Geçenlerde Kıbrıs görüşmelerinin nasıl gittiğini yakından takip eden, hatta, neler olup bittiğini "birinci elden" öğrenme imkanına sahip bir arkadaşla sohbet ediyordum.
Kıbrıs görüşmeleri enteresan bir tarzda "ilerliyor" ancak bu "ilerleme" nedir, hedef neresidir diye sorarsanız, doğrusu izleyenlerin kafasını karıştırıyor. Sordum arkadaşıma, "Neler oluyor?" dedim.
"Bak" dedi "Çocukluğumda her hafta sonu değilse bile yaz boyunca ayda bir iki babam, annem ve yaşıtı arkadaşları Trodoslara pikniğe niyetlenirler, biz çocuklar ise ısrarla deniz türküsü söylerdik. Bizi dinleyen kim? Bize hep ‘Tamam yahu, gideceğiz denize’ deyip bildiklerini okuyorlardı. Pes etmek yok tabii. Bir hafta o kadar kararlıydık ki biz çocuklar mayolarla bindik arabalara. Babamların arkadaşlarıyla da buluştuk yol üzerinde, birkaç araba düştük yola. Hedef ‘filan plaj’ dedik, kum atsan yere düşmez. Döndük ‘Yok şu plaja.’ Orası da felaket. ‘Hadi, şuraya’ dedik, yine çok kalabalık. Babam döndü, ‘Zaten az kaldı Trodoslara, hadi pikniğe’ dedi. Gittik ki, her yer yine dolu, boş yerler de ya suya uzak, ya ağaçsız ya da çok ortalık… Sonuçta bir yerlerde mangal yakıldı, suratlar beş karış yemek yendi, eve döndük…"
"Ertesi hafta ne yaptınız?" diye soracak oldum, arkadaşım, "Ders alsak tarih tekerrür eder miydi?" Ne demiş Albert Einstein? Delilik; Aynı şeyi yapıp, farklı sonuçlar beklemektir" dememiş miydi? Biz deniz isteğimizde ısrarlı, babamlar ise dağda piknikte ısrarlı, onlar büyük ve güç-para sahibi, biz çocuk ve azınlık. Sonuçta bağıra çağıra arada bir bizim dediğimizi de ‘Lanet olsun sussun bu veletler’ diyerek yapsalar da, hep onların isteği oluyordu…"
Duraksadım birden…
"Bu anlattıklarının görüşme süreciyle ne alakası var? Niye bunları söyledin şimdi?" dedim.
Kurnazca gülümsedi arkadaşım. "Anladın sen onu, ama anlamazdan geliyorsun. Sorun aynı. Talepler aynı. Metot aynı. 50 yıldır görüşme süreci hemen hemen aynı. Her defasında sonuçsuz kalınıyor, yine Mevlevi dervişi gibi dön baba dönelim film tekrar sarılıyor, bir tur daha atılıyor. Nereye varacak bu iş? Hatırla ne demişti Einstein? Aynı verilerle, şartlarla yapılan deneyden farklı sonuç beklemek deliliktir. Kıbrıslılar olarak biz hepten deliyiz zaten."
"Ama bu kez çözüm olacak diyorlar" diye sıkıştırmak istedim.
Arkadaşım istifini bozmadan bifteğinden büyükçe bir parça kesip afiyetle yedikten sonra gülümsedi, "Doğrudur. Bu kez farklı olacak. Çözüm yakın diyorlar. 1968’de Lübnan’da ilk görüşmeden çıkarken ne demişti rahmetli Rauf Denktaş ile, o da göçtü ya, Glafkos Klerides? ‘Çözüm çok yakın, birkaç haftaya meseleyi çözeriz’ dememişler miydi? Uzağa gitmeyin, bırakın önceki umut tacirlerinin söylediklerini 1985’ten bu yana kaç defa ‘Bu yıl Kıbrıs çözüm yılı olacak’ açıklamasını duyduk? Kaç defa ‘Yıl sonuna kadar çözüm’ veya ‘Doğal takvim şu tarih’ açıklaması oldu?"
Doğru. Aktörler aynı. Talepler aynı. Takıntılar aynı. Hedefler farklı ve sabit. Bütün veriler aynı ise hep, deneyden farklı sonuç çıkar mı? Bu kez çözüm olur mu?
Hadi canım sende!
Daha geçen gün 2004’de ‘hayır diyenleri evet dedirtecek bir anlaşma hedefliyorum’ demedi mi Nikos Anastasiades arkadaş? BM Genel Sekreterine yazmadı mı şimdiye kadar ilerlemeler sağlansa da anlaşmaya yakınız diyecek bir başarı söz konusu değil diye?
Peki anlaşmaya yakınız diye kim davul çalıyor?
Bizim arkadaşlar. Niye öyle diyorlar? Anlaşılır gibi değil.
Rumlar sabit, milim ilerlemiyorlar hiçbir alanda. Biz ne yapıyoruz? Tüm kırmızı çizgileri pembe, mor, sarı yaptık, olur ya Rumlar ileri adım atar diye bekliyoruz.Şimdiye kadar hiç değişti mi adamlar 1963 değilse bile 1975 pozisyonlarından? Hayır…
Peki, ortak heyet oluşturup Brüksel’e gitmekle, "İlk kez AB ile beraber görüştük" demekle ne elde edilir?
Söyleyeyim. Rumların hedefi Kıbrıs görüşmelerini BM şemsiyesinden çıkartıp kendilerinin ve Yunanistan’ın üye olduğu, Kıbrıs Türkünün hiç dinlenmediği Türkiye’nin ise üye olmadığı AB şemsiyesi altına götürmek. Şimdi anladınız mı ortak heyetle Brüksel ziyaretinin ne büyük başarı olduğunu?
Kasıla kasıla Rum heyetiyle birlikte AB heyeti karşısında oturup sanki iki eşit Kıbrıs görüşmeci heyetinden oluşan bir ortak heyet AB ile görüşmüş havası verip kendi kendimizi tatmin etmek, uğradığımız tecavüzü saklamaya yetmiyor.
Yapılan düpedüz delilik değilse, nedir acaba?
* * *
Suriye meselesi giderek iyice içinden çıkılmaz hale geliyor. Rusya çıkışlı iddialar korku verici. Büyük olasılıkla sadece propaganda ama yine de dikkate almaya değer.
Ne imiş efendim? Türkiye Suriye’ye kara operasyonu için hazırlık yapıyormuş. Açık Semalar programı çerçevesinde Rus keşif uçaklarına geçen ay Türkiye üzerinde uçuş izni verilmemesinin sebebi de buymuş.
Türkiye iddiaları hemen yalanladı. İçimiz rahatlamadı.
Rusya ABD ile her görüşmesi sonrasında Suriye’de yeni bir gelişmeye imza atıyor.
Malum, Suriye siyasetimiz o kadar başarılı ve önderliğimiz rejimin hedeflerini o derece başarıyla gösteriyor ve savunuyor ki, bir jet düşürdük Suriye hava sahası uçaklarımıza kapatıldı, Rusya Suriye üzerine "davetli olarak" tamamıyla çöreklendi. Bizim uçakları bırakın Suriye üzerinde sinek bile uçuramadığımız bu dönemde Suriye destekli Esat rejimi Halep’te ve Türkiye sınırına yakın bölgelerde tekrar otoritesini tesis etmeye gayret gösteriyor.
Doğal mı? Şimdi doğal değil dersek, hükümet olmak, devlet olmak ne o zaman? Bir devlet kendi otoritesini tesis ederken birilerinden izin mi alacak?
Ancak sonuç Türkiye’nin kapısına dayanan yeni göç dalgası oldu. On binlerce kişi yeniden yollarda. Irksal kökeni Türkmen olsun, Arap olsun Kürt veya Süryani olsun fark eder mi? İnsanlar yuvalarından, yurtlarından koparılıp savruluyor bir taraflara. Büyük bir insanlık dramı bu.
Beklenildiği gibi Suriye görüşmeleri üzerinde de etkisi oluyor bu gelişmelerin, zaten pek ümitli olmadığımız siyasi çözüm imkanları daha da daraltılıyor.
Bu arada Sünni ittifakın lideri Suudi Arabistan uluslar arası koalisyon müdahale edecek olur ise kara kuvvetleriyle katkıda bulunacağını söylüyor, istihbarı bilgiler Katar’dan Endonezya’ya, Fas’a, Birleşik Arap Emirliklerine kadar on beşe yakın devletin bu güce katkıda bulunacağını, cephenin Türkiye üzerinden açılacağını "muştuluyor."
Geldik aynı soruya, ne demişti Einstein? Aynı verilerle farklı sonuç elde etmeyi ummaya ne denir? Delilik değil mi?