Gelişen teknoloji ile beraber hepimizin elinde bir cep telefonu ve tablet ile büyüyen sosyal medya çılgınlığına katkıda bulunuyoruz. Gün ve gün artan platformlarda herkes günlük hayatını sanki bir rüya yaşıyormuş, her an mutlu ve refah içinde gibi paylaşımlarda bulunurken neredeyse tuvalete gittiğimizi bile paylaşacak kadar abartılı davranıyoruz. İnsanlar kafelerde, restoranlarda, parklarda, konserlerde resim çekip paylaşmaktan an-ı yaşayamıyor. Konserde, konseri izleyeceğimize videoya çekip sosyal medyada paylaşma telaşı içindeyiz. Hayatın kendi dijital olurken, anı kaçırmak, anıları hafızamıza kaydetmek yerine sosyal medyaya kaydetmek gayreti içinde günü kaçırıyoruz. 
Sosyal medya sadece insanların günlük yaşamlarını yansıtmanın yanında, bir reklam ve tanıtım meydanı da oldu. Bunu maalesef ve maalesef sağlık çalışanları da dahil oldu. Ameliyatta, poliklinikte ve serviste yapılan paylaşımlar bazen çok eğlendirici olabildiği gibi, bazen de gerçekten “brutal” olabiliyor. Hasta olanların iyileşme mutluluğunu paylaşmak değil yapılan, daha ziyade bir ilgi çekme ve tanıtım amacı yansıtıyor. Ameliyata girerken yıkanan cerrahlar, bazen katastrofik ameliyat videoları, botox-dolgu yaparken enjektöre ilaç çekenler, hastasına yemek yapıp getirenler, yağlı ve selülitli bacaklara sofistike cihazlarla masaj yaparken o bacaklarla “selfie” çekenler artık alışılagelmiş paylaşımlar halinde. Tedavisinden ne kadar mutlu olduğunu beyan eden ve doktoru ile sarmaş dolaş poz verenler de cabası. Peki bu tür paylaşımlar gerçekleri ne kadar yansıtıyor? İnsanlar bunlardan ne kadar etkileniyor?
Birinci sorunun cevabı, bu paylaşımların çok abartılı ve taraflı olduğu. Hiç kimse sonuçtan memnun olmayanları paylaşmayacağı gibi, her hastanın durumu da birbirinden farklılık arz eder. Tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Bulgular, tetkik sonuçları ve şikayetler aynı hastalıkta çok değişkenlik gösterebilirken, hastanın tedavisi de aynı oranda değişkendir. 
İkinci sorunun cevabı ise maalesef insanların bu paylaşımlardan çok etkilendiği. O kadar etkili oluyor ki, bir hasta doktorunu seçerken neredeyse sadece sosyal medya platformlarında kaç takipçisi olduğuna göre karar veriyor, ki bu yapılacak en büyük hatadır. Kişinin gerçek hayatta yaptığı işe değil, sosyal medyada ne yaptığına göre karar veriliyor. Yani sanal bir yansıtma söz konusu. Hele bir de doktor dekolteler içinde çok güzel ve alımlı bir kadın ise ya da kaslı ve yakışıklı bir erkek ise “tadından yenmez””. Hemen al randevuyu. O kadar garip sloganları olanlar bile var ki. Bir dönem dolmuşun kasasına “..ükünüz ….ükümüzdür” diye reklam veren üroloji doktoru bile gördük bu ülkede. Kafes dansçısı gibi giyinmiş bir fizik tedavi uzmanı “gelin rahatlatalım” diye reklam vermişti billboard’lara. Yani demem o ki bu işin de suyu çıktı, ama asıl önemli husus hastaların bu yönlendirmelere göre karar vermeleri, hele ki özel muayenehanelerde standart işler için sırf sosyal medya takipçisi fazla olan doktorlara astronomik rakamlar ödüyor olması. 
Halk arasında bir sokak anketi yapsak eminim bu tür paylaşım ve karar verme süreçlerinin etik olmadığı konusunda hemfikir oluruz, ama yapmaktan da geri durmayız. Tıp etiğine uymayan uygulamalar, günlük ahlaki değerlerimizle çakışsa da yine de karar verme süreçlerimizi etkilemeye devam ediyor. Kanunlarda bu tür paylaşımlara yönelik yaptırımlar mevcut aslında. Ameliyathane paylaşımı, yönlendirici ve reklam amaçlı paylaşımlar, hasta beyan paylaşımları ve öncesi-sonrası paylaşımlarına caydırıcı nitelikte cezalar veriliyor. Bu tür paylaşımlara 10.000 TL ceza verilirken, aynı paylaşımlara Ticaret Bakanlığı Reklam Denetleme Kurulu’nca 400.000 TL’ye varan cezalar mevcut. Şikayet olursa tabi. Etik olarak uygun bulunmasa da doktorlar, kendi meslektaşlarını şikayet etmekten imtina ederken, hastaların çoğu durumdan zaten memnun olduğu için “eski tas, eski hamam” işler devam ediyor. 
Bu işten en olumsuz etkilenenler içinde işinde, gücünde, etik çalışan hekimlerde var. Zira, sosyal medyada gördüğü yalan yanlış paylaşımlara inanmış bir hastayı, uygun tedaviye ikna etmek zor olduğu gibi, hastanın istediği tedaviye uygun olmadığınızı anlattığınızda sizi mesleki yetersizlikle suçlamaları da cabası. İnsanlar şunun farkında değil ki, eksik ve yanlış tedaviler onların sağlığını etkilerken, sosyal medya şarlatanlarının da cebini dolduruyor. Sektör o kadar büyük ki, sadece medikal sosyal medya danışmanlığı servisleri var. Yüksek rakamlara sizi sosyal medyada bir doktor olarak fenomene çevirebilirken. Hem de bunu bilgisi ve tecrübesi yetersiz doktorlar için bile başarabiliyorlar “yalan dünyada”.
Sonuç ne olacak peki? Bu işin özetle iki maduru var; biri hastalar, diğeri etik çalışan hekimler. Dikkat ederseniz yazının tamamında etik çalışmak ve hekim kelimelerini beraber kullanırken, genel söylemde doktor dedim. Hekimlik bir sanattır, iş değil. Etik öğeleri içinde barındıran ve toplum faydası için çalışan bir öğedir. Hastalar yanlış yönlendirmeler ve tedaviler sebebiyle madur olurken, maddi açıdan da dezavantajlı hale geliyorlar. Hekimler ise mesleki yetersizlikle dahi suçlanabiliyorlar. Şunu hatırlatmak isterim: her tedavi seçeneği aynı tanılı dahi olsa her hasta için uygun değildir. Bilin ki bir doktor “her hasta için uygun” diyorsa o işte bir bit yeniği vardır ve bu hastanın avantajına olmayacaktır. 
Peki hekim seçerken neye dikkat edilmeli? Tabiki özgeçmişine, yaptığı işlere, akademik geçmişine (ki şart değildir), çalıştığı kuruma ve eğer varsa tedavi ettiği tanıdığınız olan hastalara. Mesleki repütasyon asla sosyal medya repütasyonu değildir. Bir zamanlar bir meşrubat reklamı vardı, rakiplerinin popülerliği ve ürünün kalitesi çatışmasını özetleyen. “İmaj hiçbir şeydir, susuzluk her şey” diye. Aynı durum bura da geçerli diyebilirim.  Doktorunuzu seçerken siz siz olun sadece, sosyal medya üzerinden karar vermeyin, mevzu bahis konu sağlık olunca azami özeni göstermek gerekli, bunu unutmayın!