Enteresan ama bile-isteye bir kandırmaca kampanyası yürütülmekte…
Sanki Rumlar "Her şey benim, sadece benim" siyasetini bırakmışlar, paylaşmayı öğrenmişler ve egemenliği ve adanın sahipliğini Kıbrıs Türküyle paylaşacak, yönetimde "eşit" ortak olacaklarmış gibi Mart’ta, Nisan’da, Mayıs’ta bilemediniz Eylül’de çözüm olacak şarkısı söyleniyor.
"Ne olmuş yani şarkı söyleniyor ise? Varsın söylesinler, niye karışıyorsunuz insanların keyfine?" demeyin sakın, şarkı falan hikâye Kıbrıs Türkünün varlığının taa köküne tuz seriliyor haberiniz ola.
Bir dostum anlatıyordu. Kastamonu’da bir toplantıya gitmiş. Yolda bir arkadaş Kıbrıslı olduğunu öğrenince "Siz bizi sevmezsiniz, nankörler" demiş. Bir diğeri "Hadi canım sende, biz et tırnak gibiyiz, ayrılamayız. Kıbrıs Türkü Türkiye’ye hep şükran duydu, bakmayın bir avuç kendini bilmezin laflarına…"
Kıbrıslı Türkler Türkiye’yi severler mi? Cevabı hem çok zor hem de çok kolay bir soru. Bu soruya belki "Hangi Türkiye?" diye soruyla cevap vermek lazım. Kıbrıs Türkü için canını, kanını, evlatlarını veren Türkiye nasıl sevilmez, ona karşı nasıl şükran duyulmaz? Kıbrıs Türkü için elli yıldan fazladır iyi gününde, kötü gününde her türlü maddi, manevi özveriyi gösteren, her türlü israfa, talana, vurguna ve hadsizliğe rağmen Kıbrıs Türkünü ve devletini yaşatan desteğinden dolayı Türkiye’ye ve Türk halkına nasıl sevgi beslenmez, nasıl şükran duyulmaz?
Tabii, dayatmalar, yanlış siyasetler, kendini vali yerine koyan TC temsilcileri, seçilmiş Kıbrıs Türk yöneticilerini kamuoyu önünde aşağılar şekilde davranan sivil ve asker yetkililer ise nasıl saygı ile anılır? Çarşıda beş liralık alış verişi ucuza getirmek için 1974’ün diyetini talep eden soysuzu Türkiye halkı takdir edebilir mi ki Kıbrıs Türkü sevebilsin? Ömer Seyfettin’in o meşhur hikâyesindeki gibi "Al diyetini!" denir ise o soysuzlara, kabahat kimde olur?
Kıbrıs Türk halkının bu nevi aşağılamalara cevap vermesi, susup kabul etmemesi esasında güzel bir gelişmedir. Onurlu, gururlu bir halk olduğunu gösterir. Adalı olmanın, dışarıdan yardım beklememenin küçük ama anlamlı yansımaları olur adada yaşayanların kimliklerinde. Farkına varmazlar, bilmezler niye öyle olduğunu ama kendisinden başkasından yardım beklememe, beklense bile yardımın gelmesinin çok zor olacağını bilme insanların karakterlerinde öncelikle kendine güvenme ve onunla birlikte toplumsal dayanışma duygusu geliştirir. Zor zamanda yardım edene de sınırsız şükran duyar ada halkları. Bu durum Kıbrıs Türküne özgü değil.
Kıbrıs Türkü Türkiye’nin desteği, akıttığı kan, sunduğu mali imkânlar olmasaydı 1974’e kadar dayanabilir miydi? 1974’den bu günlere gelebilir miydi? Kendi idari yeteneksizliklerimizi, yolsuzluklarımızı, hırslarımızı bir tarafa bırakalım, onların faturasını Türkiye’nin ödemesini beklemeyelim. Çeşitli faktörler ama bilhassa bizim yeteneksiz siyaset mekanizmamız doğurmadı mı bu günkü sorunları? Doğru, Ankara’da maaşının kaç olduğu sorgulanan başbakanın o hadsiz küçültmeye hadsiz cevabı hoş değildi ama çekilen fotoğraf yanlış mı idi? KKTC’nin işe yaramayan müşavirler ordusu yalan mı? Çalışmadan bilmem kaçıncı maaşı alan, doymayan ilavesini talep eden, devlet dairesinde özel işlerini yürüten insanlarımız yok mu?
Bu saadet düzeni devam edemez. Çözüm olsa da olmasa da bu duruma bir net çizgi çekmek zorundayız. KKTC’yi hiç hazmedemeyen, kuruluşunda ağladı mı bilemem ama hiç aralıksız tıkır tıkır maaşlarını, 13’ncü maaşlarını cebe indirip hiç görev yapmadan sendika ağalığıyla idare eden ve Rum tarafının borazanı olan hatta Rum lideri bir eğitim kurumunda temsil eden anlayış ile ne çözüm öncesi ne de çözüm – olursa eğer – Kıbrıs Türk yönetimi devam edemez.
Gemisini kurtaran kaptan anlayışı bugünkü "barışçı" ve "güzel havadisler veren" çevrelerin ortak özelliği oldu. Bu baharda, bilemedin yazda o da olmadı sonbaharda çözüm bekliyorlar.
Mevcut KKTC cumhurbaşkanı öyle düşünüyor. Ankara’da bazı çevreler de ona inanıyor. Mayıs’ta Rum tarafında parlamento seçimleri var ya, yetiştirmek ve halka anlatmak zor olabilir imiş ondan dolayı federasyon anlaşmasını tamamlama yaza, referandumlar da Eylül’e kalabilirmiş. Zaten görüşmeler "son düzlüğe" gelmiş, bugün yarın nokta konulabilirmiş…
İyi de hangi başlıklarda "tam anlaşma" sağlanmış? Efendim Ekonomi ve Avrupa Birliği, Yönetim ve Güç Paylaşımı başlıkları "bitirme noktasına" getirilmiş. Nasıl yani, Rum tarafı "cumhurbaşkanlığında rotasyonu" kabul etmiş mi? Hayır. Biz vazgeçtik mi? Hayır. Nerede yakınlık?
Ekim ayından bu yana mülkiyet başlığı görüşülüyor. Hani aylar önce BM temsilcisi muştulamıştı ya "Kıbrıs Türkleri ilk sahiplerin söz hakkını kabul etti, büyük ilerleme sağlandı" diye, ne oldu? Bir ay içerisinde bu başlık da tamamlanacakmış? "Dede Korkut masalları" mı desem "Bin bir gece masalları" mı? Nasıl halledeceksiniz "Yuva" kriterini? 1974’de evde yaşayan "ilk ev sahibi" evi "yuva" olarak gördüğünü nasıl ispat edecek? Kaç yıl oturduğuyla mı, ne kadar çok sevdiğiyle mi? İlk ev sahibi ölmüşse, miras hakkı ne olacak? Çocukları mülkte hak talep ederse ne yapacaksınız? Bir şey olmaz demeyin, zaten AB Birinci Hukuku da yapamıyorsunuz anlaşmayı, tem celselik davayla yıkmazlar mı başınıza bu düzenlemeyi? Onu bırakın KKTC’de adam on yıllardır evde oturuyor. Yuvası yani. Onun hakkı ne olacak? Diyelim referandumdan bir ay önce adam öldü, oğlunun, kızının, mirasçılarının hakları ne olacak? "Baban oldu sana sadece helva, başka hakkın yok" mu denecek?
Dönün kurucu liderimiz Rauf Denktaş’ın yoluna, anlayın niye genel mal-mülk takasının tek çıkış yolu ve kaçınılmaz olduğunu?
Efendim hem ilk hak sahibine göre çözüm, hem ikincil hukuk hem de iki bölgeli iki kesimli federasyon birlikte olmaz. Tek mahkeme kararıyla çöker. Zaten toprağının %85’i eski Rum malı olan KKTC’de ilk mal sahibi mal-mülkün geleceğinde ilk söz sahibi olacak ise parametreler ne olursa olsun ne iki kesimlilik ne de iki toplumluluk söz konusu olabilir.
Hem Kıbrıs’ta Türk nüfus oranını ¼ ile sabitleyecek hem adaya gelecek göçmenin Yunanistan ile Türkiye açısından bu oran ile sınırlanmasını kabul edecek hem de Türkiye’ye sanki AB üyesiymiş gibi muamele edileceğinden bahsedeceksin… Bu ancak "Kandır kerizi" siyaseti olur.
Çözümün finansmanı da ayrı bir hikâye. Şimdiye kadar tek kuruş kimse tarafından vaat edilmemekle birlikte, tazminatlar ve yeniden yapılanma için gerekli olacağı varsayılan 18 ile 25 milyar euro civarındaki nakit talebi sanki karşılanmış gibi davranılması çok enteresan. Göç meselesinde Türkiye’ye vaat edilen ve Türkiye’nin çok az bulduğu üç milyar euro destek bir türlü gerçekleşme aşamasına gelmez iken 25 milyar euroya varabilecek Kıbrıs çözüm faturasını AB veya ABD öder mi?
Ama zurnanın tıkandığı nokta esasında garantiler… Duydunuz, Rumlar asla Türkiye’nin askeri varlığı olmayacak, tek yanlı müdahale hakkı olmayacak diyor. Bizim aklı evveller de askeri varlığın gerekmeyeceği, yaptırımlarla sınırlandırılmış AB garantisiyle desteklenmiş yeni bir düzenlemeden bahsediyor. Devamlı fasulye ve nohut yemek çok tehlikeli, gereksiz ve ağrı veren gaz yapar, benden söylemesi.
Dikkat edilirse bütün yazdıklarımın altında iki temel yaklaşım çizgisi var. Birisi kişisel haklar çerçevesinde ve Kıbrıs Türkünü toplumsal olarak azınlık statüsüne kilitleyecek, Türkiye’yi Kıbrıs’tan dışlayacak bir yaklaşım, diğeri ise toplumsal var olmanın şartlarının altını çizen, Türkiye garantisi yoksa ben de yokum diyen bilinçli bir duruş…
Bu kadar net aslında… Ya kişisel onma toplumsal donma, ya da toplumsal var olma. Tercih eninde sonunda Kıbrıs Türkünün önüne gelecektir.