Utku ŞENSOY 23 yıl önce, Marmara depremi ile sarsılmıştık, bu kez acı haber Güney Doğu’dan geldi. Kahramanmaraş’ın Pazarcık merkezli 7,4’lük deprem çok geniş bir alanı et...

Utku ŞENSOY 23 yıl önce, Marmara depremi ile sarsılmıştık, bu kez acı haber Güney Doğu’dan geldi. Kahramanmaraş’ın Pazarcık merkezli 7,4’lük deprem çok geniş bir alanı etkisi altına alıp, 10 ilimizde yıkıma yol açtı. Doğu Anadolu Fayı, Elazığ ve Malatya depremlerinin ardından Pazarcık’ta büyük bir şiddetle yıkıcı biçimde ortaya çıktı. Doğa ana bize, 20-25 yılda bir yurdun farklı köşelerinde yaşattığı çok büyük ölçekli sarsıntılarla bu topraklarda deprem gerçeğiyle yaşamamız gerektiğini, ülkenin başat sorununa göre önlem almamız, depreme uygun yapılar yapmamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu son deprem, 17 Ağustos 1999 sabah 03:02'de yaşadığımız büyük sarsıntının hemen ardından TRT’nin OR-AN’daki stüdyosuna gidip elimizdeki kıt bilgilerle aralıksız 6 saatten fazla ekranda kaldığım günü anımsattı. O dönem meslek büyüğümüz Okay Göçer’in başkanlığındaki TRT Haber Merkezi, aralıksız 285 saatlik deprem canlı yayını gerçekleştirmiş, biz de muhabir-spiker -kameraman tüm arkadaşlar gerek stüdyodan gerekse Yalova ve Düzce’den gerçekleştirdiğimiz canlı yayınlarla yurttaşların acılarını ekrana yansıtmıştık. Mehpare Çelik de, saatler süren programlarla yardım seferberliği başlatarak önemli bir görev üstlenmişti. Pazarcık depreminde yaşamını yitiren yurttaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz. *** GIDA KRİZİ Ülkede öncelikli gündem haline gelen 14 Mayıs seçimleri ve siyasi tartışmalar ekonomideki sıkıntıları perdeliyor. Son dönemde meydanlara inen siyasiler, “ben Kemal geliyorum” ya da “Yeter! Söz Milletindir!” sloganı üzerinden atışırken, ittifak cephelerinin karşılık söz düellosu ve karşılıklı salvoları seçim havasına girdiğimizi iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Oysa ülkenin gerçek gündemi enflasyon, halkın gündemi geçim derdi. İç siyasetteki kısır tartışmalardan kendimizi soyutlayıp, dış dünyada olup bitene kulak kabartıp, büyük resmi görebildiğimizde, aslında ülkemizi bekleyen tehditleri daha iyi kavrayabiliyoruz. Dünya genelindeki ekonomik dalgalanmalar, bölgesel çatışmalar ve küresel ısınmanın tetiklediği gıda krizi, milyonlarca insanın yaşamını tehdit ediyor. Dünyanın pek çok bölgesini etkileyen kuraklık, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı nedeniyle tahıl sevkiyatında yaşanan aksaklıklar, gıda krizini derinleştirdi, yakın gelecekte milyonlarca kişi açlık tehdidiyle karşı karşıya. Gıda krizini küresel tehdit olarak gören Birleşmiş Milletler, gerekli önlemlerin alınmadığı takdirde, Pandemiyle tetiklenen krizin, bu yaz küresel çapta bir felakete dönüşebileceği uyarısında bulundu. Gıda krizinden en çok etkilenecek ülkelerin başında Afrika'daki Etiyopya, Nijerya, Somali, Çad, Kenya ve Güney Sudan gibi ülkeler geliyor. Kapıda bekleyen büyük sorun, dünya genelinde 800 milyondan fazla insanı etkilerken, 45 ülkedeki 50 milyon insanı ciddi bir kıtlığın eşiğine itecek. Afrika’nın Doğusunda temiz suya ulaşamayan milyonlarca insan artık gıda güvenliğinden de yoksun kalacak. Sürekli nüfus artışının yaşandığı Kara kıtadaki her 5 kişiden biri açlık yaşayacak. Bunun sonucu milyonlarca insan evlerini terk edip dalgalar halinde başka ülkelere göç edecek. Bu tür göçlerle birlikte salgın hastalıklar daha fazla yayılacak. Aşı programından, hijyenden uzak olan milyonlarca mülteci gittikleri ülkelerde halk sağlığını tehdit edecek. Tablo karanlık ve mülteci dalgasından etkilenen ülkelerin başında ülkemizin geldiğini unutmayalım. Türkiye, kapılarını açtığı bu insanların geldikleri topraklarda yaşanan, terör, çatışma, salgın hastalıklar gibi büyük çaplı sorunlarla mücadelede bugüne kadar bir şekilde üstesinden gelebildi, peki yarın ne olacak? *** [caption id="attachment_264182" align="alignnone" width="700"] Büyükelçi Flake ABD Savaş gemisinde[/caption] KARANLIK GÜÇ ODAKLARI Uluslararası yatırımcılar ve emperyalist güçlerin sınır tanımayan, kar hırsı o kadar büyük ki, gıda krizi ve ekonomik belirsizliğin küresel boyuttaki tehdidi nedeniyle ekonomileri kırılgan olan ülkelere yönelik saldırılarına acımasızca devam ediyorlar. Soros çocuklarının ticaret ve ahlak kurallarını hiçe sayarak sınırsız güçleriyle gerçekleştirdiği manipülatif oyunlarından nasibini alan ülkelerden biri de dış borç sarmalındaki Türkiye. Konsoloslukların kapatılmasıyla bunun son örneğini yaşadık. Yaklaşan turizm sezonu için son bağlantılarının yapıldığı bir dönemde 9 ülke tarafından yapılan bu eylemin ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Antalya’dan Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisine, diplomatik teamüllerin ötesinde sert biçimde seslenip, "Türkiye'yi nasıl karıştırmak istediğinizi net bir şekilde biliyorum. O pis ellerinizi, o maskeli, sırıtan yüzlerinizi Türkiye'nin üzerinden çekiniz" derken, ABD Büyükelçisi Flake Dolmabahçe Sarayı önlerinde demirleyen ABD savaş gemisinde demeç veriyordu. Büyükelçi her ne kadar dostluk ve iyi müttefiklikten söz etse de sosyal medyada, “Barack Obama’nın, 2012’de Beyzbol Sopalı fotoğrafını hatırlattı” yorumları yapanlar oldu. Her fırsatta açık biçimde Atina’nın yanında olduğunu gösteren Washington, yine aynı sırada Yunanistan’ın sevinç çığlıklarıyla desteklediği uçak gemisi George Bush eşliğindeki armadayı Ege’ye gönderip tansiyonun daha da yükselmesine neden oldu. Yapılanları yan yana koyup büyük resmi gördüğünüzde amaç belli, baş eğdirip damarlarına kadar daha da fazla sızıp ülkeye çökmek. Bazen alenen bazen de istihbaratları aracılığıyla sinsice eylemler yapan bu karanlık güç odaklarını çakallara, akbabalara benzetirim. Bir ülkede sınır güvenliğinde zafiyet, ekonomide kırılganlığın kokusunu aldıklarında, maşalarını harekete geçirip başınıza üşüşür cirit oynarlar. “Kapını adam gibi kilitlemezsen, ayağını yorganına göre uzatmazsan, itin, uğursuzun, hırsızın, tefecinin kucağına düşersin” sözlerini, büyüklerimiz boşuna dillerine pelesenk etmemişler. *** KÜRESEL KRİZ Emperyalist güçler deyince akla ilk gelenlerden İngiltere’de son dönemde işler pek iyi gitmiyor. Ülkedeki geçen yıl tırmanmaya başlayan enflasyon Kasım ayında yüzde 11 ile son 40 yılın en yüksek düzeyine ulaşmıştı. Bunun sonucu mağdur olan ve ülke gelirlerinden hak ettikleri payı yeterince almadıklarını savunan yarım milyon öğretmen, devlet memuru, demiryolu ve üniversite çalışanları grev yaptı. Haklarını alamadıkları takdirde önümüzdeki haftalarda yeniden greve gidecekleri uyarısında bulundular. Bu ülkelerde, “haline şükür etme, kadercilik ya da körü körüne boyun eğip biat etme kültürü” olmadığı için en ufak bir haksızlıkta güçlü sendikalar çalışanlarını hak talebi için uygar biçimde sokağa çıkarır. Bizde yönetimlerin pek sıcak bakmadığı sendikal haklar ve grev onlar için vazgeçilmezdir, yasal haklarının başında gelir. Batıda demokrasilerin vazgeçilmezi, evrensel sendikal haklar olarak kabul edilen; “örgütlenme özgürlüğü, özgür toplu iş sözleşmesi ve grev hakları”, bizde iktidar karşıtı hareketler olarak kabul görülüp farklı biçimde yaftalanır.