Yusuf KANLI Avrupa bizi kıskanıyor. ABD bize haset ediyor. Avrupa’da, kuzey Amerika’da insanlar enerji kıtlığında, kuyruklarda… Daha çok söz söylendi, tribünlere nutuklar...

Yusuf KANLI Avrupa bizi kıskanıyor. ABD bize haset ediyor. Avrupa’da, kuzey Amerika’da insanlar enerji kıtlığında, kuyruklarda… Daha çok söz söylendi, tribünlere nutuklar atıldı. Acı gerçek bir kez daha bir şekilde “Beni çok ihmal etmeyiniz” diye haykırıverdi, hem Ankara’da hem de taa uzaklarda, Brüksel’de. Gerçeklerin öyle kötü bir huyu var, ister propaganda, ister korku ve hatta Çin’de, İran’da yapılmaya çalışıldığı gibi yasaklamalarla, “milli” sanal ağlarla engellemeye çalışılsın, bir şekilde kardelen gibi çıkıverirler kar yığınlarının altında… “Heyo ben buradayım” diye haykırırlar. Türkiye yeni bir döneme giriyor. İster buna iktidar değişimi zamanı geldi diyelim, ister “Demokrasinin doğum sancıları başladı” gibi ifadelerle romantik takılalım. Gerçek, 10 Batılı büyükelçinin ortak deklarasyonunda, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın karşı taarruzunda yatıyor bir açıdan. Diğer açıdan ise gerçek Salı günü açıklanan Avrupa Birliği Komisyonunun AB Genişleme Paketi ve Türkiye dahil ülke raporlarında. Büyük olasılıkla her açıdan ve her ağızdan gerek Genişleme Paketine gerekse de Türkiye ülke raporuna lanet yağdırılacak ancak durum ne kadar öyle, onu da raporları okuyup değerlendirmek lazım. Aday ülke, görüşme süreci açılması beklenen ülke, katılım görüşme süreci içindeki ülke, görüşme sürecinin durduğu ama hala katılım öncesi ülke ve şimdi lalettayin değilse de maalesef “üçüncü ülke.” Türkiye ülke raporunun özeti bu ve bütün bu üzücü aşamaların hepsi AKP döneminde oldu. 2002'nin gerisine düşüldü. Neredeyse "düşman ülke" statüsüne gireceğiz. Ne dünya Türkiye'yi kıskanıyor edebiyatı ne de bazı sosyal medya trollerinin “Türkiye en hızlı kalkınan ülke, siz sadece olumsuz gelişmeleri görüyorsunuz” suçlamaları durumu kurtarmaya yetmiyor. Osman Kavala’nın gerek uluslararası gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen Gezi olayları nedeniyle tutukluluğunun yıllardır devamı, Selahattin Demirtaş ve daha birçok tutuklu için daha önce uluslararası hukuk kurumları tarafından ve Avrupa Konseyince siyasi amaçlarla özgürlüklerin sınırlandığı iddiasında bulunulması, belediyelerde kayyum “geleneği” hem deklarasyona hem de raporlara yansıdı… Yansımaması bekleniyor muydu? O kadar mı gerçeklerden kopuk bu ülke? Genişleme raporunda, belki de beklenilmesi gerektiği gibi, Türkiye pek yer almazken ülke raporunda üyelik perspektifinden hiç bahis yoktu. Demokratikleşmede başkanlık sistemine geçişten bu yana Türkiye’nin istikrarlı gerilemesi not ediliyor, Cumhurbaşkanlığı’nın tüm yetkilerine rağmen denge ve denetlemeden yoksun olması eleştiriliyor, TBMM’nin gücünün ve etkisinin gerilemesine rağmen Cumhurbaşkanlığının kendinde olmayan yetkileri bile kullandığı, TBMM’de usulünce onaylanmasına rağmen ve İstanbul Sözleşmesinden tek Cumhurbaşkanı imzayla çekilmesi örneği ile eleştiriliyor. Maalesef raporun her sayfasında tek bir vurgu var: Demokraside, şeffaf yönetimde, hukukun üstünlüğünde, ifade ve basın özgürlüğünde gerileme, gerileme, gerileme. Nereden nereye geldik. 2002 sonrası “AB’ye inanan muhafazakar ilerici” bir imajdan, AB ile üyelik perspektifi olan bir ülkeden, bırakın “özel ortaklık” ilişkisini, üyelikten hiç bahsedilmeyen daha çok üçüncü ülkelerle ilişkilere dönüşen bir yaklaşım hakim… Diğer yandan, ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçiliklerinin ortak açıklamasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı uyarınca Kavala’nın serbest bırakılması talep edilmiş ve Kavala davasının sürekli geciktirilmesinin demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine gölge düşürdüğü, davanın adil ve hızlı sonuçlandırılması gerektiği görüşünde oldukları vurgulanmıştı. Şüphesiz elçiliklerden böyle bir açıklama ve sürmekte olan bir davaya açıkça müdahale anlamına gelecek ifadeler Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da vurgulandığı gibi Türkiye’nin iç işlerine müdahale anlamındadır. Bu açıklamayı Avrupa Konseyi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapsa idi belki yine eleştirilebilirdi. Ancak elçiliklerden böyle bir açıklama gelmesi, kınasak ve hatta elçilere “hadleri” bildirilse bile, Türkiye’nin nasıl bir duruma geldiğini göstermesi açısından üzücüdür. Şüphesiz Türkiye ne böyle raporları ne böyle açıklamaları hak edecek bir ülke olmamalıdır.