Yusuf KANLI Yaşanılan kısıtlı nefes alabildiğimiz bu dönemden etkilenmediğini iddia etmek herhalde kimse için gerçekçi olmayacaktır. Doğrudur, bazıları makamları ve imkanl...

Yusuf KANLI Yaşanılan kısıtlı nefes alabildiğimiz bu dönemden etkilenmediğini iddia etmek herhalde kimse için gerçekçi olmayacaktır. Doğrudur, bazıları makamları ve imkanları gereği salgından ve onunla birlikte hayatımızın parçası olan kısıtlanmalardan daha az etkilenmiş olabilirler. Ancak onlar dahil kimse etkilenmedim diyemez. Geride kalıyor mu salgın ve kısıtlamaları? Sanki öyle bir duruma doğru gidiliyor algısı giderek yayılmakta. 1 Temmuz itibarıyla “eskiye dönüş” olacağı resmen değilse de fısıltı gazetesinde hızla yayılıyor. Korkarım büyük bir hayal kırıklığı yaşamaz ve turizmi, ekonomiyi kurtaracağız derken daha büyük bir dalgaya kapılıp yine sağ çıkabilme savaşına girmeyiz. İnsanın arada bir dinlenmesi, pilleri tekrar doldurması herhalde özellikle depresif salgın dönemlerinde daha da önemli oluyor. Güvenli tatil herkesin hakkı olmalıdır. İşsizliğin, ekonomik sıkıntıların arttığı bir dönemde bile belki uygun kredilendirme ile insanlarımıza bir nefes alma imkanı bulmaları sağlanmalıdır. Geçen hafta başından bu yana ortalama her gün Antalya havalimanına 25,000 turist akıyor. Bu sayının önümüzdeki hafta 50,000’i aşması bekleniyor. Salı niye belirgin gün? O gün Rusya Türkiye’ye turist göndermeye başladı. Antalya plajları henüz boş. Plajlardaki kamelyalar, şezlonglar, kafeler, barlar, restoranlar o kadar boş ki “Aman salgın var, maske, mesafe, hijyen kurallarına uyun” deme ihtiyacını duymuyor kimse. Ancak maskeler fora dolaşan turistleri gördükçe korkuyor insan bu meret tekrar hortlar, salgın tekrar azar mı diye. Nitekim biz 1 Temmuz’da “tam açılma” ve hatta biraz da “saçılma” hayalleri kurarken Dünya Sağlık Örgütü uyarı üzerine uyarı yayınlıyor. Hindistan'da ortaya çıkan Delhi varyantının (B.1.617) şimdiye dek 44 ülkede tespit edildiği, bulaş hızı açısından diğer varyantlardan en az iki kat fazla, ölüm riskinin de yüksek olduğu uyarılıyor. Tabii ki yemeklerin cam perde arkasından otel personeli tarafından servis edilmesi, toplu alanlarda maskeli değilse bile mesafe kuralına uyulması önemli tedbirler gibi görünüyor. Yeterli olacak mı bu tedbirler? DSÖ ısrarla çift aşı olunmasına rağmen kişilerin taşıyıcı olabilecekleri uyarısı ve çift aşı olanlardan PCR istenmeden turist olarak Türkiye’ye seyahat edebilmeleri doğrusu bende endişe doğuruyor. Türkiye’de özellikle Sinovak aşısı olanların hızla üçüncü doz aşı olmaları için planlama yapılması, benzer nedenle de Delhi varyantına karşı etkili olup olmadığı belli olmayan aşı olan turistlerin muhakkak Türkiye’ye seyahatlerinden en fazla 72 saat önce yaptırdıkları PCR test sonucuna göre giriş izni verilmesi uygun olmayacak mıdır? Öte yandan, artan sıcaklar maske kullanılmasını zorlaştırıyor. İnsanlar nefes almakta zorlanıyor. Otellerdeki turistler maskeyi ya hiç kullanmıyor, ya da çene süsü olarak kerhen kullanıyorlar. Otellerin personeli ise ciddi uyarılmış gibi. Herkes maskeli. Ancak, çoğu personel, özellikle genç olanlar, burun dekoltesi modasını çok yakından takip ediyorlar veya hiç takmıyorlar. 20 yaşına daha girmemiş bir animatör, biraz da övünerek, aşıya karşı olduğunu, olmayacağını, zaten bu salgının tümden uydurma olduğuna inandığını söylediğinde tek yapabildiğim “Uzaklaş kardeşim benden, sakın yanıma gelme, kimseye de iki metreden fazla yaklaşma” demek oldu. Gençlik zor iş. Cahillik daha da zor iş. Aymazlık korkunç. Akşam bu arkadaşı diğer animatörler ve birkaç turistle şişe dibi araştırması yapıp eğlendiklerini gördüğümde endişelerimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım. Türkiye’nin yıllık turizm geliri 33 milyar doları aşıp 50 milyar dolar hedefine doğru ilerlerken global salgın nedeniyle 12 milyar dolar seviyesine geriledi. Dünya turistik hareketleri de 1/3 oranına geriledi. Hem Türkiye hem de dünya turizmi de bu krizden çıkış yolları aramaktadır. On milyonlarca dolar değerindeki muazzam gezi (cruise) gemileri amiyane tabirle jilet olma sonuyla karşı karşıya. Türkiye ve dünya turizminde çok ciddi bir kriz yaşanıyor, yarın bu kriz daha da kötü olacak gibi görünüyor. Hayır, karamsarlık etmiyorum. Belirli ve sürekli gelire sahip büyük turizm işletmecileri, otelciler, gezi gemisi sektörü, seyahat şirketleri ve tabii hizmet şirketleri sadece 18 ay civarı bir sürede duran bir dişli ile değil, yarın dişli dönmeye ve hızlanmaya başlayınca, biriken borçlar, faizler ve yapılamayan yatırımların baskısı altında çökmeye mahkum olabilirler. Devletin bu yeni dönemde Akdeniz havzasında en önemli turistik destinasyon olma statüsünü korumak ve ilerletmek için başta ulaşım ve konaklama olmak üzere turizm sektörüne teşvikler getirmesi gerektiğini yazdıktan sonra çok sayıda otel sahibinden “Yetmez” mesajları aldım. Otellerin kapalı, seyahat şirketlerinin, servis firmalarının ve tabii restoranların ve barların kapısına kilit vurulduğu bu uzun dönem boyunca başta elektrik olmak üzere girdi fiyatlarındaki artışın sektörü nefes almada zorladığını vurguluyor bu mesajları yazanlar. Biriken vergilere, bu dönemde uygun şartlarla da olsa alınan ve geri ödenmesi gereken kredilere ve benzeri sorunlara çözüm bulunmaması halinde toplu iflasların kaçınılmaz olabileceğinden bahsediliyor. Tabii ki hepimiz aynı gemideyiz. Turizm gelirlerinin 50 ve hatta daha yukarı bir rakama getirilebilmesi çok önemli. Ancak hem toplum sağlığı hem de turizm sektörü şirketlerinin sağlığı dikkate alınarak ciddi uygulamalar geliştirilmeli. Mesela, booking.com gibi bir yabancı şirket Türkiye’de faaliyetten men edilirken, tüm yerel seyahat acenteliği hizmetlerinin %65’ten fazlasının tek bir firmaya veya onun iştiraklerine ait olması, üstelik o firma sahibinin de turizm bakanı olması hoş bir durum mu? Tekelleşmeye karşı çıkmak amacıyla kurulan bir devlet kurumu var, ama sadece o değil bu konu elbette ki hükümetin de görevi olmalıdır.