Yusuf Kanlı
Basın ve ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel yapı taşlarından biridir. Bu özgürlükler, yalnızca anayasal birer hak değil, aynı zamanda demokrasinin sağlıklı işleyişini sağlayan en kritik mekanizmalardır. Toplumların doğru bilgiye ulaşma hakkı, hükümetlerin denetlenmesi, kamuoyunun bilinçlenmesi ve bireylerin eleştirel düşünce geliştirebilmesi, özgür bir medya sayesinde mümkün olur.
Türkiye’de, özellikle son yıllarda, basın ve ifade özgürlüğüne yönelik ciddi bir geri gidiş yaşanmakta, bu da demokrasinin temellerini sarsan tehlikeli adımların habercisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı tarafından yeniden gündeme getirilen “etki ajanlığı” düzenlemesi, sadece basın özgürlüğüne değil, toplumsal bilgilendirme ve şeffaflık ilkesine de doğrudan bir saldırıdır.
Hukuki belirsizliklerin tehlikesi
Mayıs ayında 9. Yargı Paketi kapsamında gündeme gelen ve geniş bir kamuoyu tepkisi üzerine geri çekilen “etki ajanlığı” düzenlemesi, şimdi yine bir torba kanun içinde tekrar TBMM’nin gündeminde. Bu düzenleme, gazetecilik faaliyetlerini hukuki belirsizliklerle suç unsuru haline getirme riski taşıyor. Gazetecilerin yaptıkları haberler ve eleştirel analizler, bu yasa kapsamında “etki ajanlığı” suçlamasıyla karşı karşıya kalabilir ve bu, mesleki faaliyetlerin adeta bir suçmuş gibi değerlendirilmesine yol açabilir.
“İç ve dış siyasal yararlar aleyhine” gibi soyut ve muğlak ifadelerle şekillendirilen bu yasa, gazetecilerin her an devlet karşıtı bir ajan gibi damgalanabileceği bir ortam yaratmaktadır. Bu belirsizlikler, yalnızca basın özgürlüğünü tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda halkın haber alma ve doğru bilgiye ulaşma hakkını da ciddi şekilde kısıtlar. Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı gibi temel ilkeler gereklidir. Bu tür düzenlemeler, bu ilkelere de zarar verir.
Gazetecilik bir kamu hizmetidir
Gazetecilik, sadece haber yapma ve olayları aktarma işleviyle sınırlı olmayan bir meslektir; aynı zamanda demokrasinin sağlıklı işleyişini garanti altına alan bir kamu hizmetidir. Gazetecilerin görevleri, toplumu bilgilendirmek ve halkın doğru bilgiye ulaşmasını sağlamaktır. İktidarların, gazetecileri baskı altına alarak eleştirel sesleri susturma çabası, yalnızca basının değil, aynı zamanda demokrasinin de kalbine yapılmış bir saldırıdır.
Hukuki belirsizlikler taşıyan yasalar, gazetecilik mesleğinin onuruna ve varlığına saldırı niteliği taşımaktadır. Bu düzenlemeler, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi demokrasinin temel ilkelerini zayıflatır. İktidarın, medya üzerindeki baskısını artırması, gazetecilerin çalışmalarını özgürce yürütememesine ve toplumu bilgilendirme görevlerini yerine getirememesine neden olacaktır.
Haber alma hakkı
Özgür bir medya, halkın haber alma hakkının garantisidir. Ancak Türkiye’de, medya üzerindeki baskılar, bu hakkın giderek daha fazla zedelenmesine yol açmaktadır. Medyanın görevini yaparken “etki ajanı” gibi ağır suçlamalarla karşı karşıya kalma riski, gazetecilerin oto-sansüre yönelmesine ve gerçeği araştırma konusunda cesaretlerinin kırılmasına neden olacaktır. Bu durum, demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan şeffaflığın ve hesap verebilirliğin zayıflaması anlamına gelir.
Dolayısıyla, iktidarın, gazetecilik faaliyetlerini baskı altına alarak toplumu sindirme çabası, sadece gazetecilik mesleğine değil, halkın doğru bilgiye ulaşma hakkına da bir saldırıdır.
Dayanışmanın gücü
Bu zorlu süreçte, Türkiye’deki medya örgütleri, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü için güçlü bir direniş göstermeye devam etmeye gayret göstermektedir. Medya Dayanışma Grubu paydaşlarından Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Sendikası, DİSK/Basın-İş, Haber-Sen, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Diplomasi Muhabirleri Derneği, Medya ve Hukuk Çlışmaları Derneği ve diğer medya örgütleri, bu tür baskıcı düzenlemelere karşı durarak, gazetecilerin mesleki haklarını savunmak ve halkın bilgiye erişim hakkını korumak için mücadele vermektedir. Bu örgütler, basının baskılara boyun eğmeyeceğini ve her koşulda halkı bilgilendirme görevini sürdüreceğini açıkça ilan etmektedirler.
Bu dayanışma, sadece gazetecilerin değil, aynı zamanda toplumun özgürlüklerinin de korunması anlamına gelir. Çünkü basın özgürlüğü, yalnızca medyanın bir sorunu değildir; basın özgürlüğü, halkın bilgi edinme hakkının teminatıdır. Bu anayasal hakkı savunmak, tüm toplumun sorumluluğudur.
Özgür basın, güçlü demokrasi
Demokrasinin sürdürülebilirliği, ancak özgür bir basının varlığıyla mümkündür. Türkiye’de son yıllarda basına yönelik artan baskılar, demokratik değerlerin zayıflamasına neden olmakta ve toplumun eleştirel düşünce geliştirme kapasitesini baltalamaktadır.
İfade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması, yalnızca medyanın değil, toplumun da susturulması anlamına gelir. Bu yüzden, medya üzerindeki baskılara karşı durmak, halkın doğru bilgiye ulaşma hakkını savunmak ve demokratik değerleri korumak, tüm sivil toplumun öncelikli görevi olmalıdır.