerde yaşayanların dostluk ve komşuluk ilişkisi, bu ailelerin çocuklarının bir kardeş gibi  büyümelerinin önü kapandı..
Çocuklar şimdi internet ortamında  sanal arkadaşlıklar peşinde koştururken aileler de çocuklarının geleceğinden endişe etmeye başladı..

Mahalle aralarında bulunan küçük parklar  ortadan  kalkarken insanlar yeşili evlerinde yetiştirdikleri çiçeklerde görmeye başladılar. Yapılan  adına “millet bahçesi” denilen parklar da vatandaşın ihtiyacını karşılamaktan çok uzakta  ve sadece bir miting ve konser alanı havasında kaldı..

Ana arteller üzerinde  yer alan binalarda bu değişime ayak uydurdu ve sonuçta buraların da tadı kaçtı… En basitiyle geçmişte Kızılay’a inen insanların iki buluşma noktası vardı buraları elden çıktı… Büyüyen binalarda oluşan gösterişli mağazalar,  bulvarın adım başı otobüs duraklarıyla dolması, geçmişte bir zevk alma kaynağı olan Kızılay’da tur atma olayını da ortadan kaldırdı. Ve  şimdiler de Kızılay da bile dolaşmak insana işkence gibi geliyor.

Bir tek Saraçoğlu mahallesini kurtarabildik.. İnşallah ilerde başına bir iş gelmez… Yerel yöneticiler hükümetler neden yeni pilot bölgeler oluşturup kentin tarihi görüntüsünü yaşatmayı beceremiyorlar.. Hemen hemen her yönetici gözünü neden merkeze dikiyor acaba..

Bir çok kez yurtdışına çıktım gittiğim başkentlerin hepsine eski dokunun korunduğunu ve yeni yerleşim yerlerinin uydu kentler aracılığıyla  çözüldüğünü gördüm…

Bir çözülmesi gereken konu daha var oda  köylerimizi eski yaşanabilir canlılıklarına ve tarım ve hayvancılık üretimine ağırlıklı  yapılarına kavuşturulmalı..