Mehmet Necati GÜNGÖR Hayretten ağzımızı açmış, olanları seyrediyoruz. Bu olanlar normal bir demokraside olsa, o ülkede hükümetler düşer, bakanlar yargılanır. Nitekim, es...

Mehmet Necati GÜNGÖR Hayretten ağzımızı açmış, olanları seyrediyoruz. Bu olanlar normal bir demokraside olsa, o ülkede hükümetler düşer, bakanlar yargılanır. Nitekim, eski Adalet Bakanı Çiçek “bu olanların yüzde biri gerçek olsa kıyamet kopar” demiş. Bizde kıyamet kopmak şöyle dursun, “mış gibi” yapılarak halkın gazı alınmaya çalışılıyor. Ruhsar hanımın umurunda değil meselâ. Süleyman bey deseniz, kendisi hakkında savcılara suç duyurusunda bulunmuş. Ruhsar hanım yolsuzlukla suçlanıyor ama ortalıkta salına salına gezinebiliyor. Süleyman bey ise suç örgütü lideri olarak tanımlanan bir kişi tarafından çeşitli ithamlara tabi tutuluyor. Ruhsar hanım da, Süleyman bey de bakan. Ruhsar hanım için muhalefetin verdiği araştırma önergesi iktidarın oylarıyla reddedildi. Süleyman bey ise, “bakın, hakkımda suç duyurusunda bulundum. Savcılık beni sorgulasın” diyerek kendince meydan okuyor. Şu gerçek ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 148. Maddesine göre bakanları ancak Yüce Divan Sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yargılayabilir. Yani, herhangi bir savcılık soruşturma açamaz. Açsa bile sonuç doğurmaz. Bakanların kendini aklayabilmeleri için tek yol Anayasa Mahkemesidir. Bu da Mecliste, haklarında Soruşturma Komisyonu Kurulmasına, O Komisyonun kararıyla Anayasa Mahkemesine sevk edilmesine bağlıdır. Bunlar yapılmıyor. Bizim gibi saf vatandaşlar da “helal olsun, Süleyman bey hakkında soruşturma açılmasını istemiş” düşüncesiyle kendi kendimizi avutuyoruz. Suç örgütü lideri diye tanımlanan kişi, kendisine Hadi Özışık’la kardeşi Süleyman’ın “bu işi fazla uzatma” diyerek aracılık yaptıklarını açıkladıktan sonra soluğu mahkemede alacaklar gibi görünüyor. Zira, Süleyman bey, her iki gazeteci kardeş hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. “Bunlar bana kumpas kurdular” iddiasında. Sedat bey ise, o gazeteci ile yaptığı konuşmayı kaydetmiş. “Ben aracılık yapmadım” diye yalanlayınca, üstelik “yaptıysam namussuzum” gibi bir yemine sığınınca gazeteciyi kendi görüntüsüyle yalanlayarak gol attı. Yani, çözümsüz olaylarla karşı karşıyayız. Kimin doğru söylediği, yemin kasemlere rağmen tespit edilemiyor. Gazeteci de, Sedat bey de birbirlerine “abi” diyerek hitap ediyorlar. Gazeteci, iki dost arasında kaldığını söyleyerek meselenin öbür yanında Süleyman beyin olduğunu ifade ediyor. İşin özünü çözümleyebilenler şu görüşteler: “Bu işten iktidar fena halde zarar görecek.” Dur bakalım ne olacak? NOT: Yazıyı noktaladığım sırada o gazetecinin çalıştığı yerlerden kovulduğunu öğrendim.