4 Mayıs 2016 önemli bir tarih. Avrupa Birliği Komisyonu Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat olanağı sağlayacak Schengen vizesi ile ilgili kararını açıklayacak.

Mülteci sorununun AB üyelerini beklenenin üzerinde etkilemesi sonucu, Brüksel’deki zirvede Türkiye ile yapılan anlaşma gereği, AB’nin Haziran sonuna doğru vizeleri kaldırılması karara bağlanmıştı.

Türkiye’nin 4 Mayıs’a kadar 72 AB ölçütünü kabul eden uygulamaları yerine getirmesi gerekiyor . Ankara bu kriterlerin henüz tamamını karşılamış değil. Türk tarafı 55 kriterin kabul edildiğini, geri kalan 17 ölçüt ile ilgili çalışmaların kısa süre içinde tamamlanacağını belirtiyor.

Geri kalan 17 kriter oldukça önemli başlıklar taşıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı "içtihat kararlarının" AB üyeleriyle uyumlu hale getirilmesi bunların başında geliyor.

Ayrıca Türkiye’nin örgütlü suçlar ve terörle ilgili yasal düzenlemeleri de AB kriterlerine uygun şekilde ele alması da beklentiler arasında.

Bu düzenlemelerin; mahkemeler, güvenlik güçleri ve kolluk kuvvetleri arasında özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi konuları güvence altına alacak şekilde gerçekleşmesi gerekiyor.

Türkiye’nin tanımadığı AB üyesi Güney Kıbrıs’a, Ankara’nın olumlu yaklaşmasına yol açacak yeni adımlar atması talebi de diğer önemli kriter.

KARŞILIKLI POZİSYON ATAKLARI

Avrupa Birliğinde bir çok başkent Ankara Yönetiminin yukarda sıralanan ölçütlerin çoğunu yerine getiremeyeceği inancında. Bazıları ise "kazara Türkiye bu ölçütleri yasalaştırırsa, işi yokuşa sürmek için bir B planı hazırlığımız olsun" derdinde.

Hatta Macaristan’daki hükümet gibi "mülteci konusunu şantaj olarak kullanan Türkiye’ye tüm kapıların kapatılmasından yana olan" görüşler dile getiren siyasi odaklar da var.

Geçtiğimiz günlerde, AB’nin göçten sorumlu Komisyon üyesi Dimitris Avramopoulos, Türkiye’nin 4 Mayıs’a kadar istenilen kriterleri yerine getireceğine ilişkin olumlu sinyaller geldiğini belirterek şöyle konuştu:

"Türkiye’nin AB’ye olan ihtiyacından daha fazla AB’nin Türkiye’ye ihtiyacının olduğu bir durum söz konusu değil. İki taraf da birbirine aynı düzeyde ihtiyaç duyuyor."

AB yetkilisi, belki de bu sözlerle, Cumhurbaşkanlığı’nın bazı Başdanışmanlarının Avrupa Birliği ve onu oluşturan devletlerin yöneticileri hakkındaki açıklamalarına yanıt vermiş oluyor.

Başdanışmanlar, AB’nin "hastalıklı yapısından dolayı artık ömrünü doldurduğunu" ileri sürerek "yeni bir düzenin" Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde kurulmasının kaçınılmazlığını, yazdıkları gazetelerde ve yaptıkları televizyon programlarında AB’yi ağır bir dille suçlayarak ısrarla anlatıyorlar.

Bu arada Başbakan Davutoğlu da Brüksel’de varılan anlaşma gereğince; AB’nin Türkiye’ye söz verdiği, başta vizelerin kaldırılması konusu olmak üzere, AB’nin yeni isteklerle gelmesi durumunda Türkiye’nin de "geri kabul anlaşması" dahil, yükümlülüklerini rafa kaldıracağını tekrarlamaya başladı.

Mülteci sorununu yerine görmek üzere Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte Gaziantep’e gelen Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk bir soru üzerine "Vize serbestisi için çalışmaları hızlandırdık. Türkiye tüm kriterleri yerine getirdiğinde bu yaz adım atılabilecek" şeklinde konuştu.

AB Başkanı özellikle de başka bir konunun altını çizdi:

"AB toplantılarındaki daimi konulardan biri basın özgürlüğü. Umarım gelecekte ifade özgürlüğü ana konularımızdan biri olmaz."

Merkel de konuşmasında; ifade ve basın özgürlüğünün AB’nin vazgeçilmez ölçütü olduğunu ısrarla yineledi.

Ankara’da bu özgürlükler konusunda şu kısa dönemde nasıl bir yol izleneceğine dair pek bir belirti yok.

"Ankara" derken aslında karmaşık bir siyasal otoriteye atıfta bulunma yanlışlığı yaptığımızın farkındayız.

Cumhurbaşkanının sözlerine baktığımız zaman, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü sorunu yok.Hatta fazlasıyla mevcut.

Başbakan daha dikkatli yanaşıyor gibi bu konulara. Hatta bildiri yayınladıkları için, Beştepe tarafından açıkça suçlu ilan edilen akademisyenlerin tutuklu yargılanmaları Davutoğlu tarafından da eleştirildi.

Erdoğan sürekli Avrupa ile arasına mesafe koymaya çalışırken Davutoğlu daha yakın durmaya gayret eden bir gönüntü veriyor.

Erdoğan’ın Avrupa’daki demokrasi anlayışının "köhnediği" şeklinde bir yaklaşımı içine girdiği danışmanlarının açıklamalarından belli oluyor.

"Bu çağdışı demokrasi anlayışı ülkelerin büyümelerini gerçekleştirecek ekonomik hamleleri engellediği için artık iktidarlara ayak bağı olmaktadır" tezi bu danışmanlarca sürekli gündemde tutuluyor.

MÜSLÜMAN ÜLKELERİN VERDİKLERİ SÖZLER

İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesinin kapanış oturumunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı üye ülkelerin Teşkilata olan aidat borçlarını ödemediklerini açıklamasından sonra söz alan Suudi Arabistan Maliye Bakanının ,verilen paraların gizli kalması gerektiğini ileri sürmesi ilginçti.

Erdoğan’ın parasal yükümlülüklerini yerine getiren ülkenin adlarını okuması da bir çok üyenin hoşnutsuzluğuna neden oldu.. Cumhurbaşkanı uyarılar üzerine konuyu İslami motifli sözlerle bezenmiş bir konuşmayla toparladı.

Erdoğan’ın bu para konusunu basına açık oturumda televizyonların canlı yayınları sırasında gündeme getirmesi ilginçti.

Aradan iki gün geçtikten sonra gazetelerde "Müslüman ülkeler Gazze’ye verdikleri sözü tutmadılar" başlıklı haberi görünce "Sayın Cumhurbaşkanının ısrarında bir bildiği vardı" diye düşündük.

Öyle ya; Türkiye ile İsrail arasında "Mavi Marmara" olayından sonra kesilen diplomatik ilişkilerin yeniden canlandırılması konusu basına sızan haberlere göre, Gazze’ye uygulanan ambargo konusunda patinaj yapmaya başlamıştı.

Haberlere göre; iki ülke arasında, İsrail doğal gazının Avrupa’ya taşınması konusu bile ele alınmış ama gündemin Gazze’ye uygulanan ambargo maddesine gelince, Türkiye’nin "kararlı davranış" sergilemesi üzerine görüşmeler uzamıştı. Hala da son nokta konmadı.

Dönelim Gazze için Müslüman ülkeler tarafından verilen sözlere. 2014’de İsrail müdahalesi sonucu enkaza dönen Gazze Şeridi’nin yeniden yapılandırılması için Dünya Bankası hesaplarında toplanmak üzere ülkelerin yapacakları bağışlar belirlenmişti.

Geçenlerde bir açıklama yapan Dünya Bankası, başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Müslüman ülkelerin bağışta bulunma sözü verdikleri rakamların çok azını bugüne kadar gönderdiklerinin belirtti.

Gazze için Ekim 2014’de Kahire’de düzenlenen bağış konferansında üç yıl içinde 3.51 milyar dolar toplanması ön görülmüştü.

Dünya Bankası’nın raporuna göre Katar, söz verdiği paranın yüzde 15’ine denk gelen 152 milyon dolar aktardı. Suudi Arabistan söz verdiği 500 milyon doların yüzde 10’unu, Birleşik Arap Emirlikleri 200 milyon doların yüzde 15’ini yatırdı. Kuveyt 200 milyon dolar söz vermişken hiç yatırmadı.

Buna karşılık ABD söz verdiği 277 milyon doların tamamını, AB ise 348 milyon doların dörtte üçünü Gazze’ye gönderilmek üzere Dünya Bankasına ulaştırdı.

Evet Türkiye’ye gelince… O da diğer "kardeş Müslüman" ülkeleri yalnız bırakmak istemedi (!) ve vaad ettiği 200 milyon doların ancak üçte birini Gazze’ye gönderdi. Böylece şu sıralarda adeta kader birliği yaptığı Müslüman ülkelerle dayanışma politikasını sürdürdü.

Son günlerde AB ilişkilerinde Sayın Davutoğlu, sürekli "ahde vefa" diye bir "şeylerden" söz ediyor ya nedense Gazze yardımıyla ilgili haberi okurken, aklımıza birden o kavram takılıp kaldı!