Ergun MENGİ
Dr. Ahmet Mahfi Eğilmez’in 2001 yılında yayınladığı ve bugünlerde yeniden güncellediği,
Ergun MENGİ
Dr. Ahmet Mahfi Eğilmez’in 2001 yılında yayınladığı ve bugünlerde yeniden güncellediği,
https://www.mahfiegilmez.com/2021/10/uc-korner-bir-penalt.html sayfasında yer alan bu
yazı, aslında herhangi bir değişiklik olmadan bugünkü futbol anlayışımızı da yansıtıyor. Bu
güzel yazıyı aşağıda bulabilirsiniz.
“Türk futbolcuları topu kornere ya da taca atamazlar. Kalelerine gelen akınları
durdururken topu kornere atmamak için yapmadıkları cambazlık kalmaz. Ve sonunda
kornere çıkmaması için tuttukları topu rakibe kaptırarak gol yenmesine neden olurlar.
Oysa Avrupalı futbolcular başları sıkıştığı anda topu taca ya da kornere atmakta hiç
tereddüt göstermezler. Yıllardır futbol maçlarını izlerim. Yabancıların kornere
çıkarmamak için direndikleri toplar yüzünden gol yediklerini pek görmedim.
Bizimkilerin bu yolla yediği gollerin ise haddi hesabı yoktur. Bunun nedeninin mahalle
maçlarından kaynaklandığını sanıyorum. Mahalle maçlarının yapıldığı apartman aralarına
sıkışmış küçük arsalarda köşeler kaleye yakın olduğu için korner atılamaz ve o nedenle 'üç
korner bir penaltı' kuralı uygulanırdı. Yani bir takım üç kez topu kornere attıysa cezası penaltı olurdu. Dolayısıyla penaltı olmaması için topu kornere atmadan kurtarmak çok önemliydi.
Sanırım çocuk yaşta edinilmiş bu alışkanlık nedeniyle bizim futbolcular topu kornere
atmamaya çabalıyorlar ve o yüzden de gol yiyorlar. Oysa Avrupalı çocuklar mahalle
aralarında değil de antrenman sahalarında futbol oynadıkları için normal korner kuralı
uygulanıyor ve dolayısıyla onlar açısından başı sıkışınca topu kornere atmak bizdeki kadar
büyük sorun oluşturmuyor. Bazı Türk futbolcuların tıpkı Batılı futbolcular gibi davrandığını,
yani sıkıştığı anda topu kornere atmaktan çekinmediğini görünce, insan önce şaşırıyor, sonra onların çoğunun Almanya'da yetişmiş olduğunu, yani 'üç korner bir penaltı' kuralının
olmadığı bir ortamda futbol oynayarak bugüne geldiğini hatırlayınca konunun yetişmeyle
ilgili olduğu sonucuna ulaşılıyor.
Benzer bir durum Türk futbolcuların kendi aleyhlerine verilen her kararda hakeme itiraz
etmelerinde ortaya çıkıyor. Bizim futbolcu 3 metre ofsayta düşüyor, bayrak kaldıran yan
hakeme itiraz ediyor, faul yapıyor, hakem düdüğü çalınca itiraz ediyor, kendisine faul
yapılıyor, hakem faulü verdiği halde bu kez faul yapana niye sarı kart göstermedin diye
itiraz ediyor. Sonunda hakem bu kadar itirazdan bıkıyor ve itiraz eden futbolcuya sarı
kart gösteriyor.
Sanırım hakemin her kararına itirazın temelleri de mahalle maçlarına dayalı. Mahalle
maçlarında genellikle hakem olmaz. Birisi faul yaparsa ya da elle oynarsa öteki takımın
topa en yakın oyuncusu hemen topu kapıp 'faul' ya da 'ent' diye bağırmaya başlar. (El
sözcüğünün İngilizce karşılığı olan hand her nasılsa bizim mahalle futbolu jargonuna
ent diye girmiştir.)
Karşı taraf da başlar bağırıp çağırıp itiraz etmeye. Hakem olmadığı için kim çok
bağırırsa onun dediği olur genellikle. Bazen bağırıp çağırmalar eşit düzeyde olduğu için
kimin haklı olduğu anlaşılamaz ve bu durumda oyun hava atışıyla kaldığı yerden devam eder.
Hiçbir hakemin şimdiye kadar itirazlara bakıp da karar değiştirdiğini görmediğim halde Türk
futbolcuları, mahalle maçlarından kalma alışkanlıkla bu itirazlara profesyonel yaşamda da
devam eder dururlar.
Çocuklukta edindiğimiz bu koşullanmışlıklar yalnızca futbolda değil yaşamın bütün
alanlarında peşimizden ayrılmıyor. Tıpkı sarı kart göreceğini bildiği halde ikide bir hakeme
itiraz eden futbolcu ya da topu kornere atmamak için en tehlikeli yerde rakibe çalım atmaya
çalışan kaleci örneğinde olduğu gibi her konuda gerekli gereksiz risk almayı seviyoruz. Sonra risk realize olup da kaybedince üzülüyoruz. Riskleri düşük düzeyde tutabilmek için bilime
ama yalnızca bilime dayalı eğitim çok önemli. Bunu başaramadığımız sürece ‘üç korner bir
penaltı’ koşullanmışlığından hiç kurtulamayacağız. “