Türkiye’de gazetelerin spor sayfalarında, Mayıs ayından itibaren güreş haberlerine daha sık yer verilmeye başlanır. Çünkü Ekim ayı sonuna kadar ülkemizin pek çok yerinde geleneksel güreş karşılaşmaları düzenlenir.

Şener Mete

Örneğin 17 Haziran’dan itibaren ay sonuna kadar Bursa, Samsun, Manisa, Kocaeli, Gönen, Korgan, Şuhut, Hendek ve Uluborlu’da yağlı güreşler yapılacaktır. Temmuz ayının 5’inden itibaren ise bu yıl 663’üncüsü düzenlenecek olan dünyaca ünlü Kırkpınar güreşlerine sıra gelecektir. 

Kırkpınar’ı birçok kişi, cazgırın “pehlivaaan, pehlivaan” nidasıyla yani bağırmasıyla hatırlar. Güreş, güreşçi ve güreşmek, Türkçenin ünlü uyumuna örnek verilen sözcüklerdir. Çocuk ağzında ve Anadolu’nun bazı yörelerinde güreş sözünü, benzeşme yoluyla güleş, güleşçi ve güleşmek biçiminde de duyarız. Rumeli ağızlarında rastlanan benzeşmeleri rahmetli Tuncer Gülensoy Hocam, çok güzel bir şekilde toplamış ve “günnük, onnar, ormannık,  bunnarı, dinnemek”  biçiminde sıralamıştı. Trakya’da, bazı yörelerimizde olduğu gibi pehlivana pelvan derler. Ancak bu, benzeşme değil hece düşmesi ve büzüşme olarak anlatılır. Oysa dilimizde, uzun uzadıya anlatılan konular için söylenen “pehlivan tefrikası gibi” deyimini, ‘pelvan tefrikası’ olarak söyleyen yoktur ve açık açık pehlivan denilmektedir.  Bu durum, belki de deyimlerin doğru telaffuza olan etkisi olabilir ve araştırılması gereken bir husustur. Güreşin terimleri olduğu gibi deyimleri de vardır: Kündeye getirmek, ters paça almak, ayağa düşmek, kaçak güreşmek bunlardan birkaçı.

Pehlivan tefrikalarında güreş deyimleri ve terimleri bol bol kullanılırdı. 1970’li yıllarda Murat Sertoğlu, bu tür deyimleri defalarca yazmıştır. Biraz daha geri gidersek Eşref Şefik’in anlattığı pehlivan hikâyelerine doyum olmazdı diyebilirim. Daha geride ise Türkiye radyolarının ilk spor spikeri Sait Çelebi ile ilgili yazılan anekdotlar gelir. Pehlivan tefrikası, aslında pehlivanların hikâyesidir. Güreş ile ilgili kitaplarda bu hikâyeler bol bol bulunur. Kültür Bakanlığı yayınlarından olan ‘Osmanlı Devletinde Spor’ adlı kitapta, en fazla yer verilen iki spor dalı okçuluk ve güreştir. Zaten bütün kaynaklarda insanlığın en eski spor dallarının kuralsız da olsa avcılık, okçuluk, atletizm, yüzme ve güreş olduğu yazar. Türkiye’deki kaynaklar dışında güreş ile ilgili esaslı bir kaynak arayınca Nat Fleischer’in, “Milo’dan Londos’a Güreş Tarihi” adlı eserini buldum. Kitabın yazarı aslında boks ansiklopedisi editörü. Ancak Ring Dergisi’ni çıkardıktan sonra güreşe ve Amerikan güreşine geçmiş, Türk, Alman, Avusturyalı, Rus ve İngiliz güreşçileri izlemiş. Kitaba göz gezdirince, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında Harput’tan Amerika’ya götürülen çocuklar arasında, güreşe merak saranlar olduğunu fark ettim. Fleischer’in, Vietnam savaşına katılmayı reddettiği için unvanı elinden alınan Muhammed Ali Clay’e sahip çıktığını öğrenince, onun objektif bir yazar olduğunu düşünerek Amerika’ya giden Türk güreşçilerin hikâyelerini de okudum. Böylece güreşle ilgili en eski kitaplardan birinde, Türk izlerini gördüm. Kitap, güreşin tarihçesini Tevrat’ta (Hoşea kitabında) Yakup’un bir melek ile yaptığı güreş ile başlatıyor. Ancak biliyoruz ki Musa’dan önce de Mısır’da güreş var. Nitekim piramitlerde ve Beni Hasan köyündeki 250 kadar duvar resminde, güreş figürleri ortaya çıkarılmış. Hiç kimsenin firavunla yarışma hakkı olmadığından, firavunlar güreşmemiş, seyretmekle yetinmiş.

Prof. Dr. Vecdi Akyüz, MÖ 2500'den başlayarak Mısırlı askerlerin sopalarla güreş ve savaş çalışmaları yaptıklarını belirtmiştir. MÖ 1500’lü yıllarda Giritlilerin güreş ve günümüzde İspanya’da olduğu gibi boğa güreşi yaptığı yazılmaktadır. Antik olimpiyatlarda güreş, MÖ 708’den itibaren eski Yunan'da da jimnastik eğitiminin bir parçası ve koşu, uzun atlama, cirit ve disk atma ile birlikte en çok önem verilen spor idi. Bu olimpiyatlarda farklı güreş karşılaşmaları yapılırdı. Flischer’in yazdığına göre, rakibin vücuduna dokunmadan parmaklarını yakalayıp bükerek kırdıktan sonra yere düşürerek yapılan güreş bunlardan biriydi. Elbette parmak tutup kırarak rakibini yere atmak için muazzam bir kuvvet gerekirdi. Arenaya öyle güreşçiler gelirmiş ki sert bir taşı sıkarak paramparça edenler bile bulunurmuş. Hem antik Yunan’da hem eski Roma’da gözde olan güreş oyunlarından biri, uçan kısraktır. Rakibinin kolunu kapan güreşçi hızla sırtını dönerek onu omuzlarının üstünden çekip başıyla atarak yere yapıştırırsa uçan kısrak ile oyunu kazanmış sayılırdı. Roma’da oyunu kazanan kölenin ödülü, özgürlüğünü elde etmekmiş ki bu konuda çokça kitap yazılmış ve Hollywood’da bolca film çevrilmiştir. 

393 yılına kadar 292 kez tekrarlanan; İmparator Theodosios tarafından yasaklanana kadar dünyanın ilk büyük spor ve sanat organizasyonu olan antik olimpiyatlar, başta Roma olmak üzere çevredeki bütün ülkeleri etkilemişti. Romalılar spor oyunlarıyla birlikte güreşi de gittikleri ülkelere götürdü. İngiltere’de güreşin tarihçesi, Roma ordusunun gelişinden sonra başlar. Orada henüz kölelik olmadığından, galiplere horoz ya da koç verilirdi. Roma dönemi İngiltere’sinde güreşin, Cornwall ve Devon’da popüler olduğu yazılmaktadır.  

Güreş, hiç şüphesiz binicilik, okçuluk ve cirit ile birlikte Türklerin ata sporudur. Spor basınına damgasını vurmuş olan gazeteci Arman Talay, TRT’de yapılan bir konferansta şöyle konuşmuştu: “Bugün Moskova Devlet Müzesi’nde bulunan, çok eski Çin yazarı olan Soy-Wer’ in eserinde Türkler için şöyle deniliyor: ”Orta Asya’da Kıvışka’ da üç gün, üç gece süren şölenlerde, pehlivanlar güreşir, gençler koşar, atlar koşturulur, kılıç-kalkan gösterileri yapılır; top oynanır ve oklar atılırdı.” MÖ 200’lü yıllardan söz ettiği düşünülen Oğuz Kaan Destanında ise Mete Han şöyle demektedir:
“Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok ata bindim. Çok güreştim.” 

Savaşabilmek için her şeyden önce iyi bir sporcu olmak şart olduğuna göre, Türk tarihi içinde sporun ve güreşin çok önemli bir yerinin olması doğaldır. Orta Asya’dan İran’a ve Anadolu’ya gelen güreş, Selçukludan Osmanlıya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar spor denilince ilk akla gelen etkinlik olmuştur. Anadolu’nun bütün köylerinde yazın güreş tutulur, şampiyonların namları ilden ile dolaşır. 

Günümüzde Anadolu’da, televizyondaki spor programlarında futboldan sonra en çok seyredilen spor, güreştir. Spor dalları arasında en fazla Türkçe terim ise yine güreşte bulunur. Mikrofonla İletişim ve Medya kitabında bu nedenle güreşle ilgili maddelerde birçok terim ve kavrama yer yerilmiştir. Kitapta güreş şöyle tanımlanıyor: ”İki kişinin, belirlenen kurallar çerçevesinde güç kullanarak birbirini yenmeye çalıştığı spor.” Günümüzde yağlı güreş ve minder güreşi olarak ayrılan bu sporu yapanlar arasında, 79 yaşına kadar bir kez bile doktora gitmeyenler varmış. Ben, “Milo’dan Londos’a  Güreş Tarihi” adlı kitabın yalancısıyım desem yeridir.