‘’Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur. ‘’  
STEFAN ZWEİG 
Bizler korku kültürü içinde büyümüş çocuklarız. Korku duygusu, bizi endişeye düşüren ilk duygulardan biri olup, doğuşu çocukluğumuza gitmektedir. Yemek yemediğimizde, uyumak istemediğimizde, okula gitmek istemediğimizde, ders çalışmak istemediğimizde, çocukça yaramazlıklar yaptığımızda … korkutularak veya cezalandırılarak, uyumlu olmaya zorlandık bunların birkaçını birçoğumuzun  yaşadığından şüphem yok. 
Korku duygusu, insanın kendisini gerçekleştirmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. İnsanın kendini gerçekleştirmesi nedir? Sürekli duyarız değil mi, ama herkesin farklı bir tanımı vardır. Bana göre her insanın yaratımında bazı kodlar vardır, biz bunların neler olduğunu bilmiyoruz belki de unuttuk, hatırlamak için buradayız. Bizler tüm çabamızı, kendimizi tanımaya çalışmaktan çok toplum içinde kabul edilebilir kişi olmak için gösteriyoruz. Doğduğumuz andan itibaren   bize nasıl yaşamamız gerektiği ile ilgili bir çok şey söylendi ve bu söylemler bizde belki de koşullu sevgi inancını oluşturdu. Söylenenleri yaparsak zarar görmeyeceğimize, sevileceğimize, sayılacağımıza, değer göreceğimize inandık. Çoğu zaman gerçekte ne istediğimizi veya ne istemediğimizi bile dile getiremedik.  
‘’Hayatını garantiye al’’ sözü bana duyduğum en manasız söz gibi geliyor. Biz neyi garanti altına almak istiyoruz? İyi koşullarda yaşamayı mı, yoksa mutlu yaşamayı mı? Kendin olarak yaşamaya korktuğun bu hayatın içinde neyi garanti altına alabilirsin ki; üstelik her an her şeyini kaybetme olasılığın varken. Hayatı iyi yaşamanın bir reçetesi yok; acını nasıl hafifleteceğinin ya da düştüğünde nasıl kalkacağının tarifi yok. Herkesin kendi mutluluk reçetesi parmak izi gibi kişiye özeldir diye düşünüyorum. Bizlere söylenen doğrular, yanlışlar kime göre, neye göre doğru değil mi? Kimse buraya standardize edilmiş bir hayat yaşamaya gelmedi. Bunu bir standardı olsaydı, neden bu kadar çeşitlilikte yaratıldık. 
Kapısı açık, kafesteki kuşlar gibiyiz; kimimiz kapının açık olduğunun bile farkında değilken, kimimiz ya buradan çıkarsam beni daha kötü bir şey bekliyorsa diye bekliyor. Olandan değil olmayandan korkuyoruz. Çoğu zaman içimizde duyduğumuz sesin bile sahibi biz değiliz, kendi kendimizle bile konuşmaya cesaretimiz yokken, kendi hayatımızın içinde bile figüran gibi yaşıyorken sor bakalım kendine yaşıyor musun? İnsanın kendi ile yüzleşmesi, kendinde var olan veya olmayan özelliklerinin farkında olması, yeteneklerini veya özelliklerini gizlemeden ortaya koyması ve beni olduğum gibi kabul ederler mi, severler mi kaygısı yaşamadan yaşaması ne kadar kulağa hoş geliyor değil mi? 
Şimdi bir karar vermelisin önce kendini kabule, seni şartlı olarak hayatında tutan insanlar için kendinden vazgeçme, bu hayat senin hayatın, onu ne şekilde yaşamak istiyorsun ve isteğinle ne kadar orantılı yaşıyorsun bir düşün. Kendin olarak gerçekleştirmek istediğin eylemlerin arkasında korkuya, kaygıya yer bırakma çünkü bazen her şey olması gerektiği gibi yapılsa da sonuçlar istendiği gibi olmayabilir. Sen sadece kendin için gelmedin buraya, varlığınla bir yer kaplıyorsun ancak senin özüne aykırı yaşaman sistemin dengesini bozuyorsa sistem buna izin vermez. Olması gereken olur, olmaması gereken olmaz; ait olmadığın yerlerde savrulmakla zaman kaybetme ait olmadığın yer sana bunu fazlasıyla hissettirecektir, görüşmek istemediğin insanları hayatında tutmakta ısrarcı olma eninde sonunda hayatından çıkacaklardır. Sistem sana iyi gelmeyeni hayatından çıkarır bunu ne kadar süreceğini belirlemek senin deyiminle sabrına bağlıdır, sisteme aykırı yaşamakta ısrar edersen sistemden çıkan sen olursun. Şimdi düşün tekrardan tek seferlik şansını kimden yana kullanacaksın yaratanın yaratımı olan özünden yana mı, yoksa senin yaratımın olan şahsiyetinden yana mı?