Yusuf Kanlı
Hollanda’nın yeni aşırı sağ hükümeti, Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV), göçmen ve iltica politikalarında ciddi kısıtlamalara gitmeyi planlıyor. Hükümet, acil durum yasaları uygulayarak göçmen girişini sınırlamayı hedeflerken, bu girişim Avrupa genelinde büyük tartışmalara yol açmış durumda. Özellikle Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki mülteci anlaşması üzerindeki etkileri, bu politikaların uluslararası boyutunu daha da kritik hale getiriyor.
Yeni göçmen politikaları?
Hollanda’nın aşırı sağcı lideri Geert Wilders, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını keskin bir şekilde azaltmayı hedefleyen bir dizi öneri sundu. Hükümetin önerdiği yeni yasalar, açık uçlu sığınma izinlerini kaldırmayı ve sığınmacıların aile birleşimi haklarını önemli ölçüde kısıtlamayı içeriyor. Bu politikaların temel amacı, Hollanda’yı göçmenler için “olabildiğince çekici olmaktan” çıkarmak olarak ifade ediliyor.
Hükümet, bu değişiklikleri hızla hayata geçirmek için olağanüstü hal ilan etmeyi ve bu sayede parlamentoyu bypass ederek kraliyet kararnameleri yoluyla yasa çıkarma yetkisi kullanmaya niyetli olduğu ifade ediliyor. Ancak, bu olağanüstü hal kararı demokratik süreçlere aykırı bir hamle olarak değerlendiriliyor. Zira, Hollanda’nın yılda ortalama 40.000 sığınmacı aldığı göz önünde bulundurulduğunda, göçmen sayısındaki bu istikrarlı artışın gerçek bir “kriz” teşkil edip etmediği tartışmalı.
AB göç politikası için potansiyel tehlikeler
Hollanda’nın bu girişimi, AB’nin ortak göç politikası üzerinde ciddi bir tehdit oluşturuyor. AB’nin Göç Paktı, üye ülkeler arasında göçmenlerin yükünün paylaşılmasını ve sığınma politikalarının ortak bir çerçevede yürütülmesini öngörüyor. Hollanda gibi bir ülkenin bu kuralları tek taraflı olarak gevşetmesi, diğer AB ülkelerine de benzer adımlar atma cesareti verebilir.
Macaristan ve Polonya gibi ülkeler, zaten uzun süredir göçmen kabulüne direnç gösteriyor. Hollanda’nın bu hamlesi başarılı olursa, bu ülkeler de olağanüstü hal yasalarına benzer adımlar atarak AB’nin ortak göçmen politikalarını daha da zayıflatabilir. Böyle bir gelişme, AB’nin dayanışma prensiplerini ve ortak hareket etme kabiliyetini tehlikeye atacak ve göçmen krizine karşı alınan önlemleri işlevsiz hale getirebilir.
AB yetkilileri ise bu duruma karşı tepkilerini açıkça dile getirmiş durumda. AB sözcüsü Eric Mamer, üye ülkelerin daha önce üzerinde anlaşılan yasalardan tek taraflı olarak çıkamayacağını vurgulayarak, Hollanda’nın bu planının AB hukukuna aykırı olduğunu belirtti. Eğer Hollanda bu planı hayata geçirirse, AB ile ciddi bir hukuki çatışma yaşanması kaçınılmaz hale gelebilir.
Türkiye-AB mülteci anlaşmasına etkiler
Hollanda’nın göçmen politikalarında yapacağı böyle birradikal değişiklik, özellikle Türkiye ile AB arasındaki 2016 yılında imzalanan mülteci anlaşmasını yeniden tartışmaya açabilir. Geri kabul düzenlemelerini de içeren bu anlaşma, Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelen düzensiz göçmen akışını durdurmak amacıyla yapılmış ve Türkiye’ye mali destek, vize serbestisi gibi teşvikler sunulmuştu. Türkiye de Yunanistan’a ulaşan düzensiz göçmenleri geri kabul etmeyi ve sınır kontrollerini sıkılaştırmayı taahhüt etmişti.
Ancak, Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler son yıllarda çeşitli nedenlerle gerginleşmiş durumda. Suriye iç savaşı, Türkiye’nin artan mülteci yükü ve Avrupa’da artan milliyetçi akımlar bu gerilimi daha da derinleştiriyor. Türkiye’nin stratejik konumu ve özellikle Ukrayna savaşı bağlamında artan önemi, AB’nin Türkiye ile ilişkilerini sürdürmesini zorunlu kılıyor. Fakat AB ülkelerinin, özellikle Hollanda gibi ülkelerin göçmen politikalarını sertleştirmesi, Türkiye’nin mülteci anlaşmasındaki iş birliğini tehlikeye atabilir.
Türkiye’nin mültecileri geri kabulü: Belirsiz gelecek
Türkiye, halihazırda beş milyon kadarı Suriye’den olmak üzere sekiz milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapıyor ve bu durum ekonomik ve sosyal açıdan ciddi bir yük oluşturuyor. Son yıllarda Türkiye’de kamuoyunda mültecilere karşı artan bir rahatsızlık söz konusu. Ekonomik kriz, işsizlik ve toplumsal huzursuzluk, Türkiye’nin AB ile olan mülteci anlaşmasını yeniden değerlendirmesine neden olabilir. Türkiye, artan ekonomik sıkıntılar nedeniyle ciddi bir krizden geçmekte olduğu bu dönemde, AB’den daha fazla mali destek ya da başka siyasi ve ekonomik tavizler talep edebilir.
Eğer AB, Türkiye’nin taleplerini karşılamaz ya da iş birliğini teşvik edecek yeni adımlar atmazsa, Ankara mültecileri geri kabul etme yükümlülüklerini askıya alabilir veya tamamen çekilebilir. Bu durum, Avrupa’ya yönelik yeni bir mülteci akışına yol açabilir ve özellikle Yunanistan ve Bulgaristan gibi sınır ülkelerinde yeni bir kriz başlatabilir.
Türkiye’nin mülteci anlaşmasındaki rolü hayati önemde olduğu için, bu anlaşmanın bozulması AB’nin göçmen krizine karşı aldığı önlemleri büyük ölçüde etkisiz hale getirecektir. Böyle bir senaryo, AB içindeki siyasi tansiyonu artıracak ve göçmen karşıtı hareketlerin daha da güçlenmesine yol açabilecektir.
Jeopolitik boyutlar: Göç sorunu sadece bir başlangıç
Göçmen krizi, AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerin sadece bir boyutunu oluşturuyor. Türkiye’nin jeopolitik konumu, NATO üyeliği ve bölgesel güvenlikte oynadığı kritik rol, AB ile iş birliğinin sadece göçmenlerle sınırlı olmadığını gösteriyor. AB’nin güvenlik politikaları, terörle mücadele ve sınır güvenliği konularında Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç, mülteci anlaşmasının bozulması durumunda daha da karmaşık hale gelecektir.
Öte yandan, Avrupa’da artan milliyetçi ve göçmen karşıtı siyasi akımlar, bu krizin sadece bir başlangıç olduğunu gösteriyor. Hollanda’da olduğu gibi, birçok ülkede benzer söylemler güç kazanıyor ve bu durum AB’nin iç bütünlüğünü de tehdit ediyor. Bu politikaların Avrupa genelinde yayılması, AB’nin sadece göçmen politikalarını değil, daha geniş bir yelpazedeki sosyal ve ekonomik politikalarını da etkileme potansiyeline sahip.
Göçmen politikalarında çatlak kaçınılmaz
Özetle, Hollanda hükümetinin acil durum yasaları ile göçmen politikalarını sertleştirme planı, sadece Hollanda’yı değil, tüm Avrupa’yı ve Türkiye-AB ilişkilerini etkileyecek derin sonuçlara sahip. Bu hamle, AB içindeki göçmen politikalarını zayıflatma ve Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasını riske atma potansiyeline sahip. Türkiye’nin mülteci yükünü daha fazla taşıyıp taşımayacağı sorusu belirsizliğini korurken, AB’nin bu krizle nasıl başa çıkacağı Avrupa’nın siyasi geleceğini de şekillendirecektir.
Eğer AB, Türkiye ile ilişkilerini güçlü tutamaz ve göçmen krizine karşı ortak bir çözüm geliştiremezse, Avrupa’nın göçmen politikaları üzerinde büyük bir çatlak oluşması kaçınılmaz olacaktır. Bu gelişmeler, hem insani hem de siyasi açıdan Avrupa’nın önümüzdeki yıllarda karşı karşıya kalacağı en büyük meydan okumalar arasında yer alacaktır.