Hayvan sevgisi üzerine
Sevmek güzeldir. Sevgi, bir toplumu ayakta tutan yüce bir değerdir. Yüce yaratıcı bu değeri öncelikle insana, yanında bir de hayvanlara yüklemiştir. Hayvanı seven, insanı da sever. Tabiatı seven, yurdunu sever. Ağacı sevmek, yeşili sevmek, akarsuyu sevmek… Bunlar hayatımızın en güzel renkleri. Ancak, bu değerleri koruyarak insan olabiliriz. Canlıları sevmek yürek ve merhamet işidir meselâ. Ağacı sevmek de öyle. Bu dilsiz varlıklara sevgi ve merhamet göstermek, insan olmamızın belirleyici işaretleridir. Bekir Coşkun’u yazar olmaktan, insan olmaya yükselten değer buydu. Pako O’nun sayesinde ünlendi. Pako da ona doyumsuz sevgiyi yükledi. Bekir ve değerli eşi Andree Pako ile birbirlerine daha çok bağlandılar. Bir çift tanıyorum. Eski Tüpraş Genel Müdürü Mehmet Savran ve eşi Fatma Savran hanım. İkisi de hayvansever. Kasaptan kemik alıp, özellikle kış günlerinde köpeklerin bulunduğu mahallere bırakıyorlar. Fatma hanım, kuşlar için de çuval çuval buğday alıyormuş. Sevranlar Balıkesirlidir. Balıkesir’deki evlerine gittiklerinde bütün kuşlar pencere kenarlarına yığılırlarmış. Sanki, geldiklerine birbirlerine haber vermişler gibi… Savran, köpeklerin sadakatinden söz ederken şunu anlattı: “Bir gün tek başına yürüyüşe çıkmıştım. Eşim yanımda değildi. Bir köpek karşıma çıktı, uluyan sözü ve arayan bakışlarıyla bana eşimi soruyordu sanki. Nerede, niçin burada değil?” gibi. O köpek, daha sonra iki arkadaşı ile birlikte yürüyüşüme eşlik ettiler. Eski Diyanet İşleri Başkanımızla birlikte Erzurumlu Naim Hoca da çok iyi birer hayvanseverdiler. Eski Başkanla, Ankara’da sık sık buluşuruz. İzmir 2. Caddede gezinirken uyumakta olan bir köpek gördü. Hemen yanına çömelip, doya doya seyretti. Ben de o anı resimledim. Naim Hoca ile kardeş gibiydiler. Naim Hoca eşiyle birlikte Ankara’ya gelir, günlerce Nuri Hoca’nın evinde kalırlardı. Aralarında haremlik selamlık yoktu ama, erkekler ayrı sofrada, kadınlar ayrı sofrada yemeklerini yerlerdi. Bir yaz günü, kapıyı açık bırakmışlar, iki hoca aynı sofrada yemek yiyorlar. Sofra zengin. Zaten Nuri Hocanın eşi Güler hanım çok lezzetli yemekler yapar. Sofralarına birçok kez oturmuşluğum vardır. Komşu köpeği birden, iki hocanın yemek yediği masaya fırlar, köfteleri yemeye başlar. Naim Hoca, Erzurum şivesiyle şöyle der: “Ola, it çoh acıhmış. Duralım, yesin.” İkisi de sofrayı komşu köpeğe bırakırlar. İnsanı sevmek için hayvanı ve tabiatı sevmek gerek. Bütün hayvanseverlere, doğaseverlere saygı ile…Bir yoğurt hikâyesi
Mehmet Necati Güngör
Halk TV’de Serhan Asker’in “Görkemli Hatıralar” programını izliyorum.
Her hafta izlerim.
Cumartesi günün görkemli insanı Aşık Veysel.
Aşık Veysel’in hayatına sığmış olanlar.
Değerli sanatçımız Belkıs Akkale’nin seslendirdiği şiirsel türküler.
Torunu Çiğdem Hanım.
Belgesel ustası Nebil Özgentürk.
Nazım Hikmet, İbrahim Balaban.
Yarın da Bekir Coşkun günüymüş. Sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu güne değerli bir dostumun şakasıyla ayıldım.
Önce bayılmış gibi oldum, sonra ayıldım.
Erkan Kadıoğlu, Erzurum’dan tanıdığım güzel bir insan.
Düzce’de noterlik yapyor.
Kardeşi Prof. Hakan Kadıoğlu, Atatürk Üniversitesinde beyin cerrahı.
Birçok hastayı hayata kavuşturan, insan sevgisiyle meşbu güzel doktorumuz.
Erkancığım, facede paylaştığı şakasında Düzce’deki ofisinin soyulduğundan bahisle hayali hırsıza şu ihtarda bulunuyor:
“Ofisimdeki kamerayı fark etmedin. Görüntülerin ortada. Kırılan kapımı ve çalınan eşyalarımı eski haline getirmezsen, elimdeki görüntüleri polise bildireceğim.” Diyor,
Altına da “hırsız budur” diyerek bir link koyuyor.
Link’e bastığımda kendimi görmez miyim?
Adeta kahroldum, eyvah dedim, rezil olduğumu düşündüm.
Kendisini telefonla aradım.
“Abi, yaptığım bir şakaydı. Hakkınızı helal edin” dedi.
Meğer, o linke basan herkes kendini görmüş.
Yalnız ben değilmişim.
Sohbet ilerlerken, tv’de Aşık Veysel anısına yapılan programı anlattım.
“Ne değerlerimizi neler adına tekmelemişiz. Yazıklar olsun diyorum.”
Kimini inanç adına, kimini ideoloji, kimini etnisite adına.
“Milletimiz bu kadar vefasız değil” diyerek o yoğurt hikâyesini anlattı.
Dedi ki:
“Abi bir kaptaki yoğurdu düşün. O yoğurdun kaymağı dedelerimizdi, şimdi yoklar. Ortadaki katı tabakayı da geç, altı sücük çıkar. Yani, yoğurdun sulanmış hali. Şimdi biz böyle bir devirdeyiz.”
Sonra Belkıs Akkale’nin şu güzel sözünü paylaştık aramızda:
“Kuruş, duruşu bozar.”
Sücüklü bir devirde kuruşlar uğruna ne duruşlar bozuluyor bir anlasak?!
Yorumlar