Öncelikli sorumuz, Kıbrıs’ta sorun var mı? Buna tüm tarafların gözünden ayrı ayrı bakarsanız bence sorun kalmadı, huzur ve barış var.

Ergun Mengi

1914 yılında Kıbrıs’ı ilhak eden İngiltere; 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla Dikelya ve Agratur’daki askeri üslerinin bulunduğu bölgelerin tam egemenliğini alarak Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımış ve sorununu çözmüştür. 1933’den beri devam eden protestolar, Türk-Rum X İngiliz sokak çatışmaları sona ermiş ve İngiltere’nin Kıbrıs sorunu kalmamıştır.

Rum tarafından bakıldığında sorun 1964 yılında çözülmüştür. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios 30 Kasım 1963’de sadece Rum Milletvekillerinin oyu ile uluslararası hukukta geçerliliği olmayan Gereklilik Yasası’nı (Anayasa Değişikliği-Law of Necessity) meclisten geçirmiştir. Kıbrıslı Türk Milletvekillerini Temsilciler Meclisinden uzaklaştırmış ve Kıbrıslı Türkleri, kurucu ortaklıktan, azınlık statüsüne düşürmüştür. 

Bu kanuna karşı direnişleri sert bir şekilde bastırmak için 21 Aralık 1963’te Türklere karşı ada çapında katliama başlamışlardır. 24 Aralık 1963 tarihinde Kanlı Noel olarak adlandırılan saldırılar sonunda 364 Kıbrıs Türkü şehit edilmiştir. 
 Ergun-1Barış ortamının bozulması, çatışmaların artması ve Türk parlamenterlerin meclisten uzaklaştırılması sonucu ortaya çıkan kaos ortamında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK-ABD, Sovyetler Birliği, Çin, İngiltere ve Fransa) 04 Mart 1964 tarihinde oybirliğiyle aldığı 186 sayılı kararla, her ne kadar Anayasasına ve Kuruluş Anlaşmalarına aykırı da olsa, Rumlardan teşkil edilmiş mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetini, adanın yetkili ve sorumlu hükümeti olarak, de facto tanımıştır. 04 Mart 1964 tarihinde Kıbrıslı Rumlar için de sorun bitmiştir. 

Yunanistan ise; 21 Nisan 1966 tarihinde, Kıbrıslı Türklerin sindirilerek Kıbrıs’ı Yunanistan'a bağlama amacı güden Akritas Planı’nı devreye sokmuştur. Bu plana göre Türklere yapılan baskılar artmış, 1967’de Rum saldırıları tekrar başlamıştır. 1957, 1962’den sonra 1967 yılında da Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü evlerini topraklarını terk ederek güvenli bölgelere göç etmişlerdir. 15 Temmuz 1974 tarihinde, Yunanistan’daki Askeri Cunta Hükümeti, ENOSİS amacıyla, EOKA-B örgütünün lideri Nikos Sampson ve Kıbrıs Yunan Alayına Makarios’a karşı darbe yaptırarak Ada’da yönetimi ele geçirmiştir. Yunanistan için de bu tarihte Kıbrıs sorunu bitmiştir. 

Ancak, Yunanistan’ın yaptığı bu darbe Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin tahammül sınırlarını aşmıştır. Darbeden beş (5) gün sonra 20 Temmuz 1974 tarihinde, Türkiye, Zürih ve Londra Antlaşması'nın IV. maddesine istinaden Barış Harekâtını icra etmiş ve şu anki mevcut harita çizilmiştir. 

1974 Barış Türk Barış harekâtıyla, sadece Türkler için değil, tüm taraflar için Kıbrıs sorunu bitmiştir. Ada, bu tarihten sonra, kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir barış ortamına girmiştir.

Ancak 1974’den itibaren “Kıbrıs Sorunu” daha değişik bir perspektifte dünyanın gündemine girmiştir. 

Bir çok BM çözüm önerilerinden en ciddi olanı, tarafların ilk kez kendi aralarında anlaşabildikleri, sonra halkoyuna sunulan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Planıdır. 
 Ergun1 Annan planına göre yukarıdaki muhtemel haritayı Kıbrıslı Türkler kabul etmiş; en önemlisi Türkiye, KTBK kapsamında Ada’da bulunan askeri güçlerini geri çekmeyi kabul etmiştir. Ancak, 24 Nisan 2004 tarihinde halkoyuna sunulan planı, Kuzey Kıbrıs plana  % 65'le “evet” deyip kabul ederken, Güney Kıbrıs  % 75 ile “hayır” deyip reddetmiştir.  

Kıbrıs’ın AB üyeliğini Annan Planının kabulüne bağlayan AB, Rumların hayır oyuna rağmen, 01 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tüm adayı temsilen AB’ye almıştır. AB, bu kararıyla adanın kuzey yarısında 30 yıldır var olan KKTC’yi gözardı etmiştir. Referandumdan sonra BM ve AB’de KKTC’ye uygulanan yaptırımların kaldırılacağı yönünde vermiş olduğu tüm sözler maalesef unutulmuştur. AB Kopenhagen siyasi kriteri, aday ülkenin komşu ülkeleriyle sınır problemi olmamasıdır. Kıbrıs’ın bırakın komşu ülkeleri, kendi içinde sorunu vardır. Kıbrıs’ta 30 yıldır ayrı yaşayan bölünmüş iki halkın arasında 1964’den beri BM Barış Gücü bulunmaktadır. BM Barış Gücü’nün görev yaptığı bir ülkeyi AB’ye almak, hukuk timsali AB’nin en hukuksuz davranışıdır. Sorun AB için de bu tarihte bitmiştir.
Ada’da yaşayan KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşlarının çözümden beklentisi güvenlik, barış ve huzurdur. aradan geçen 50 yılda Ada’da barış ve huzur ortamı vardır.  

BM’in Barış Operasyonu icra ettiği 71 ülke halen kan gölü içindedir. Sadece Kıbrıs’ta kan akmamaktadır. Adadaki bu barış ortamı, BMBG’nin değil, Kıbrıs Türk Barış Gücü-KTBK’nın başarısıdır. Adada barış yarım yüzyıldır Kıbrıs Barış Harekatı ile sağlanmış ve sürmektedir, o halde BM Barış Gücü de artık adada bulunmasına gerek kalmamıştır. 
KTBK’lerinin yanısıra Türkiye yarım yüzyıldır mağdur olan KKTC’ye maddi destek vermektedir. Türkiye bu yardımın yükümlülüğü kapsamında İngiltere ve Yunanistan olmak üzere G+20 devletlerinden talepte bulunmalıdır. 

KKTC’nin siyasi ve ekonomik sorunları var mıdır? Elbette vardır. Ancak, hangi ülkenin yoktur. Dünyanın cennet vatanında yaşayan KKTC halkının vatanı, egemenliği, barış ve huzuru vardır. Nedir olmayan? Tanınmamak mı? Seyahat engelleri mi? Vatan sahibi olmak, devlet kurmak zor iştir. Bağımsızlığın, refahın, huzurun şifresi “sabırdır”. Bunu akılda tutmak gerekir.  Dünyada yazılıp-okunan 2000’den fazla dil ve dolayısıyla millet varken, BM’de sadece 193 devlet vardır. Devlet kurmak zaman alır, sabretmek gerekir. 

Yeni çözüm önerileri, Türkiye’nin garantisi yerine AB garantisi gündeme getirilmektedir. Yakın tarihte Eski Yugoslavya örneği önümüzdeyken, 2004‘de çözüme hayır diyen Kıbrıs Rum Kesimini tam üye yapan, referandum sonrası yaptırımları kaldırmayan, KKTC’yi 50 yıldır yok sayan AB’ye ne kadar güvenilebilir?

1960’da bir Türkün Başkan Yardımcısı olmasını, Annan Planında ise dönüşümlü olarak Başkan olmasını kabul edememiş olan Rumlar, 1960 anayasal düzenini ve 2004 Annan çözüm önerisini kabul etmemektedir. Nikos Anastasiades'in 2017'de Crans Montana'daki görüşmeleri, üstelik tüm talepleri Mustafa Akıncı başkanlığındaki Türk tarafı tarafından kabul edilmesine rağmen toplantıyı terk eden Rumlar ne istiyor? Rumların istekleri Annan Planının, Crans Montana’nın ve hatta Londra, Zürih Kuruluş Antlaşmalarının da ötesindeyse. O zaman buna “çözüm” denilebilir mi?

Batılı ülkelerin, Kıbrıs’ı tekrar birleştirmek için ortaya koyduğu bu telaşı anlamak mümkün değildir. Tüm dünyayı bölmeye çalışan güçler, kültürü farklı, dini farklı, lisanı farklı, alfabesi farklı, kendi arasında harp etmiş, halen 50 yıldır ayrı ve huzur içinde yaşayan iki halkı neden birleştirmeye çalışmaktadırlar? 

Kıbrıs Türk halkı 1983’den itibaren dünyanın en uzun izolasyonuna tabi tutulmaktadır. Bugün Kıbrıslı Türk seyahat edememektedir. Eğitim yaptığı Üniversitelerin diğer ülkelerde denkliği yoktur. Sporcuları uluslararası müsabakalara katılamamaktadır. Uluslararası hiçbir firma KKTC topraklarında mağaza dahi açamamaktadır. Kıbrıs’ın Türk ve Rum vatandaşlarından 65 yaşından genç olanlar, Birleşik Kıbrıs’ın nasıl olduğunu hatırlamamaktadır. Darbeleri, katliamları, göçleri yaşamamışlardır. Rum bir anne Anastasiadis’in “Ben kızımın lisede Rumcaya çevrilmiş Kıbrıs Türk edebi eserlerini öğrenmesini istemiyorum.  Kıbrıs’ta eğitimleri, kültürleri, tarihleri ve dinleri aynı olmayan iki ayrı toplumdan söz ediyoruz. Ortak hiçbir şeyimiz yok” şeklindeki feryadı, aslında her iki tarafın duygularını ve ortak anlayışını yansıtmaktadır. 

Uluslararası camia, 50 yıllık huzur ve barış ortamını görmemezlikten gelemez ve barışı çöpe atamaz. Adadaki 50 yıllık barış ve huzur ortamını “sorun” olarak görmek, en büyük hata ve yanılgıdır. Kıbrıs, Nobel Barış Ödülüne aday gösterilebilecek bir huzur adasıdır. Çözüm, hâlihazırdaki mevcut statüdür. Yunanların 1974 darbesine karşı sessiz kalan uluslararası camia, yanlışlarından vazgeçerek, modası geçmiş çözüm arayışlarını bırakarak, mevcut barış ve huzur ortamını içeren statüyü kabul etmelidir.