Hakan ŞANLITÜRK
Türkiye'de bir süredir dış politika tartışmaları gündemin gerisine düştü. İç politikada ise ateş yüksek. İktidarın ekonomi alanında oldukça sıkıştığı gözleniyor. El...
Hakan ŞANLITÜRK
Türkiye'de bir süredir dış politika tartışmaları gündemin gerisine düştü. İç politikada ise ateş yüksek. İktidarın ekonomi alanında oldukça sıkıştığı gözleniyor. Elektrik, doğalgaz, lpg, benzin, mazot zamları diğer ürünlere de yansıyınca millet yanmaya başladı. Gerçekten de vatandaşların canı çıkıyor. Türk milleti açlıkla sınanıyor.
Bu tablo ortadayken iktidar cenahından gelen açıklamalar öfkenin katlanmasına yol açıyor. Mesela bu pahalılık karşısında Erdoğan 'vatandaş lehine düzenlemeler yaptık' diyebiliyor. İktidar medyasının zamları 'fiyat ayarlaması- düzenlemesi' olarak yansıtması da başka garabet.
Bana sorarsanız, bunlar zam filan değil resmen kazık...
Aslında yönetimdeki hataların temelinde, adaletsizlik, liyakatsizlik ve hepsinden önemlisi politikacıların 'yurttaş politikacı' olmak yerine 'profesyonel politikacı' olmayı tercih etmeleri yatıyor. Siyaset yapan profesyonelleşince ülke ve insanların sorunlarının çözümü mümkün olmuyor. Çünkü profesyonellik menfaat demektir, oportinizm demektir. Kişisel menfaatlerini ülke ve toplum çıkarlarının üstünde tutmak demektir.
Bu realiteye, sistemde denge ve denetleme mekanizmasının olmaması yada işlememesi eklenince Türkiye'nin geleceğine umutla bakmamız zorlaşıyor.
Zamlardan bunalan insanların protesto haklarını kullanmalarına adeta tehditle yanıt veren bir iktidar profiline nerede rastlarsınız? Bu olsa olsa ancak otoriter yönetim altındaki ülkelerde söz konusu olur.
Vatandaş hakkını istemesin diyorlar, insanlar haklarını aramasın istiyorlar. Koyun gibi tokat yedikçe 'yarabbi şükür' desinler beklentisi içindeler adeta. Olacak şey mi bu?
Bu pahalılığı yaratan vatandaşlar mı? Ülkeyi kötü yöneten millet mi? Milletin vergilerini çarçur eden, israftan vazgeçmeyen, siyasi destekçilerini kayıran ve onları besleyen bir iktidara niye kızılmayacakmış? Anlayan beri gelsin…
Bir dostum, “Demokrasilerde en büyük hak; bütçe hakkıdır. Bütçenin ve bütçedeki paranın, hesabını soramazsan hiçbir şeyin hesabını soramazsın. Türk Milleti olarak, bizim helalleşmeye değil, hesap sormaya ihtiyacımız var. Bütçenin hesabını, affedilen verginin hesabını, yanlış yapılan yatırımların hesabını sormaya ihtiyacımız var. İhtiyacımız asla helalleşme değildir” dedi. Haksız mı?
AKŞENER'E KIYAK MI?
Geçelim Erdoğan ve Meral Akşener konusuna…
CHP Kocaeli İl Danışma Toplantısı’nda konuşan CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, Erdoğan'a yönelik çok sert ifadeler kullanmıştı.
Özkoç, "Öyle Cumhurbaşkanlığı koltuğunu, AKP Genel Başkanlığı koltuğunun altına alıp hesap vermeden gideceğini sanıyorsa yanılıyor. Önce benim ölümü çiğneyecek. Fetullah’ın savcısının ardında duracaksın ben FETÖ’cü olacağım sen olmayacaksın. Sen FETÖ’cünün Allah’ısın" demişti.
Bu açıklama oldukça ses getirdi. Erdoğan da rahatsız olmuş olacak ki Özkoç'un kendisine yönelik sözlerine tepkisini 250 bin liralık manevi tazminat davası açarak gösterdi.
Özkoç dava haberine, “Gözümü korkutamazsın, yolumdan döndüremezsin. Canım da malım da param da bu vatana feda olsun” diyerek karşılık verdi.
Türkiye’de sokağa çıkma tartışmaları alevlenmişken Erdoğan'ın muhalefeti hedef alan, "Utanmadan sıkılmadan sokağa döküleceklermiş. Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün 15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi evelallah alırsınız" ifadeleri dikkatleri çekti.
Halbuki muhalefetten kimseye ‘sokağa çıkın’ mesajı gitmemişti. Erdoğan böyle muhalefeti mumla arasa zor bulurdu. Muhalefet sokak devatinde bulunmamasına karşılık Erdoğan’dan gelen sokak tehdidine şaşırdı.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın sokağa çıkmayı, kaos doğmasını istediğini bu oyuna gelmeyeceklerini açıkladı.
Meral Akşener ise ezber bozan bir karşılık verdi Erdoğan’ın sözlerine.
Millet İttifakı taraflarından kimsenin böyle bir söz sarf etmediğini belirten Akşener, "Nereden baksanız acayiplik, nereden baksanız saçmalık. Ben Erdoğan’a derhal bir psikiyatriste görünmesini tavsiye ediyorum. Çünkü halüsinasyon gören bir kişinin tavrı böyle olur” dedi.
Engin Özkoç’a dava açan Erdoğan Akşener’in ‘psikiyatr’ tavsiyesine karşılık vermedi, dava da açmadı. Erdoğan’ın Akşener’e tepki göstermemesi ‘Rize gelini’ olmasından mı yoksa başka nedenden mi kaynaklanıyor doğrusu merak ettim. Eğer bir şey öğrenirsem onu sizlerle paylaşırım.
Lakin… Benzer bir durum İsrail’de de var. Orada konu mahkemeye taşındı. Şu anda İsrail'in muhalefet lideri olan Netanyahu, Olmert'in geçen yıl İsrail medyasına verdiği iki röportajda kendisi, eşi ve büyük oğlunun ‘akıl hastası’ olduğu yönündeki yorumları nedeniyle dava açtı ve 270 bin dolar tazminat talep etti.
Netanyahu’nun sözcüsü, davaya bakan yargıcın uzlaşma teklifinde bulunduğunu açıkladı.
Tel Aviv'deki ön duruşmada, yargıç, Olmert'e, İsrail basınındaki haberlerde yer alan "Başbakan Netanyahu’nun, eşinin ve büyük oğlunun akıl hastalığı düzeltilemez" şeklindeki sözlerini neye dayandırdığını sordu.
Olmert, bu açıklamalarda bulunmadan önce uzmanlara ve Netanyahu ailesine yakın kişilere danıştığını söyledi.
Uzlaşma öneren Yargıç Amit Yariv, Olmert'in, ailenin ruh sağlığı hakkındaki yorumlarının bir gerçek değil, yalnızca bir fikir olduğunu belirtmesini önerdi, Netanyahu'nun sözcüsü de, Netanyahu ve ailesinin bu öneriye sıcak baktığını sözlerine ekledi.
İMAMOĞLU MEVZUSU
Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun “terör teftişi sonucunda sorumlu çıkarsa görevden alınması gerektiğini” belirterek, yine İBB Başkanı iken hapse atılan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın durumu ile benzerlik kurulmasına ‘soysuz kıyas’ dedi. Devlet Bahçeli, “Yanlış olan nedir? Mağduriyet bunun neresindedir? Suç işlemiş, işlenmiş suçlara ortak olmuş, terör örgütüne mali ve siyasi destek sağlamış HDP’li belediye başkanları o halde niye görevden el çektirildi?” diye sordu.
“Belediyeye terörist almanın neresi milli iradenin hükmüdür” diyen Bahçeli, AK Parti MKYK Üyesi Şamil Tayyar'ın “İmamoğlu’nun görevden alınması, hiç hak etmediği pâye olur. 20 yıllık emeklerimize, bu güzel ülkenin geleceğine yazık olur. Lafım, ortaya. İsteyen istediği payı alır” sözlerine, “Lafı ortaya attım isteyen istediğini üstüne alsın diyen çürük yumurta”, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, “Bu şekliyle giderse, Ekrem Bey önümüzdeki seçim İstanbul'a belediye başkanı olmak isterse hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan, emin olun yüzde 50'nin üstünde gelir” sözlerine de, “Sulu göz siyasetçi kaybettiğin itibarını Halk TV ekranında mı arıyorsun?” diyerek tepki gösterdi.
İmamoğlu'na yönelik baskılar… Ekrem Beyi mağdur pozisyonuna sokup prestijini ve halk desteğini katlamasına yol açacak bir adım olarak değerlendirmek mümkün. Kılıçdaroğlu, parti içinde yaşanan adaylık tartışmalarında yanlış pozisyon alırsa kendi ipini çeker. Seçmen Erdoğan'ın karşısında çare olarak İmamoğlu'nu görüyor ve mevcut iktidarı onunla yeneceğine güveniyor.
Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu AKP’nin eski personelidir. Ayrıymış gibi görünseler de aynıdırlar. Üstelik AKP'nin günahlarında pay sahibidirler. Ayrıldık demekle o günahlardan kurtulacaklarını, milletin onlara ümit olarak bakacağını mı sanıyorlar? Millet onlara itibar etseydi Ali Babacan onca dürdüklemeye rağmen yükselirdi, oylarını artırırdı. Millet aslı varken kopyasına niye gitsin ki…
Demokrasilerde iktidara gitmemek üzere gelinmez. Millet siyasi köle pozisyonuna düşürülmez. Ülke ele geçirilecek bir kale gibi görülmez. Yurttaşların vergileri özensiz değerlendirilmez. Hep bana Rabbena denmez. Ben ne söylersem doğrudur moduna girilmez. Açız, geçinemiyoruz, battık diyen vatandaşlar hor görülmez.
20 senelik iktidar neticesinde Türkiye’yi beka sorunuyla karşı karşıya bırakan, milyonlarca sığınmacının ülkeye doluşmasını seyreden, nüfusun çoğunu geçim derdiyle başbaşa bırakan bir iktidarın suçlanması doğaldır.
Seçim beklentisi had safhadadır. Dilerim ki AKP’liler 20 yılın sonunda demokrasinin kerametlerinden az da olsa bir şeyler kapmışlardır.
Kural dışı bir seçim yarışına kimse tevessül etmesin derim. Ortam buna uygun değil, olmamalı da. Demokratik kurallar içinde naif bir seçim yarışı olması gerekiyor.