İnsan 1 yaşından itibaren önce aile içinde sonra içinde bulunduğu ortamlardaki diğer bireylerle ilişkiler kuran sosyal bir varlıktır. Deneyimlerimiz doğrultusunda olaylara bakış açımız, olayları yorum...
İnsan 1 yaşından itibaren önce aile içinde sonra içinde bulunduğu ortamlardaki diğer bireylerle ilişkiler kuran sosyal bir varlıktır. Deneyimlerimiz doğrultusunda olaylara bakış açımız, olayları yorumlama şeklimiz çoğu zaman farklı olabilir. Fakat işin garip yanı bizler bazen kendi düşünce biçimimizle karşımızdaki kişilerin ne düşündüğünü tahmin ederiz. Ben buna zihin okuma diyorum; bu şekilde davrandı çünkü şunu demek istedi gibi... Oysa gördüğümüz bir kazayı bile bize sorsalar, bizim gibi olaya tanıklık eden bir çok kişinin olayı anlatma biçimi farklı olacaktır.Basit bir örnek verecek olursak; bazı kelimelere dair tanımlar sorsam, çok farklı yorumlar gelir; örneğin sevgi, değer, adalet, dürüstlük, hoşgörü gibi. Her birinin yeryüzünde yaşayan insan sayısı kadar farklı tanımı vardır. Bizler çoğu zaman iletişimde açık olmadığımız için anlaşılamıyoruz; belki açık konuşmaktan çekiniyoruz, yanlış anlaşılmaktan, karşımızdaki kişiyi kırmaktan yada kaybetmekten korkuyoruz. Sonra dile getirmekte çekindiğimiz sözcükler belki de davranışlarımızda bir takım değişikliklere sebep oluyor ve bu sefer davranış değişikliğimizin anlaşılmamasından dolayı farklı duygular içinde kendimizi bulabiliyoruz. Bu duygular bazen öfke, bazen kaygı, bazen değersizlik duygusu bazen de nefret gibi olumsuz duygular olabilir. Anlaşılmadığını düşünen insan ya anlaşılma çabası ile kendini insanlara anlatmaya çalışırken hırçınlaşabilir, sosyal ilişkileri bozulabilir yada kendi iç dünyasında nasıl olsa anlamıyorlar diyerek yalnız kalmayı seçebilir. Aslında zihin okuma becerimizi biraz olsun bırakabilsek, karşımızdaki insanların davranışlarına o kadar da kırıcı olmayan anlamlar yüklemeyiz.. Bizi üzen karşımızdaki insanların davranışlarından çok onlara yüklediğimiz anlamlar gibi geliyor. Mesela bu konu ile ilgili evli bir çifti ele alırsak; bazı çiftler bazı sorunları konuşmak yerine küsmeyi tercih ederler. Küsen taraf çoğunlukla yüzde yüz haklı olduğunu zannedip, karşı tarafın o konuşmadan neye küstüğünü bilmesini, özür dilemesini veya hatasını kabul edip telafi etmesini bekler. Çoğu zamanda beklediği gibi olmaz bazen partneri gerçekten ne için küstüğünü bile anlamaz, çoğu zamanda bu davranış, alışkanılık haline geldiği için karşı tarafta her zamanki hali düşüncesinin oluşmasına sebep olur. Bu sefer anlaşılmadığını düşünen kişi birde değersizlik duygusu ve bunun yanında hüzün, nefret, intikam, öfke gibi insana hiçte iyi gelmeyen duyguları seçebilir. Bu tarz ilişkiler hemen hemen hepimizin çevresinde vardır ve hep şöyle düşünürüm ne hissettiğini, ne düşündüğünü söylemeden nasıl anlaşılmayı bekleyebilirsin ki? Bu arada herşeyi anlatsanda anlaşılmayabilirsin, bazen seni çok iyi anlayanlar çıkabildiği gibi bazende hiç anlamayanlar çıkacaktır. Neden anlamıyorsun diye kimseyi suçlayamazsın ,bu durum seni ruhsal açıdan sadece yorar. İnsan anlaşılma çabasına girmek yerine kendini anlamak için çaba göstermelidir? Sor bakalım neden bu kadar anlaşılmak için zorluyorsun kendini, altta yatan duygun ne, suçluluk duygusu mu, kaybetme korkusu mu, haklı çıkma çabası mı? Anlaşılma çabası ile haklı olma çabası insanı gerçekten en çok yoran şeyler gibi geliyor. Oysa herkesin idrak seviyesi farklı iken böyle bir beklenti içine girmek ne kadar doğru olur.
‘’İNSANLAR SENİ YANLIŞ ANLADIĞINDA DERT ETME, DUYDUKLARI SENİN SESİN, FAKAT AKLINDAN
GEÇİRDİKLERİ KENDİ DÜŞÜNCELERİDİR.’’
MEVLANA