Orhan GÜRDİL Dünyanın yakından tanıyıp sevdiği mutasavvıf âlim ve şair Celaleddin Rumi’nin en büyük sevgili olarak bildiği Allah’a kavuştuğu gün Şeb-i Aruz yani “Düğün ge...

Orhan GÜRDİL Dünyanın yakından tanıyıp sevdiği mutasavvıf âlim ve şair Celaleddin Rumi’nin en büyük sevgili olarak bildiği Allah’a kavuştuğu gün Şeb-i Aruz yani “Düğün gecesi” olarak kabul edilmiştir. Bu kutsal tören için tarihi Konya’da pek çok etkinlikler düzenlenmiştir. 1273 yılında Allahına kavuşan Celaleddin Rumi, 748.’inci kez, bir kez daha saygıyla, sevgiyle anılacaktır. ZEKİ MÜREN KONYA MACERASI Törenlere muhakkak ki ülkemde yayımlanan pek çok yayın organı sayfalarında geniş yer verip, Muhammed Celalleddin Rumi’yi saygı ile anacaklar ve kutsal şehir Konya’yı tanıtacaklardır. Ben de size Konya ziyaretim ile ilgili geniş bir olayı, daha doğrusu anımı anlatmak istedim. Hoşgörünüze sığınarak… 1955 yılının bir yaz günü, Akşam Gazetesi’nin Sıhhıye’de bulunan binasında (Şimdi o yerde başka bina mevcut, eskisi yıkıldı.) haber notlarımı düzenlerken, hizmetli nefes nefese odama girip, “Ağabey, aşağıda arabanın içinde Zeki Müren seni istiyor” diyerek telaşlı bir hâl içindeydi. Odamdan çıkıp aşağı ineceğim sırada koridorda Çetin Altan ile karşılaştım. Çetin Altan o tarihlerde gazetenin birinci sayfasına ufak fıkra tarzında yazılar yazar, ben de o notları İstanbul’a telefonla yazdırırdım. “Zeki Müren gelmiş, beni istiyor” diyerek, yanından ayrıldım. Zeki Müren o yıllarda Gülhane’de yedek subay eğitimi alıyordu. Cumartesi günü İstanbul’a uğurlamış, Pazar akşamı karşılamak üzere ayrılmıştık. Pazar günü Ankara’da olup beni aramasına bir mana verememiştim. Buna rağmen ben de soluğu kapının önünde beni bekleyen siyah renkte, Desote marka bir otomobilin içinde Zeki Müren’e ulaştım. Aracın önünde şoförün yanında Yıldırım Önal yanında Zeki Müren, arka koltukta ise Ziya Demirel ve Haluk Kurtoğlu oturuyordu. Müren’in şimdi içinde oturduğu onun aracı değildi. Müren’in son model, kanatlı, kalkık kuyruklu, lüks bir otomobili vardı. Uzatmayayım, Müren’in, “Orhancığım, Konya’ya gidiyoruz, bizimle gelir misin?” demesi üzerine soluğu yukarıda yazı işleri müdürünün yanında aldım. Çetin Altan ile oturan yazı işleri müdürünün “Haber ayağına gelmiş, hadi durma, muhasebeye uğra, biraz yolluk al” demesi üzerine, yıldırım hızı ile işleri tamamlayıp, soluğu siyah Desote marka arabanın içinde aldım. Efendim, o yıllarda Devlet Tiyatroları’nda temsil edilen başarılı sahne oyunları çevre illere de giderek, oradaki sanatseverlerle buluşuyordu. “Üçüncü Selim” adlı oyunda Yıldırım Önal harikalar yaratıyor, oyunu bir seyreden bir daha seyrediyordu. Demek bu gece bu muhteşem oyunu Konyalılarla birlikte üçüncü kez ben de izleyecektim. Yola çıktık, Konya Ovası düzlüğünde yola devam ediyorduk. Yağmur yağmış. Güneş toprağı ısıtmış. Beyaz bulutlar ovayı kaplamış. Ortaya doyumsuz bir renkli görüntü çıkmıştı. Zeki Müren’in çok duygulandığını hissettim. Zira bir şiiri için için tekrarlayıp, yeni bir eser besteliyordu. Evet, “Yaşamak zevki verir, ruhuma sonsuz kaderim” şarkısı Konya yolunda bestelenmişti. Zannedersem, Konya’nın bir beldesi olan Cihanbey’e geldik. Zeki Müren, “Biraz dinlenelim” deyince, şoför arabayı bir kahvenin önünde durdurdu. Daha daha çaylarımızı yudumlamadan kasabanın neredeyse kadını, erkeği, çoluğu, çocuğu kahvenin kapısına yığıldı. “Bir demet yasemen aşkımın tek hatırası” adlı plak ise çalmaktan eskimiş, kahvenin sahibi, “Yenisini bulamadık” diye dert yanarken, dışarı nasıl çıkacağız telaşı ile karşı karşıya kaldım. Zeki Müren ve benim için zamanın değeri yoktu ama saat 20.00’de perdeleri açılacak oyunun aktörleri için zaman çok kıymetli idi. Hele Yıldırım Önal’ın makyaj sorunu da vardı. Uzatmayayım, Zeki Müren’den fotoğraf isteyen, maddi yardım talep eden mi, “Ağabey benim sesim de güzel, beni de meşhur et” diyen mi dersiniz… Kalabalığı, kahvenin patronu yara yara Zeki’yi araca bindirdi. Artık zamanla yarışıyorduk. Konya’ya geldiğimiz zaman kalabalık, kalacağımız otelin önünü de doldurmuştu. Neyse, orada da otelin sahibinin sayesinde kalacağımız mekâna girdik. Sanatçılar, biraz yakında olan tiyatroya giderken, Zeki Müren ve ben kalacağımız odaya çıktık. Üç yataklı bu odanın perdesi de yoktu. O yıllarda floresan lambalar yeni çıkmıştı. Pencerenin yanında otel yazan lamba yanıp sönüyordu. Zeki Müren yanında getirdiği çantasından çıkardığı bir takım malzemelerle yüzüne biraz renk kattı. Temsil başlamak üzereydi. Odayı terk edip lobiye indiğimiz zaman, “Hani elma atsan yere düşmez” terimine uygun bir kalabalık, Zeki Müren’i bekliyordu. Dışarı çıkmamız imkânsızdı. Otel kapılarını kapatmış. Karakoldan yardım istemişti. Zeki Müren’in “Beklenen Şarkı” adlı ilk filmi Konya’da üç ay aralıksız oynatılarak izlenme rekoru kırmıştı. Oteli sahibi, gelecek polisleri beklemeden bizi mutfak kapısından başka bir araca bindirerek, tiyatro binasına getirdi. Oyun başlamış, kapılar kapanmıştı. Otelin sahibi Konyalı bir genç olup, sayılan, sevilen biriymiş. Oyunun temsil edildiği salonun kapısının açılması üzerine Zeki Müren ve ben kendimizi bir anda seyircinin karşısında bulduk. O sırada sahnede bulunan Yıldırım Önal, gür sesi ile “Hayvan herifler!” diye bağırmıştı. Çünkü seyirci Zeki Müren’i görünce, ayağa kalkıp alkışlamaya başlamışlardı. Konuklar arasında Konya Valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü, eşleri ve Konya’nın hatırlı kişilerinin yanı sıra, çevre illerden gelen izleyiciler de vardı. Bu arada perde kapandı. Zeki Müren, ben en önde protokole ayrılan yerlerimize oturduk. Alkış kesilmiş ama koca salonda büyük bir uğultu devam ediyordu. Zannedersem Yıldırım Önal’ın “Hayvan herifler!” sözü tartışılıyordu. Perde tekrar açıldı, Yıldırım Önal yine aynı gür sesi ile “Hayvan herifler!” diye bağırmıştı. O replik oyunun bir parçası idi, Zeki Müren ve ben oyunu bir kaç kez izlediğimiz için biliyorduk. Uzatmayalım, oyun bitti. Otele kendimizi polis denetiminde attık. Konyalıların Zeki Müren’e olan bu aşırı sevgisi görülmeye değerdi. Devlet Tiyatrosu sanatçıları oyunun bitiminden sonra otelin lokantasında Zeki Müren ve benim de bulunduğum grup derin bir sohbete dalmıştık. Vakit hayli ilerlemişti. Odalarımıza çekilip, derin bir uykudan sonra sabah olmuştu. Zeki Müren, Celaleddin Rumi’nin müzesini görmek istiyordu. O tarihlerde müze ve Mevla’nın kabri ziyarete kapalı imiş. Yeni bir müze için kapalı olan bu yer, valinin özel izni ile açılıp, ilgililer tarafından Zeki Müren’e bilgi verilmişti. Ben ve Yıldırım Önal birçok tarihi belgelerin paha biçilmez el yazması Kur’anların ve Rumi’nin sandukasının bulunduğu bu yeri 15 dakika gezerken, Zeki Müren sık sık gözyaşlarını silerek, bir buçuk saatte gezdi. Görgüyü temel alan düşünceleriyle dünyanın tanıdığı mutasavvıf, âlim ve şair Celaleddin Rumi, Zeki Müren’i etkilemişti. Ankara’ya dönüşte konumuz hep Mevlana olmuştu. KONYA’YA BİR GELEN 6 KEZ DAHA GELİR Konyalılar, şehirlerine gelen herkese, “Bir kere geldiniz, altı kez buraya yolunuz düşecek” derler. Ben Konya’ya ilk kez Zeki Müren’le gelmiştim. Daha sonra Ahmet Gazi Ayhan , eşi Yıldız Ayhan’la, daha sonra Bedia Akartürk ile bu güzel kenti eşimle tekrar görmek kısmet oldu. Ürdün Kraliyet Ailesi mensubu Prof. Dr. Ömer Şedid ile evli olup Almanya’da yaşayan kızı kardeşim Reyhan Gürdil Şedid ve eşiyle tekrar gelmiştim. “Şeb-i Aruz” törenlerine katılmak için Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği bir grup ile ve son olarak da eşimle birlikte “etli pide” yemek ve hızlı trenin zevkini çıkarmak için bu tarihi, muhteşem şehre gelip gittik. Demek ki Konyalılar’ın, “Altı kere gelinir” sözü doğruymuş. Tam altı kez bu kutsalı ziyaret etmek zevkini tatmıştım. Fırsat bulursam tekrar Konya’ya gitmek istiyorum. Konya bugün orta Anadolu’nun gezilip görülmesi gereken gereken muhteşem kenti olmuştur.