İnsanın anlaşılma çabası yerine, anlam arayışına girmesi daha doğru olabilir mi? Kendi gözlemlerim doğrultusunda şunu söyleyebilirim; insan, belli bir olgunluğa ya da farkındalığa erişene kadar anlaşılma çabası ile çırpınıyor, bu çırpınışların bir süre sonra yarattığı yorgunluk ya da bıkkınlık ile kendini anlamaya yöneliyor.

‘’İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir. ’MEVLANA 

İnsanın anlaşılma çabası yerine, anlam arayışına girmesi daha doğru olabilir mi? Kendi gözlemlerim doğrultusunda şunu söyleyebilirim; insan, belli bir olgunluğa ya da farkındalığa erişene kadar anlaşılma çabası ile çırpınıyor, bu çırpınışların bir süre sonra yarattığı yorgunluk ya da bıkkınlık ile kendini anlamaya yöneliyor.  Karşılaştığımız her insan veya her olay, kendimize dair bir şeyleri fark etmemiz içindir ancak bizi bunu fark etmek yerine, kişilere ya da olaylara odaklanmayı tercih edebiliyoruz. 

Hayat, sürekli hayatta kalma çabası sarfettiğimiz bir oyun alanı gibi bazen ödüller bazen de tuzaklarla dolu…Ödülü kazanan veya tuzağa düşen sen, hiç kendini ve kim olduğunu, neye dönüştüğünü veya dönüşmek istediğini sorguladın mı? 

Bizler anlamak için büyük bir çaba içine girebiliyoruz ancak bu çabayı bizi anlamadığını düşündüğümüz insanları anlamak için ya da onlara hala bir şeyleri anlatmaya çalışırken veriyoruz. Karşılaştığımız insanları, iyi veya kötü diye etiketlemek yerine, onlarla karşılaştığımızda bizde hangi duygu veya düşünceyi harekete geçirdiklerine odaklanmak daha öğretici olabilir. Oysa herkesin bir idrak seviyesi vardır; anlaşılmaya çalışırken karşındaki kişinin idrak seviyesini de hesaba katmalısın ya da seni anlamak zorunda olmadığını kabul etmelisin. Bazen doğru yerde misin, doğru insanlarla mı çevrilisin bunun değerlendirmesini de iyi yapmalısın. Belki de her şey oraya ait olmadığını anlaman için oluyordur ve sen ısrarla orada oyalanıyorsundur. Konfüçyüs’ün çok güzel bir sözü var, tam da bu durumu güzel özetleyen bir söz; ’Konuşmaya değer insanlarla konuşmazsan insanları, konuşmaya değmez insanlarla konuşursan kelimeleri yitirirsin. Sen öyle biri ol ki ne insanları ne de kelimeleri yitir.’’ Konuşmaya değmeyecek insanlarla konuştuğunuzda, insan en çokta kendini yitirir. Ne kadar maruz kalırsanız, kendinizi o kadar karanlığa çekilmiş gibi hissedersiniz. Bence insanlar iki düzlemde yaşıyor; sevgi düzlemi ve korku düzlemi. Korku düzleminde yaşayan insanlar; karanlıktır ve kendilerine yaklaşanları da o karanlığa çekerler. Zihninizde olumsuz duygularla yer işgal ederler ve ruhunuzu karartırlar. Sevgi düzleminde yaşayanlar ise tam tersidir; sizi desteklerler ve onların yanındayken kendiniz daha huzurlu ve dengede   bulursunuz. 

İnsanın insanı anlama çabası kendi farkındalığı boyutundadır. Derin düşünen bir insanın sığ düşünen bir insanı anlamaya çalışması ne kadar zorsa, sığ düşünen bir insanın da derin düşünen bir insanı anlaması o kadar zordur. Aslında burada fark etmemiz gereken şey şu olmalıdır; bulunduğunuz odadaki en zeki kişi sizseniz yanlış odadasınız demektir. Bu örneği vermemin sebebi şu; insan gelişen bir canlıdır ve bu gelişim ruhsal boyutta da olmalıdır. Dolayısıyla gelişim demek öğrendiklerinizle bir üst basamağa çıkmak demektir. Siz aynı yerde kalıyorsanız veya bir basamak aşağı iniyorsanız bulunduğunuz yeri sorgulayın. İletişim halinde olduğunuz insanlar, sizin için ilham kaynağı olmalıdır. Onlarda gördüğünüz ve dikkatinizi çeken şey muhtemelen sizde de olduğu için dikkatinizi çekmiştir ve siz çabanızı bunu keşfetmek adına kullanabilirsiniz. Sonuç olarak neye dönüşmek istediğinize karar verecek olan sizsiniz; dönüştüğünüz şeye razı gelmek zorundasınız çünkü bunlar sizin seçimlerinizin sonucudur. Seçimlerinizi bu çerçevede yapmak daha doğru olabilir. Her zaman doğru seçim yapamayabiliriz, böyle bir zorunluluğumuzda yok ancak dönüştüğünüz şeye göre bu seçimin doğru olup olmadığını anlayabilirsiniz, bu noktada değişmemekte ısrarcı olmak sadece zaman kaybı değildir, bu yanlış seçim kendinizden soğumanıza da sebep olur. İnsanın arasını bozmaması gereken en önemli kişi kendisidir. Her insan kendi nüvesinde olanı yansıtır; Mevlâna’nın ‘’Baktığın benim, gördüğün sensin ‘’sözü manada ne kadar da derin anlamlar taşıyor. Bu sebeple kime baktığımıza değil ne gördüğümüze odaklanmak ve orada bir anlam aramak gerekir.