Şiire ilkokul yıllarında başladı. Köy ilkokulundan kente geldiğinde karşılaştığı farklılıkla yakalandığı kekemelikten Kuleli Askeri Lisesi›nde Edebiyat öğretmeninin yardımıyla kurtuldu. Harbiye›ye girince Menteş Kampı›ndaki yemin merasiminde, açış konuşmasını yaptı. 20/21 Mayıs olayı sonrasında 1459 Harbiyeli arasında okuldan uzaklaştırıldı, edebiyatla ilgisinin etkisiyle gazetecilik mesleğine yöneldi. Çeşitli gazetelerde görev yapan İsmet Solak ile Zaman Tüneline giriyoruz.
1877/78 döneminde Rumeli ve Balkanlardaki çete baskınları ve kargaşa nedeniyle Anadolu›ya büyük bir göç başlamıştır. Solak ailesinin de içinde bulunduğu Türk boyuna ait 94 köy, Trakya ve Marmara yöresine yerleşir. Padişah Abdülhamit, Osmanlı topraklarına sığınan Oğuzların Kayı Boyu’na bağlı Karabalılar koluna, Kırklareli’nde Beylik Koru diye anılan bölgeyi tahsis eder. Bu kolun önde gelen ailelerinin başında bulunan Ahmet Ağa (Solak) Milli Mücadelede yakın arkadaşları, Tekirdağlı Faik Öztrak ve Edirne›nin ileri gelen ailesi Ağaoğlu›ları ile Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır.
Ahmet Ağa’nın üç oğlu olur. Ortanca oğlu Enver Solak, Yemen savaşında 7 yıl esaret çekmiş Palabıyık Molla Mehmet’in büyük kızı Ayşe ile evlendirilir. Gazeteci İsmet Solak bu çiftin ikinci çocuğu olarak 20 Ağustos 1943 de, Kırklareli’nin önce Ertuğrul Köyü adı verilen, daha sonra Kızılcıkdere köyü adıyla anılan yerde dünyaya gelir.
Solak çocukluğunu şöyle anlatıyor:
"Baba tarafım Rumeli’nin geniş yöresinde yaygın olan Bektaşi tarikatından, anne tarafım da koyu dindar bir aileden gelmiş ama biz barış elçisi bir aileyiz. Atatürk İlke ve devrimlerine sıkı sıkya bağlı, laikliği özümlemiş, hoş görülü bir aileden geliyorum.
Ben doğduğumda babam askermiş. Dedem Türkistan’daki Hoca Ahmet Yesevi’nin el verdiği pirlerden ‘Ulu Pir’in adını vermiş bana. Göbek adım ise Ali imiş. O günlerde İkinci Dünya Savaşı var ve yurt gezisinde olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bizim köyün içindeki şoseden geçiyormuş. Dedem, Milli Mücadele döneminden tanıdığı Cumhurbaşkanına, ‘gel de askerinin oğlunu gör’ diyerek eve davet etmiş. Adımı duyan İsmet Paşa, ‘buna İsmet’i de ilave et’ demiş ve bu ailem için emir sayılmış. Nüfus Kâğıdım çıkarılmış ve ben İsmet Ulu Solak olmuşum. Yani isim babam İsmet Paşa…
KEKEME OLUYOR
Okuma yazma bilerek başladığım ilkokulda bir de sınıf atladım. İlkokulda anneme yazdığım şiirlerimi öğretmenim Edirne’de yayınlanan bir dergide yayımlatmıştı. Bu şiir köyde de beğenilmişti. Tam da o sırada amcam, Kırklareli’ne taşındı. Kuzenimle akranız, ben de onlarla gideceğim diye tutturdum, dördüncü sınıfa, onların yanında kente gittim. Benim konuşmamdaki şive farkından başlayarak, şayak pantolonum, boz renkli önlüğüm okulda alay konusu oldu. Şiirler okuyan, köyün en çalışkan öğrencisi ben, bu olaydan çok etkilendim ve kekeme oldum.
O yıl sınıfta kaldım. Ailem çifti çubuğu bırakıp, Kırklareli’ne taşındı, okul ve ortam değişti, dersleri düzelttim, başarılı bir öğrenci olarak ortaokula geldim ama kekemelik sürüyordu.
Meslek konusunda havacılığı düşünüyorum ama annem, bir akrabası uçak kazasında sakat kaldığı için karşı çıkıyordu. Babamın Pınarhisar Ortaokulu›ndan sınıf arkadaşı olan Binbaşı Ruhi Orbay benim askeri lise istediğimi bildiği için bir gün geldi, ‘haydi gidiyoruz’ dedi. Annem anladı, ‘Ruhi Bey havacı olmasın’ dedi, o da ‘olmayacak, olamayacak’ diyerek güvence verdi. Kuleli Lisesi sınavına gittik. Önce boylarımız ölçüldü. Sınırdan bir santim eksiğim vardı. Ardından yapılan üç bin metre yarışında ikinci geldim, yüksek atlamada 1.35 ile birinci oldum. Beden Eğitimi Öğretmenimiz Necati Bey sınav heyetine ‘bir santim de benden, alın bu kara oğlanı’ dedi, 1959 yılında Kuleliye girdim.
KULELİ ÖĞRENCİSİ
Kuleli, eğitim sistemi, düzeni ile zaten üstün bir okuldur ama benim için çok daha fazlası olan bir yuvadır. Okulun ilk günleri birinci sınıf öğrencilerine, ‘yakınınızdaki bir yaşlının fiziki ve ruhi portresini çizin’ konulu bir kompozisyon ödevi verildi. Ben, Gümülcine’den göçmüş, oğlu ve kızı ile bir barakada yaşayan fakat ‘benim yalancı cennetim’ dediği bahçesine mahalleliyi davet etmekten çok mutlu olan komşumuz Atuş Nineyi anlattım. İki ay kadar sonra sonucu açıklayan edebiyat öğretmenimiz Faruk Çağlayan beni kutladı. Sonra kekemeliğimi öğrendiğinde denizden taş toplayıp, yıkayıp, yanağımın iki tarafına koydu. Haftalarca belli günlerde saatlerce çalıştırdı. Midem bulanıyordu ama sürekli olarak yüksek sesle duvara kitap okuyordum. Yılsonuna doğru kekemelikten kurtulmuştum. «
GÜZEL SANATLARLA TANIŞMA
Kekelemekten kurtulan İsmet Solak, lise ikinci sınıfta Çamlıca Kız Lisesi ile birlikte sahneye koydukları ‘Duvarların Ötesi’ adlı oyunda da başrol üstlenir. Faruk Çağlayan edebiyata düşkün bu öğrencisi ile sürekli ilgilenmektedir, onun Dünya Klasiklerini okumasını sağlar, hatta tiyatro, opera, bale gibi gösterilerden kendisine gelen davetiyeleri de ona verir.
Öğretmeninin yönlendirmesi ile İstanbul Liseleri Edebiyat Kolu Yönetimine de giren Solak burada Saint Josepf’den Ümit Gürtuna ve Pertevniyal Lisesinden gelen Toktamış Ateş’le tanışır. İsmet Solak ülkedeki ilk ihtilali de şöyle anlatıyor.
"27 Mayıs darbesinin ertesi günü, sınavlar bitti ve son sınıfa geçtik. Okul tatil oldu, biz kalabalık bir grup Üsküdar’a indik, evlerimize gidiyoruz. Halk bize büyük ilgi gösteriyor, çevirip öpenler, sarılanlar, omuzlara alanlar, halk mutlu ve coşkuluydu… Kırklareli’nde Kuleliden on kişi kadarız, Kırklareli Orduevinin bahçesi bize de açıldı, tam bayram. Tatil bitti, ben okuldaki atletizm yarışmasında sakatlandım. Yüz metreyi, 11,3 de yapınca damar çatlaması oldu, bir süre hastanede kaldım ama zorlu bir eğitim döneminden sonra Harbiyeli oldum.
Kuleli benim aşkımdır. Harbiye büyülü bir kavramdı ama Kuleli başka bir büyülü sevdadır, hala özlemini çektiğim bir sevda. Muhteşem bir bilim yuvası, unutulmaz bir abide…
Harbiyeli olmak ise ayrı bir duygular, coşkular yumağı idi. Önce İzmir Menteş›e gittik. Yemin edip gerçek bir asker olacaktık. Çadırlarımızı kurduk, ertesi gün yemin töreni yapılacak, protokol gelecekti. Alay Komutanımız ‘dosyanı inceledim, edebiyatla ilgilisin, yarın öğrenciler adına yemin konuşmasını sen yapacaksın’ dedi. Bir takım bilgiler verdi ama ben de hazırlığımı yaptım.‘Yıllar içinde 1919/ aylardan Mayıs/ Samsun ufuklarında bir güneş haykırıyor/ Biz esir olmayız’ diye başlayan ve bir saate yakın süren konuşmamı şiirlerle süsledim. Bilinen şiirlerin yanı sıra ağabeyimin şiirlerinden de aldım. Aslında Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı›ndan cümleler de vardı, ama kimse bilmiyordu ki bunları. Şair yasaklı olduğu için eserleri ortalarda yok, gizlice elden ele dolaşıyor, buna da çok az insan ulaşabiliyor, bu nedenle o günlerde bilen çok az. Bana Faruk Çağlayan hoca vermişti, onun odasında okuyabiliyor orada bırakıp çıkıyordum, konuşmama aklımda kalanları koydum, çok da alkışlandım…"
AYDEMİR OLAYI
Kamp sonrasında Harbiyeliler, okullarına Ankara’ya gelir ve yeni ders yılı başlar. İki yıllık eğitim sonrasında Türk Ordusunun subay kadrosunu oluşturacak gençlerin büyük bölümü derslerini düşünmektedir fakat başka düşünce içinde olanlarda vardır, işte öyküsü:
"20 Mayıs 1963 gecesi, saat 00.30, ertesi günkü Topoğrafya sınavına çalışıyoruz, birden alarm çalmaya başladı, hepimiz bahçeye çıktık.
Yeni teğmen olmuş Aycan isminde bir sporcu var, ‘silahlarınızı kuşanın göreve gidiyoruz’ diye bağırdı. Ben takım kıdemlisi olduğum için, Bölük Komutan Yardımcısı, Üsteğmen Hadi Kantarcı’ya gittim, gülümseyerek, ‘giyinip kuşanın bakalım, hayırlısı olsun’ dedi. Eğitim elbiselerimizi giydik, silahlarımızı aldık ve bahçede toplandık. Bahçede ‘arkadaşlar bir ayaklanma var, siz bunu önlemek için Ankara’da nöbet tutacaksınız’ şeklinde bir ses duyuldu. Hadi üsteğmen bana ‘yanına bir takım al, Tarım Bakanlığı önündeki olaya müdahale et’ dedi ve sadece bana mermi verdi, diğerlerinde silah boş, biz koşar adım yola çıktık. Genelkurmay önünde üç tank vardı. Silah sesleri geliyordu, hatta bir kişi de burada ölmüş, sonradan duyduk. Tarım Bakanlığı önünde ise askeri araçlar duruyordu. At üzerinde de bir subay vardı. Bir başkası geldi, ‘in aşağı o benim atım’ dedi. Öbürü ‘yapmayın komutanım, benim de başımı belaya sokacaksınız’ falan derken adamı attan aşağı aldı ve filmlerdeki gibi bir çırpıda ata çıktı, milli binici Binbaşı Fethi Gürcan olduğunu sonra öğrendim. Müthiş bir süvari subayı idi. Gürcan Binbaşı bize dönerek kamyonlardaki sandıkları gösterdi ve ‘alın bunları’ dedi. Onları okula götürdük. Meğer muhafız Alayının cephaneleri imiş, Mermiler bize dağıtıldı. Koşar adım bulvara indik.
Son hızla Radyo evine gittik. Manzara şöyle; Harbiye ikinci sınıfından iki öğrenci bir subayın kollarına girmiş, diğer ikisi de arkasında adamı itiyorlardı. O da ‘çocuklarım yapmayın, milletimden özür diliyorum, ben sizin olayın içinde olduğunu bilmiyordum’ falan diyordu. İşin aslı da şu; Yeni mezun subaylardan üsteğmen İlhan Baş radyoya el koymuş, stüdyoya girmiş bildiri okuyor. Ali Elverdi isimli subay onu engelleyip inzibatlarla bir odaya hapsediyor. Fakat Harbiyeliler gelip de işler ters dönüp, radyo ikinci kez el değiştirince bu kez de Üsteğmen onu tutukluyor.
RADYO YAYINI VERİCİDEN KESİLİYOR
İçeride spiker Müberra Yetkin vardı, heyecandan kenarda bekliyordu, sigara istedi verdim, ‘ben çok içiyorum, paket bende kalabilir mi?’ dedi, kalsın dedim, Sadece ‘çocuklar bu iyi olmadı’ diyebilmişti. İlhan Baş bildiri okurken bir anda yayın kesildi. Yetkin, ‘vericiden kestiler’ dedi, işler bir daha terse dönmüş oldu…
Radyoevi yanındaki Olgunlaşma Enstitüsündeki öğrenci kızlar dışarı çıkmış, bize çay, kurabiye ikram ettiler. O sırada Mamak Muhabere Okulundan birlik geldi, uçaklar alçak uçuşa geçti, biz yolun karşısındaki dereye mevzilendik. Biz mevzideyiz, sonradan gelen askerler açıkta. Bir Yarbay geldi, ‘çocuklar sakın ateş etmeyin, Sıhhiyede toplanıyorsunuz’ dedi, oraya gittik. Burada, bir üsteğmen ‘silahlarınızı bırakın’ diye bağırınca, sporcu Albay Muhterem Özyurt, olaya el koydu ve ‘Harbiyeli silahını bırakmaz, şarjörlerinizde mermi kalmasın çocuklar’ dedi. Sıraya geçmemizi istedi ve otobüslere bindik, İnzibat Komutanlığına gittik. Burada otobüs içinde ertesi gün öğleden sonraya kadar sadece su içerek bekledik ve ikindi saatinde okula getirildik."
OKULDAN İHRAÇ
Hepsi Ankara’nın çeşitli bölgelerine dağılmış Kara Harp Okulu öğrencileri, daha düne kadar eğitim gördükleri binada artık tutukludurlar.
Kendi yatakhanelerinde gardiyan nezaretinde uyuyan öğrencilerden İsmet Solak bu günleri de şöyle anlatıyor:
"Harbiye’de gece sokağa çıkamayan kırk kişi, hamam tarafına kaçmış, orada da kalmışlar. Onlara ‘Hamamcılar’ derdik. Daha sonra, onlar da dahil sorgulama için iki ayrı Sıkıyönetim Mahkemesi kuruldu. Mamak Muhabere Okulunda kurulan mahkemede Kara Harp Okulu eski Komutanı Albay Talat Aydemir’in yakın arkadaşları ile onunla irtibatta olan 18 Harbiyeli yargılandı, diğer öğrenciler de okulun spor salonuna kurulan Sıkı Yönetim Mahkemesinde yargıç önüne çıktık.
Mahkemede; Hadi üsteğmen, bizlerin konuyu hiç bilmediğimizi söyledi, hatta benim tüm saflığımla ‘İsmet Paşayı tanırım, evini de bilirim orayı muhafaza edeyim’ dediğimi anlattı, Spiker Müberra Yetkin ve radyo önündeki Yarbay da bizlerin hiçbir şeyden haberi olmadığını söyledi. Fakat Harbiye’nin iki sınıfındaki toplam 1459 öğrenci, Disiplin Kurulu kararıyla okuldan ihraç edildi. Mahkeme Eylül ayı başında bitti, bizim için ayrıca Üniversite Giriş Sınavı yapıldı, hemen her mesleğe eleman verdik. Ben zaten aklımda olan, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü yazmıştım, kazandım, hayatımda yeni sayfa açtım.
GAZETECİLİK BAŞLIYOR
Burada Burhan Felek, Abdi İpekçi, Ecvet Güresin gibi ünlü gazeteciler hocalarımızdı, Abdi Bey Güven Taner ve bana iş değil ama gazeteye gitme şansı verdi, böylece mesleği Milliyet Gazetesi’nde
tanıdım. Doğan Özgüden ve Oya Baydar ile bir süre Akşam Gazetesi’nde çalıştım. 1966 yılında Erzurum Kandilli’de Yedek Subaylığımı yaparken açılan sınava katıldım ve Erzurum Radyosu’nda spiker hakkı kazandım. Üç yıla yakın Erzurum’da kaldım, sonra İstanbul›a dönüp Yeni İstanbul Gazetesi’nde işe başladım. 12 Mart Muhtırası verildiğinde Doğan Koloğlu tutuklanacakların listesini görmüş, ben de varmışım. Patron Kemal Uzan’ın desteği ile yurtdışına çıktım. Trende tanıştığım DİSK yöneticilerinden birisi yardım etti, Locarno›da oto boyacılığı işine girdim, daha sonra temizlik firmasında çalıştım, eşim, öğretmenliği bıraktı geldi, birlikte çalıştık. Oğlumun pasaportu olmadığı için, burada kalmıştı, ortalık düzeldi, 1973 yılında döndük.
Siyasi gazetecilik yapmak istediğimden dönüşte Ankara’ya gittik, Teoman Erel ile tanışıyordum, hemen ANKA Ajans’ında işe girmemi sağladı. Uluç Gürkan, Eşref Erdem, Nuri Çolakoğlu, Erdal Çetin, Gül Önet, Uğur Mumcu, Müşerref Hekimoğlu, İlham Kırklar, Ali Polat ve Mustafa İstemi ile bir dönem çalıştık. İsmail Cem’in Ekonomi Politika gazetesinde köşe yazdım, CHP’nin Umut gazetesine yardım ettim, 1977 yılında, Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Genel Müdürü oldum, iktidar değişikliği ile ayrıldım ve mesleğe döndüm. Barış Gazetesi’nde bir süre çalıştım ve 1981 yılında Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosuna geçtim, parlamento Büro Şefliği, Köşe Yazarlığı ve Temsilci Yardımcılığı görevlerinde bulundum, 2004 yılında emekli olduktan sonra da çeşitli gazetelerde yazarlık yaptım, 24 SAAT Gazetesi’ndeki yazarlığım sürüyor."
İsmet Solak 1965 yılında yakın köylüsü Fatma Hanımla yaşamını birleştirdi, çiftin Kubilay ve Zeynep Öyküm adlı iki çocuğu, Su Beliz adında da bir torunu var.