Bayram denilince aklıma hep o sabah yaşadıklarımız gelir.
Bu günün Abbasi Arap kültürü sayesinde gösterişe bulanmış dini yaşam yoktu benim çocukluğumda. Hani “Paranın ve imanın kimde olduğu belli olm...
Bayram denilince aklıma hep o sabah yaşadıklarımız gelir.
Bu günün Abbasi Arap kültürü sayesinde gösterişe bulanmış dini yaşam yoktu benim çocukluğumda. Hani “Paranın ve imanın kimde olduğu belli olmaz” derler ya, abartılarak dindarlık gibi zenginlik sergilemek hoş karşılanmazdı. O zamanki anlayışta, din kul ile yaradan arasında bir olaydı; zaten İslam dininde “din adamı sınıfı” da yoktu. Müftülük bir dini-idari makam, imamlar ise mahallenin saygın ve aydın kişileriydi.
Toplumsal dayanışma önemliydi o var olmanın şart kıldığı direniş kültürüyle donanmış yıllarda. Komşunun oğlu evlenecek ise bütün mahalle işbirliğine girerdi kerpiç dökmek için. Zeytin hasadında elbirliği edilir, tarlaların sürülmesinde, ürünün hasadında elbette iş makinesi çalıştırılır, işçi getirilirdi ama eş dost da yardıma koşardı. Şimdiki zamanlarda artık pek bilinmez, “imece” dediğimiz olay buydu.
1960'ların Kıbrıs’ında, belki de küçük toplum olmanın verdiği ruh haliyle karşılıklı güven kadar, saygı da önemliydi. “Galam’ın oğlu” ya da “Grento’nun çocuğu” sadece aileleri için değil, tüm toplum için “geleceğin garantisi” görülür, “beraber var olma mücadelesi” kişisel çıkarların hele de olası anlaşmazlıkların birkaç adım önünde olurdu hep. Hani, benim de onurla bir dönem yazarı olduğum Halkın Sesi gazetesinde logonun altında vurgulanıyor ya, “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” yıllarıydı onlar.
Babamın din ile çok ilgisi yoktu. “Sami ağabey”, “Galam amca” ve diğer mevzi ve manga arkadaşları ile beraber olmak, “ikinci yaşamın” tadını çıkarmak daha önemliydi onun için. Ölüme o kadar yakın olduktan sonra yaşamın anlamını öğrenmek, o tecrübeyi beraber yaşadığı dostlarla tam bir itimat ve karşılıklı teslimiyet içerisinde olmak, herhalde benzer yolculuğu yapmayanların anlayabileceği bir durum değil.
Dedem ertesi sabah beraber bayram namazına gideceğimizi söylediğinde, birçok açıdan benim için çok büyük bir gelişme idi. Öncelikle o yaştaki algılamama göre bayram namazına gitmek demek “çocukluk” döneminin sonu, “adam sınıfına” geçmenin ilanı gibi idi. Nihayette genelde boş olan mahalledeki cami Cuma günleri kısmen ama bayram sabahları hıncahınç dolar, neredeyse mevzidekiler ya da din konusuna hep uzak duranlar hariç etrafın tüm erkekleri önce bayram namazı kılar, sonra bayramlaşırlardı… Demek ki “büyük” olmanın göstergesiydi bayram namazına gitmek…
Bakımsızlıktan sanki ağır bombardıman altında kalmış gibi delik deşik sokaklarda çiseleyen bahar yağmurun oluşturduğu çamurlu su birikintileri sayesinde mayın tarlasında yürür gibi, dikkatle ilerleyerek, daha çok yakın zamanda alınan “bayramlık” ayakkabılarıma çamur sıçratmadan camiye ulaştık. Kendimle gurur duyuyordum. Dedem de elimi sanki bir değişik tutuyordu o sabah. Belli ki herkese “Bizim oğlan da büyüdü artık” demek istiyordu.
Din dersinde oldukça başarılı bir öğrenci, ayrıca oldukça dini bütün bir annenin çocuğu olarak anlamını bilmesem de tüm duaları ezberlemiştim. Namaz kitabından çoktan namaz kılmayı öğrenmiş ve annemin detaylı eğitiminden de geçmiştim. Ne namaz sıkıntı oldu, ne de sonrasındaki mücahitlere, şehitlere, gazilere ve tabii Atatürk ve Türk istiklal savaşını verenlere dualar.
Cami avlusunda bayramlaşma sonrasında yine yoldaki çukurlar arasında taşlar üzerinde adeta dans ederek, ayakkabılara çamur sıçratıp annemden fırça yememek için tüm dikkatle eve döndük. Kahvaltı çoktan hazırdı.
O zamanların bir başka bayram ritüeli ise tüm ailenin birlikte yemeğe oturmasıydı. Tüm aile derken, gerçek anlamda tüm aile, öyle çekirdek aile değil. Öğleye doğru, iki sokak ötedeki babaannemin eve gittik. Babaannem bulgur pilavı, bumbar, dolma ve daha neler neler hazırlamıştı. Avluda birçok masaya büyüklü, küçüklü oturduk, enfes ziyafetten nemalandık. Babaannem büyük gurur duyuyordu o gün.
Şimdi, babam nerdeyse 20 yılı aştı bir 8 Mayıs günü ebediyete göç edeli. Annem üç yıla yaklaştı. Dedem, babaannem hatıralarda yaşıyorlar artık.
Öğretileri sayesinde, direniş ruhunu kaybetmeden, dayanışmanın idrakinde, taşların üzerinde dans eder gibi, ayakkabılara çamur sıçratmadan ilerlemeye gayret ediyorum. Mekanları cennet olsun.
Geçmiş bayramınız kutlu olsun.