25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabal Kardeşler adlı üç kız kardeşin öldürülmesiyle sonuçlanan bir şiddet olayıyla hafızalara kazındı. Eşit işe eşit ücret talebi ile başlayan ve sonucu ile bugün bu mücadelenin fitilinin ateşlendiği bir anma.
Canan Güllü
Bu olaydan hareketle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1999 yılında bu günü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti.
Tek cümle ile kısaca ilan edildi dediğim süreç bile aslında uzun mücadeleler sonucunda kazanılmış bir hak.
Bugünleri çok uzun yıllar, tıpkı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde olduğu üzere kutlama olarak görmüş ve etkinliklerimizi bazen çiçekli böcekli tarzda kutlamış bir toplumuz. Hala da bu anlayışta olanların varlığına tanıklık ediyoruz.
Ülkemizde kaynağını toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden alan ev içi şiddet, ne yazık ki yaygın bir sorun olmaya devam ediyor.
2024 Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'na göre Türkiye 147 ülke arasında 124'üncü sırada.
Bu yüzden kadın cinayetlerinde vahşileşen tanımlarla sayısal bir artışın varlığı can yakmaya devam ediyor. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu'nun 2024 yılının 31 Ekim sonu itibariyle yani ilk 10 ayda medyaya yansıyan rakamlardan elde ettiği sonuçlara göre ülkemizde 357 kadın katledilmiştir.
Şimdi size sahadan Aile ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından hem Covid geçirmiş bir ülke hem 10 ili kapsayan ağır sonuçları olan deprem sonrası durumu ortaya koyan, üniversitelerle yapılmış bir araştırma sonuçlarını yazmak isterdim. Ancak son 10 yıldır bu ülkede kadına şiddet ve çocuk istismarı konusunda veri elde etmek ve politika üretmek adına yapılmış herhangi bir araştırma yok. Olmadığı gibi önleyici, koruyucu, kovuşturmacı bir politika üreten İstanbul Sözleşmesi'nden 2021 yılı Mart ayında da imza çekmiş bir ülkeyiz.
Bu nedenle yukarıda rakamlarını yazdığımız kadın cinayetleri üzerine verinin şiddet çeşitliliği açısından kadınların içinde bulunduğu sorunlara çözüm üretmeyen bir bakış açısı ile de mücadele etmek durumundayız.
Fiziksel, psikolojik, ekonomik, dijital şiddet, ısrarlı takip, mobbing gibi çeşitliliği ile karşı karşıya olduğumuz erkek şiddetine eril bakış açısı ile yargı aşamasında cezasızlık sonuçlarının da hüküm sürdüğü bir iklim yaşıyoruz ülkemizde.
Veri konusunda herhangi bir açıklayıcı raporu olmayan, mağdur suçlayıcı bakış açısı kadına şiddet yaratan, aslında kutsal aile yapısı içinde tutulduğunda bu konunun sorun bile olmayacağı hükmünü dile getirmekten çekinmeyen bir iktidar politikası ile katledilmeye devam ediyoruz.
Anayasa'ya göre kadın erkek eşitliğinin sağlanmaması, Anayasa Mahkemesi kararı ile kaldırılan resmi nikah olmadan dini nikahın kıyılması maddesinin yeniden düzenlenmemesi ile çocuk istismarlarının artarak sürmesi, bakım yükü dediğimiz sürdürülebilir istihdamın en önemli argümanı kreş ve yaşlı bakım evleri sayısının artırılmadığı, kürtaj, doğum, nafaka gibi konuların siyasi pazarlık yapılarak günlük politika izlenmesi.
Çocuk bakanlığı ve kadın bakanlığının olmayışı gibi daha birçok yazamadığımız sorunlar nedeniyle varlığını sürdüren bir kadına şiddet gerçekliği içindeyiz.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ekonomik yoksunluğun arttığı dönemlerde, erkek şiddetinin daha baskın olarak yaygınlaştığı bu dönemlerde kadınların mekanizmalara erişimini sağlamak STK'lara, belediyelere, iş dünyasına ve bu sesi duyurabilmek adına medyaya düşüyor.
Tıpkı afet dönemlerindeki "Sesimi duyan var mı?" çağrısı gibi şiddete maruz kalan kadınların seslerini duymak üzere çalışıyor saydığım kuruluşlar. Çözüm üretmek ve bir hayatın daha göz göre göre katledilmesine karşı durmak adına yalnız değilsin diyor birlikte.
TKDF nin işlettiği ev içi şiddet acil yardım hattı numaralarını buraya bırakıyor ve şiddetsiz bir dünya mümkün, kadın kıyımına son verilsin diyorum.
0212 656 96 96 - 0549 656 96 96