İnanç, Allah’la kul arasında sorgulanamaz bir alandır.
Kişinin veya toplumların neye inanıp, neye inanmayacaklarına karar vermek, inancı tarif etmek ne kişilerin, ne de devletin haddinedir.
Kişi, in...
İnanç, Allah’la kul arasında sorgulanamaz bir alandır.
Kişinin veya toplumların neye inanıp, neye inanmayacaklarına karar vermek, inancı tarif etmek ne kişilerin, ne de devletin haddinedir.
Kişi, inancını aklıyla ve vicdanıyla belirler ve bunun üstünde hiçbir gölge, hiçbir müdahale kabul etmez.
Ülkemizde farklı inançlara mensup on binlerce vatandaşımız yaşamaktadır.
Hepsinin farklı ibadethaneleri vardır, bu ibadethanelerde özgörce inançlarını yaşarlar.
Alevi kardeşlerimizin ibadethaneleri olan cemevleri, ibadethane statüsüne alınmadığından, uzun yıllardan beri tartışma konusudur.
Elektrik faturaları dolayısıyla yeniden tartışılır olmuştur.
Diğer inançlara mensup toplulukların ibadethaneleri ibadethane sayılırken, nedense Cem evleri ticarethane olarak sayılıyor.
Elektrik faturaları da, diğer ibadethanelerden farklı olarak ticarethane tarifesiyle tahakkuk ettiriliyor.
Bu ibadethanelerde neyin alınıp, neyin satıldığı merak konusudur.
Vaktiyle, mezhep taassubundan dolayı Cem evlerini ibadethane saymayıp “cümbüş evi” diye aşağılamaya çalışınlar da olmuştur.
Bu, modern bir topluma yakışmayan, yaralayıcı bir nitelemedir.
Cem evlerinde nasıl ibadet yapıldığı hususu, sünni anlayışa mensup bir vatandaş olarak benim de merakımı çekmektedir.
İlk fırsatta bir Cem evine gidip alevilerin nasıl ibadet ettiklerini görmek isterim.
Tabii ki, yargılamak için değil, anlamak için.
Modern bir çağda, modern ve laikliği ilke edinmiş devletlerle bu tür ayırımları anlamak elbette zordur. İzahı da yoktur.
Kişi, kendi inancını kendisi belirlediğine göre ibadetin nasıl ve nerede yapılacağını belirlemek dışarıdan bakanlara düşmez.
Aleviler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar.
Onlar da bu devlete vergilerini verir, askerlik gibi vatandaşlık görevlerini yerine getirirler.
Peki, bu ayırım neden?
Tarifi olmayan ve yapılamayacak olan bu anlayışı biz de aklımızla, vicdanımızla ve idrakimizle tarif edemiyoruz.
Bunu tarif edenler, tariflerini hangi ilhamla ve delille yaptıklarını ortaya koymalıdırlar.
Devletse devlet, kişi ise kişi.
Bu yasaklamanın gerekçesini hep birlikte açıklamak durumundayız.
Bu çağda hür dünyaya böyle bir gerekçeyi inandırıcı bir şekilde açıklamak da mümkün değildir.
Bırakalım, herkes inandığı gibi yaşasın.
Herkes, Rabbine inandığı gibi ibadet etsin, inandığı gibi yakarsın.
Din günün sahibi yalnızca Allah’tır.
Yargılayıcısı da yalnızca Allah’tır.
Kişileri inancından dolayı yargılama hakkı ne devletlerin, ne kişilerin harcıdır.