Yusuf Kanlı
Uçağımızın tekerlekleri Amsterdam Havalimanı’na daha yeni temas etmişti. Ankara’da pek de ilgimizi çekmeyen, hatta sıradan sokak kavgaları diye düşündüğümüz Amsterdam sokaklarında İsrailli futbol tarafları ile Filistin sempatizanı grupların karşı karşıya gelmeleri, oldukça büyük ve endişe verici olarak algılanmış buralarda. Toplumsal vicdanlarda suçluluk duygusu demek ki 60 yıl geçse de hala taze.
Telefonlar uçak modundan çıkarıldı ve şoke edici haberler hızla yayılmaya başladı. Hollanda’nın Amsterdam kenti, İsrailli futbol taraftarları ile Filistin yanlısı Arap gençler ve Hollandalı sempatizanları arasında çıkan, “Yahudi karşıtı” olarak tanımlanan sokak çatışmalarına sahne olmuştu. Olayların Gazze’de yaşanan savaşla yakından bağlantılı olduğu aşikardı. Amsterdam Belediye Başkanı, “scooterlı holiganlar”ın Maccabi Tel Aviv taraftarlarına saldırdığını, kaçmaya çalışan İsraillileri kovaladığını ve bazılarının “Gazze’nin intikamını almak için” bıçakla saldırdığını belirtti.
Hollanda Başbakanı Dick Schoof, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun kullandığı “korkunç anti-Semitik saldırı” tanımını kullanarak olayı kınadı. Hollanda polisi ise olaydan 24 saat önce İsrail takımının taraftarlarının bir Filistin bayrağını yaktığını ve bir taksiyi tahrip ettiğini doğruladı. Bazı güvenlik kuvvetleri mensuplarının saldırı altındaki Yahudileri korumakta “gönülsüz” oldukları iddia edildi.
Bu olaylar sırasında Hollanda Kralı Willem-Alexander, “Yahudi halkı Hollanda’da, her yerde ve her zaman kendini güvende hissetmeli,” diyerek Yahudi toplumunun yanında yer aldı. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile yaptığı telefon görüşmesinde Kral, “İkinci Dünya Savaşı’nda Hollanda Yahudi toplumunu koruyamadık, dün gece yine onları koruyamadık,” ifadesini kullandı.
Avrupa’nın hafızası, tarihsel travmaları ve “Bir Daha Asla” sözleri üzerine şekillenirken, Filistin’in acılarını göz ardı eden bu seçici empati nasıl ortaya çıktı? Avrupa’nın “Bir Daha Asla” diyerek kendini koruduğu o yüksek ahlaki değerler, bugün Filistin’e bakınca neden sessizliğe bürünüyor? Avrupa’nın “Bir Daha Asla” vaadi, aslında “Burada Asla Tekrar Olmasın” diyerek kendine duyduğu güvenden mi ibaret? Şimdi bu olayları Avrupa’nın hafıza rahatlığı ve iki yüzlülüğü üzerinden ele alalım.
Ah, Avrupa… Aydınlanmanın, demokrasinin, ahlaki muhasebenin asil toprakları. Tabii ki bu muhasebe, güvenli bir mesafeden yapıldığı sürece. 1940’ların korkunç mirasıyla şekillenen Avrupa, her fırsatta “Bir Daha Asla” diyerek, tarihinin en büyük adaletsizliklerini bir daha yaşatmama sözü verdi. Fakat Filistin’in acısı gözler önünde yaşanırken bu “Bir Daha Asla” sözü sessizce “Burada Bir Daha Asla Olmasın”a dönüştü. Lale bahçelerinin, hoşgörünün ve ilericiliğin sembolü olan Hollanda, şimdi kendini geçmişin hayaletleriyle yüzleşirken buldu. Jerusalem Post başlığı, Amsterdam’da Yahudilere yönelik saldırıyı 1938’de yaşanan Kristallnacht ile kıyaslayarak “Yeni Bir Kristallnacht” diyordu. Ancak durun bir dakika, gerçekten aynı mı? Avrupa’da antisemitizm yeniden canlanıyor, ancak Avrupa’nın dehşeti, ahlaki öfkesinden çok kendini koruma içgüdüsüyle mi karışık?
Ebedi mağdur zinciri
Avrupa, Gazze’ye, Batı Şeria’ya ve ötesine seçici bir empatiyle bakıyor; “Trajik, evet,” diye fısıldıyor kendi kendine, “ama bir o kadar da karmaşık.” Çünkü Yahudi halkını ebedi mağdur olarak desteklemek daha kolay, bazılarının artık baskıcı kıyafetleri giydiğini göz ardı etmekse daha rahatlatıcı. Yüzyıllar boyunca zulüm görmüş bir halkın, bugün başka bir halkı baskı altına alması, elbette ki bir çelişki yaratıyor. Bir zamanlar Avrupa sokaklarında “avlanan” bir halk, şimdi başka bir halkı duvarlar, dronlar ve kontrol noktalarıyla çevreleyen otorite haline geldi. Auschwitz ve Treblinka’nın ateşlerinde şekillenen bir topluluk, Gazze’de iki milyon insanı bir açık hava hapishanesine hapseden otoriteye nasıl dönüştü?
Geçen hafta Amsterdam sokaklarında yaşananları düşünelim. Maskeli şahıslar sokaklarda dolaşıyor, insanlara Yahudi olup olmadıklarını soruyor, bazılarını kanallara itiyordu. Bu, hem zalim hem de simgesel bir hareket; Avrupa’nın gömdüğünü iddia ettiği travmanın soğuk yankısı. Fakat aynı anda Gazze’de neler yaşanıyor? Filistinliler, kimlik kontrolleri altında bir hayat sürdürüyor; yanlış isim, yanlış adres veya yanlış soy bağı, Filistinli bir çocuğu barikatlar, bombalamalar ve abluka içinde yaşamaya mahkûm ediyor. Gazze’de kaçacak bir kanal yok; yalnızca daha fazla duvar, daha fazla kontrol noktası ve daha fazla yıkım.
Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesini düşünelim. Filistinli aileler, nesillerdir yaşadıkları evlerinden zorla çıkarılıyor. İsrailli yerleşimciler, “vaat edilmiş toprak” anlatısıyla bu evlere yerleşiyor; yanlarında hukuki mazeretler ve dini kehanetlerle geliyorlar. Bu insanlar için bu sadece bir politika değil; varoluşlarının silinmesi anlamına geliyor. Bir zamanlar Avrupa’da topraklarından edilen Yahudilerin torunları, şimdi başkalarını topraklarından ediyor. Tarih sanki kendi kendini tekrar ediyor ama bu sefer roller trajik bir şekilde tersine dönmüş.
İki yüzlülük burada bitmiyor. Gazze’de insanlar her gün bombalamalara maruz kalıyor, çocuklar enkazlar arasında oynuyor ve temiz su, elektrik, tıbbi malzeme gibi temel ihtiyaçlar ya sınırlı ya da tamamen yok. Gazze, modern bir getto haline geldi, ve bu kez çevresini saran duvarlar düşman ülkeler tarafından değil, sığınma hayaliyle kurulmuş bir devlet tarafından yapıldı. Bu durumu “işgal” dışında bir kelimeyle tanımlamak neredeyse imkansız. Ancak bu tanımı reddetmek, Avrupa’nın İsrail’i kurban olarak görme ısrarının devam etmesine olanak tanıyor.
Bu arada İsrail devleti genişliyor. “Vadedilmiş toprak” miti, yerleşim genişlemesi, zorla tahliye ve askeri polisliği şekillendiren somut bir politika haline geliyor. “Büyük İsrail” fikri, eskiden yalnızca radikal zihinlerde yaşıyorken, şimdi haritalarda, yasalarda ve kontrol noktalarında vücut buluyor. Bu topraklarda yüzyıllardır yaşayan Filistinliler ise bu genişlemeci projede sadece birer “engel” olarak görülüyor. Ve Avrupa, bu projenin ahlaki sonuçlarını sessizce onaylıyor.
Bir an için Batı Şeria’da yaşayan bir Filistinli ailenin hayatını hayal edin. Hayatları, İsrail yerleşimcilerine özel yollarla çevrili, her gün askeri gözetim altında. Bir çocuğun okula giderken geçtiği yol, silahlı askerler, gözetleme kuleleri ve ayırıcı duvarlarla dolu. Filistinli çiftçiler, zeytinliklerinin yerleşim yerlerine dönüştüğünü, köklerinin yüzyıllardır bu topraklarda olduğunu biliyor, ama bu kökler şimdi sökülüyor. Arazileri bir “askeri bölge” ilan edilerek kayboluyor. Bu insanların gözünde bu durum, apartheid değil de nedir?
Açık hava hapishanesi
Ve Gazze, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi… Kara, deniz ve havadan abluka altında olan bu küçük toprak parçası, sürekli bombardıman altında, binalar yıkılıyor, aileler sürekli olarak yerinden ediliyor. Kuşatma, hayatın her alanını etkiliyor: su, elektrik, sağlık hizmetleri. Çocuklar tıbbi malzeme eksikliği nedeniyle ölüyor, aileler elektriksiz kalıyor, ve dünya sadece “bölgesel gerginliklerden” ve “karmaşıklıklardan” bahsediyor. Avrupa’nın liderleri İsrail’e yönelik roket saldırılarını kınıyor, ama Gazze’deki mahalleler yerle bir edilirken sessiz kalıyor.
Bu durumda sormak gerekmez mi: Avrupa’nın Amsterdam’daki olaylara yönelik öfkesi gerçekten insan haklarıyla mı ilgili? Yoksa Avrupa, Yahudi mağduriyeti mitiyle kendi rahatını mı koruyor? “Bir Daha Asla” sözü, zayıfları korumak için bir kalkan olarak değil, boyun eğmeyenleri bastırmak için kullanılan bir araç mı?
Yahudi liderlerin çağrıları yükseliyor: “Avrupa, uyan!” Görünüşe göre Avrupa, sadece İslamcılar olarak adlandırılan “yeni Nazizm” ile değil, aynı zamanda kendi ahlaki çelişkileriyle de yüzleşmeye hazırlanmalı. Bir yandan antisemitizmin yükselişine elleri kolları bağlı kalırken, diğer yandan bu nefreti besleyen koşullara göz yummak, Avrupa’nın rahatsız edici bir gerçeği. Çünkü bir zamanlar Kristallnacht ve Auschwitz’ten sağ kurtulanlar, nasıl oldu da başka bir halkın acısının mimarları haline geldi? Avrupa, sömürgecilik ve baskı mirasıyla “Bir Daha Asla” demeye devam ederken, burnunun dibinde yaşanan toprak kaybına neden sessiz kalıyor?
Gerçek, ne yazık ki rahatsız edici. Gazze’nin duvarlarının gölgesinde, Doğu Kudüs’teki tahliyelerin yankısında bugün söylenen “Bir Daha Asla” sloganı, derin bir içi boşluk taşıyor. Avrupa, Amsterdam’da yaşanan olaylara duyduğu şoku, geçmişinin hayaletleriyle dolu bir kıtanın, kendi çıkarları için başkalarının acısını görmezden gelmeye devam edişinin bir kanıtı olarak sergiliyor. Avrupa “Bir Daha Asla” sözü verirken, Filistinliler için bu sözün geçerli olmadığını çoktan kabul etmiş gibi görünüyor.