Halk TV’de yararlı bir program izledim. Programın konuklarından biri, ülkemizin duayen siyasetçisi, eski Meclis Başkanımız Hüsamettin CİNDORUK’tu. Cindoruk hem bilge siyasetçi olarak, hem hukukçu kimliği ile çok önemli uyarılarda bulundu. “Uyarıyorum!” “Geçmişi kurcalayarak zaman kaybetmeyelim. Ülkemiz açsından çok önemli hadiseler cereyan ediyor.” “Amerika komşumuz oldu. Buna dikkatinizi çekmek istiyorum” “Türkiye siyasi Kürtçülükle bölünmek isteniyor. Sınırımızda ABD eliyle bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Asıl dikkat edilmesi gereken durum budur.” “Sınırımızda Arap komşumuz kalmadı. Suriye sınırında bir Kürt devleti inşa edilmek istenirken, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kuruldu bile.” “Amerika’ya karşı değilim. Amerika ile NATO’da müttefikiz ama, daha ilerisi değiliz. Türkiye’nin çıkarlarını titizlikle korumak zorundayız.” Cindoruk’un uyarıları her bakımdan dikkat çekici unsurlar taşıyor. Öncelikle devleti yönetenler, bu uyarılardan kendilerine ders çıkarmak, gereğini buna göre yapmak zorundalar. Cindoruk, bir soru üzerine dokunulmazlıklar üzerine de konuştu. Dedi ki: Dokunulmazlık, parlamentoya aittir, kişilere ait değildir. Misaller verdi. Meclis başkanlığına başladığım günlerde yemin töreninde Leyla Zana ile birlikte bazı milletvekilleri Kürtçe yemin ettiler, Kürtçe konuşmalar yaptılar. Fezlekeleri de ardından geldi. İlgili makamlara yazdığım yazıda teşrii masuniyetin Meclise ait olduğunu belirterek, yeminin Meclis çatısı altında yapıldığını, bunun ilgili milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını gerektirmeyeceğini belirttim. Verdiğim mütalâa, söz konusu milletvekillerinin sonradan yapılan duruşmalarında beraatlarını sağlamıştı. Aynı durum rahmetli Erbakan’ın başına da gelmek üzereydi. Bir grup konuşmasında “kanlı mı olacak, kansız mı” şeklindeki sözlerinde de suç unsuru bulunmuş, hakkında fezleke düzenlenmişti. Aynı gerekçeyle bu fezlekeye de karşı çıktık. Sonradan rahmetliye “Yaptığın doğru muydu?” diye sorduğumda, “doğru değildi, konuşmanın akışı içinde istemeden ağzımdan çıktı.” Dedi. Rahmetli çok iyi dostumdu. Milli bir adamdı. Ölmeden iki ay önce Ayvalık’taki yazlığında ziyaret ettim, karşılıklı helâlleştik. Cindoruk’un dikkat çektiği tehlikeler bu ülkenin geleceğinden sorumlu olan herkesi teyakkuza geçirmeli. “ABD Suriye’de komşumuz oldu. Siyasi Kürtçülükle ülkemiz bölünmek isteniyor.” Bilge politikacımız bu uyarıları yarım asrı aşan siyasi ve hukuki tecrübesiyle yapıyor. Dikkat!

Erbakan

O’nu on yıl önce, 27 Şubat günü kaybettik. Vefatının onuncu yıldönümü dolayısıyla, siyasi takipçisi Fazilet Partisi tarafından güzel bir anma programı düzenlendi. Toplantıya muhalefet liderlerinin tamamı eksiksiz katıldılar. MHP katılmadı. İktidarın büyük kanadı ise bir-iki temsilcisi ile katıldı. Törene katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu güzel bir konuşma yaptı. Yaşadığımız sıkıntılı dönemde bu anma töreni birlik ve beraberliğimiz için bir merhem ve yapıştırıcı nitelik taşıdı. Biz de, Prof. Erbakan’ı rahmetle anıyoruz. 1969 yılında Türk siyasetine yeni bir figür olarak katılan Erbakan’ı o tarihlerde Adalet Partili olan bizler pek tasvip etmemiştik. Ama O’nun “milli görüş” ve “adil düzen” söylemlerinin ne kadar etkili sonuçlar doğurduğunu yıllar önce adım adım izledik ve son olarak kendisini Başbakanlığa götüren süreçte özellikle dar gelirliler için yaptığı ücret artışlarını takdirle izledik. Adalet Partiliydik ama, rahmetli Erbakan’ın Odalar Birliği Genel Sekreterliği görevinden alınmasını uygun bulmayanlardan birisi de bu satırların yazarıdır. Genç bir gazeteci olarak Erzurum’a gelişlerinde verdiği konferansları ilgi ile izlemiştik. Dili dikenli değildi. Yaptığı esprilerle siyasete renk getirdi. İktidara yönelik en sert eleştirisi, “kadayıfın altını kızartmak”tı. Rahmetli Erbakan, milli bir siyasetçi idi. Emperyalizme karşı idi. “Batı Kulübü” olarak nitelendirdiği AB’ye de karşı idi. Avrupa Birliğini “Hıristiyan kulübü” olarak vasıflandırıyordu. ABD ve İsrail’e karşı bilinen katı tutumunu hiçbir zaman terk etmedi. Haklılığı ise yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Erbakan, “milli görüş” tarifi ve “adil düzen” inancıyla milliyetçi-sosyal demokrat bir lider olarak konumlandırılabilirdi. Dönemin konjonktürü içerisinde ne Erbakan kendisini böyle tanımladı, ne karşısındaki partilerin işine geldi böyle bir tanım. Ecevit’le hükümet kurduğunda her iki partiyi de kınayanlar oldu. Bu koalisyonun en önemli meyvesi ise KKTC oldu. Taraflarca “tarihi yanılgı” olarak görülen geçmişe böyle bir koalisyonla sünger çekilmiş de oluyordu. Erbakan’ın Refah Partisi, son olarak DYP ile bir koalisyon kurdu. Kendisini Başbakanlığa taşıyan bir koalisyondu. Özellikle dar gelirli kesimlere yönelik önemli kararlar alındı. Memur ve işçi ücretlerine büyük oranlarda zamlar yapıldı. Ekonomide de kamu kaynaklarının yerinde değerlendirilmesini sağlayan uygulamalar yapıldı. Erbakan’ın öğrencileri olarak siyasete atılan ve onun çizgisinden siyasi rant elde edenler, önce milli görüş gömleğini çıkardıklarını ilan ettiler ve hocalarından koptular. Rahmetli hoca, kendinden kopan öğrencileri “siyasi kaçkınlar” olarak suçladı. Onları hiç affetmedi. Eski öğrencilerine küskün gitti. Hatta, “AKP’ye oy vermek, ABD’ye ve İsrail’e oy vermektir” tespitini yaptı. O’nun çizgisini bu gün en güzel ve samimi şekliyle Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu temsil ediyor. Söz konusu anma toplantısı, bu samimiyetin gerçek bir ifadesidir. Dindar bir liderdi. Mekânı cennet olsun.