Yaşam devam ediyor...
Yusuf Kanlı
Yusuf KANLI
Mardin’e idi niyet. Otellerde yer bulmak ne mümkün? Urfa’ya gidelim dedik. O da imkansız, turistler tüm otelleri doldurmuş. Batman? Ne mümkün? Sonuçta Diyarbakır’a karar kıldık. En son ne zaman Diyarbakır’da idim? Son ziyaretimden bu yana beş yıl mı oldu, daha fazla mı? Diyarbakır çok değişmiş...
Şu açılım denilen samimiyetsiz savrulma dönemindeki perişanlıktan iz kalmamış diyeceğim, yalan olacak. Duvarlarında mermi izleri, devletin yeniden ve neredeyse tıpkısının aynısı toptancı bir yaklaşımla inşa ettiği dükkan ve evlerin ön yüzleri ve maalesef iğrenç bir zevksizliği yansıtan dükkan tabelaları nasıl olağanüstü bir dönemden geçilip geldiğini sergiler nitelikte.
Amacımız dertleşmek, gazetecilikle ilgili bölgesel sıkıntıları birinci elden, meslektaşlarımızdan dinlemek. Sadece bu güzel şehirden değil, Batman, Siirt ve Mardin’den de gelen gazeteci meslektaşlarla da bir araya gelme fırsatı bulduk.
Sorunlar çetrefil. Katman, katman.
Özgür basın talep ediliyor ama Anadolu Ajansı bile doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış. Basın Yayın Genel Müdürlüğü lağvedilmiş, Basın Kartları komisyonu dağıtılmış, Cumhurbaşkanlığı’nda kurulan bir İletişim Başkanlığı kurulmuş, oluşturulması kararlaştırılan yeni Basın Kartları Komisyonu bir türlü faaliyete geçememiş...
Kanun Hükmünde Kararnameler ile gazeteler, mecmualar, ajanslar kapatılmış, gazeteciler işten atılmış. Bugün, yasa gereği, KHK ile işten atılanlar ne kamuda ne özelde kayıtlı çalışamıyorlar. Kısaca, sadece işsizliğe mahkum edilmemişler, adeta “yaşama hakkın yok” denilmiş dünün binlerce memuruna, işçisine, subayına ve gazetecisine. KHK dönemi geçince, ülke olağanüstü halden normale dönünce bu olağanüstü hal dönemi uygulamalarının düzeltilmesi niye mümkün olamıyor?
Hatırlayan var mı? Bir zaman da dönemin Beşi Biryerdesi, Milli Güvenlik Konseyi denilen askeri cunta, 1402’likler yaratmış, yüzlerce profesörü, doçenti, öğretim görevlisini atmıştı üniversitelerden, kamu kurumlarından. Sivil yönetime döndükten sonra yıllar sürmüştü o gaddarlığın sona erdirilip, açılan yaraların kapatılması.
Yaşamak en temel hak. Yaşam hakkına tahdit koymak mümkün mü? Elbette değil, ya da elbette görevi, unvanı, bulunduğu makam ne olursa olsun kimsenin böyle bir yetkiye sahip olması mümkün değil. Özellikle, devletin can alma yoluyla kişileri – nasıl olabileceği düşünülmüş ise – ıslah edebileceği zannıyla uygulanan ilkel idam cezasının kaldırıldığı ülkelerde, kalitesi üzerindeki her türlü yaptırım gücüne rağmen yaşam hakkı dokunulamaz ve doğumla elde edilen haklardandır.
İnsanların fikirlerini paylaşmak şart değil. Okumaz, duymaz, isterseniz kafanızı öteki yana dönersiniz. Hatta, o insanların ne varlığını reddedebilir ve yaşamıyorlarmış gibi yapabilirsiniz. Ama o sizden farklı fikirlere sahip olanlar, size ait düşünceleri paylaşmayanlar hatta tam aksi görüşleri paylaşanlar ve dahası onlara göre de aksi düşüncede olanlar çoğulcu toplum olmanın olmazsa olmazlarıdırlar.
Toplumsal ilerleme dediğimiz olgu ancak ilk başta çok itici, hatta mide bulandırıcı gibi gelebilecek farklı ve yeni fikirlerin çatışması, daha önce hayal bile edilmemiş sentezlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olagelmiştir. Toplumların duymaya alışmadığı değerlendirmeler, belki vatandaşlara ve bilhassa devleti yönetenlere mide spazmları geçirtecek kadar aykırı davranışlar “normal” görünmese de, gelişme ve ilerlemenin gereğidirler. İnsanlar hep aynıyı yaşayacak, yenilikler hep reddedilecek iseydi, insanoğlu bugün hala daha mağara yaşamına mahkum ilkel insanın seviyesine mahkum olmayacak mıydı?
Tahir Elçi’nin öldürüldüğü noktadayız. Dört Ayaklı Minare şahit olarak duruyor sessiz haykırışıyla ve bacaklarındaki mermi izleriyle. Baro Başkanlığı makamına gelebilmiş aydın bir avukatın, sadece Diyarbakır’ın değil, tüm ülkenin önemli bir bireyinin gündüz vakti, sokak ortasında katledilmesi çok büyük bir kayıp. Adına vakıf da kurulsa – ki kuran dostlarına teşekkür – her köşeye heykeli de dikilse, Tahir Elçi maalesef dünde kaldı, katledildi.
Dört Ayaklı Minare’nin gölgesindeki cıvıl cıvıl küçücük bir dükkanda kahvemizi yudumlarken Diyarbakır’dan dostlarla tüm yaşanılan acılara, travmalara rağmen fırsat verildiğinde nasıl insanımızın hayata tutunduğuna şahit oluyoruz bir kez daha.
Ne kadar güzel manzara? İzleri Sur mahallesi duvarlarında duran son operasyondan sonra yakalanan huzur ortamıyla bölgeye akın akın gelen turistler nedeniyle ne Mardin’de, Diyarbakır’da otellerde yer, ne kafelerde oturacak sandalye bulabilmek mümkün.
Yaşam devam ediyor.
Yorumlar