Hakan ŞANLITÜRK
14 Mayıs’ta seçim var. Millet sandığa gidecek gereğini yapacak. Takke düşecek, kel görünecek. Herkes de milletin verdiği karara şapka çıkaracak, saygı duy...
Hakan ŞANLITÜRK
14 Mayıs’ta seçim var. Millet sandığa gidecek gereğini yapacak. Takke düşecek, kel görünecek. Herkes de milletin verdiği karara şapka çıkaracak, saygı duyacak. Aksi bir durum düşünülemez.
AKP sayesinde seçim dönemlerinde alışık olduğumuz ‘tarafsızlık gereği’ atılması gereken adımlar rafa kalktı. Zira her seçim öncesi, İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanları ‘adil seçim’ olması için değişir yerine tarafsız isimler atanırdı. Hukuk problemli AKP iktidarı bu düzeni de bozdu.
Yine seçimler sırasında adayların, liderlerin televizyon ekranlarında düello yapmalarını da unutturdu. “Bizden olanlar yaşasın, olmayanlar ölsün” ifadesinin siyasette vücut bulan halidir AKP. Ve inanın hiç de hoş bir tutum değildir bu.
Ben öteden beri koca ülkenin bir kişinin iki dudağı arasına sıkıştırılmasına karşıyım. Hele de bu kişi demokrasi özürlü bir profil ise, iş daha da tehlikeli bir hale bürünür. Bugünkü durum aynen böyledir.
Merak ediyorum; Erdoğan tekrar kazanırsa ve “damadını veya oğlunu cumhurbaşkanı yardımcısı” yaparsa önünde kim durabilir? Bunun olmayacağının garantisi var mı?
Gazetecilik hayatımda gördüğüm en oportünist liderin Erdoğan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ona yakın diğer isim de Tansu Çiller’dir. İki isim de ‘çıkarları için her şeyi mübah gören’ bir anlayışa sahipler.
Bu eksende Hüdapar ve HDP bağlamında bir iki not paylaşacağım. Bildiğiniz gibi AKP’liler ve Erdoğan yerli, milli kavramlarını dillerinden düşürmezken, HDP’ye de demediğini bırakmıyor. HDP’ye “terörle kol kola” temelinde suçlamalar yöneltiyor.
Bunları savunan bir partinin Hüdapar’la seçime ittifak içinde girmesi düşünülebilir mi? Ama söz konusu Erdoğan ve AKP ise pek ala olabilir. Hüdapar’ın programından aktaralım:
“Olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmelidir. İsimleri değiştirilen yerleşim yerlerine eski adları geri verilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilerek Kürtlerin varlığı anayasal olarak tanınmalı, Türkler ve Kürtler, ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir. Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmi dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır…”
Dehşet savlar var. Normal şartlarda böyle bir partiye izin verilmemesi gerekir.
Erdoğan ve partilileri başka partilere terör odaklı suçlamalarda bulunurken, yukarda bahsettiğim görüşlere sahip bir siyasi anlayışı ittifaklarına almaktan çekinmiyorlar. Programında bölücü olduğunu yazan parti ortak alınabilir mi?
Sırrı Sakık, Abdullah Zeydan, Celadet Gaydani, Leyla birlik.. Bunlar HDP’li.
Peki..
Namık Sakık, Rüstem Zeydan, Sefter Gaydani, Rizgin Birlik kim dersiniz?
Saydığım HDP’lilerin kardeşleri.
Acı ama bu kardeşler hangi partinin adayı biliyor musunuz? AKP’nin adayları…
Oportünizmin en güzel örneği değil mi bu anlattıklarım. Bunları yaparken karşı tarafa çamur atmak ne denli inandırıcı olabilir ki?
Merhum Başbakanımız Mesut Yılmaz kıymeti bilinmeyen liderimizdi. Oportünist ve popülist yaklaşımlara kapalıydı. Halkı aldatmazdı, utanırdı bundan. Adamcağıza bir seferliğine bile 5 yıllık tek başına iktidar vermeyen halkımız şimdi bu çıkarcı siyaset anlayışının pençesinde açlıkla mücadele ediyor. Milyonlarca sığınmacı yüzünden de beka tehlikesi hissediyor.
Tayyip Bey 2002’de, 3 Kasım seçimlerine az bir zaman kala, Mesut Yılmaz’a yakın bir bürokrata “Adamının devri bitti.. Haberin olsun” demişti. Şimdi aynı durumla kendisi karşı karşıya. Aday yapmadığı bir vekil “esaretten kurtuldum” dedi ya.. Böyle neler neler duyacak iktidarı kaybettiğinde. Mesela bir işadamı çıkacak, “ne çektik bundan ya..” diyecek ve yaka silkecek. Bir başkası “oh be dünya varmış” diyecek. İşin acı yanı bunların çoğu da AKP döneminden nasiplenmiş isimlerden oluşacak.