Yıl, 1954… Üstün özellikleri olan bir isim, sesi, yorumu ve sahnelere getirdiği yeniliklerle şöhret merdivenlerini jet hızıyla tırmanıyordu. Toplumun zevkle dinleyip merak ettikleri bu genç, çok kısa zamanda sanat, müzik, şov, film, tiyatro sahnelerine besteleri ve çizdiği desenlerden oluşan yapıtlarıyla adını altın harflerle yazdıran Zeki Müren'di. Hepimiz onu “Sanat Güneşi” olarak tanıdık. Sevdik ve bağrımıza bastık. 
Türk ses ve sanat dünyasına unutulması imkânsız yenilikler katarak aramızdan bundan 27 yıl önce ayrılan bu efsane isim ile benim tanışmam da bir hayli ilginç olduğu için bugünkü yazımı “Zeki Müren'le nasıl dost oldum?” başlığı ile sizlerle paylaşmak istedim. 
İstanbul’da basılan tüm yüksek tirajlı gazeteler ve dergiler, bu ünlü isimle röportajlar yapıp sayfalarına aktarmak için adeta birbirleriyle yarışırken yine Türkiye genelinde satışı fazla bir gazete olan Akşam Gazetesi, bir muhabirini bu genç yetenek ile mülakata gönderir. Zeki Müren ile röportajını tamamlayan muhabir “Son bir sorum var” diyerek sanatçıya “Toplum sizin cinsel hayatınızı merak ediyor. Bu konuda ne dersiniz?” der. Zeki Müren bu patavatsız muhabire şu cevabı verir: “Sen yarın ablanı gönder. Bu sorunun cevabını ona vereyim.” Zeki Müren, bu olaydan sonra hiçbir Akşam Gazetesi muhabiriyle görüşmez. 
Yıl, 1954… Ben, gazeteci Orhan Gürdil. Akşam Gazetesi’nin Ankara Sıhhiye’deki 2 katlı binasında sanat, sosyete ve magazin muhabiri olarak görev yapmakta olan, mesleğine aşırı düşkün bir gazeteciyim. Sabah büroya gittiğim zaman o yıllarda Çetin Altan gazetenin birinci sayfasında fıkrası yazıları ile dikkat çekiyordu. Beni karşısında görünce “Hazırlan, hemen İstanbul’a gidiyorsun” deyip beni şaşırttı. 
“Benim İstanbul’da ne işim olabilirdi?” diye düşünürken, Çetin Altan (bir devrin ünlü yazarı) yazımın başında belirttiğim olayı anlatıp Zeki Müren’i bulup oradaki soğukluğu gidermemi istedi. “Birçok yetenekli muhabiri bulunan İstanbul yayın merkezi bula bula beni mi buldu” derken Çetin Altan’ın, “Durma, uğra muhasebeye yolluğunu al ve hemen İstanbul’a hareket et” demesi üzerine söylenenleri derhal uygulayarak atladığım otobüsle soluğu 7 tepeli efsunlu şehirde aldım. 
Her ne kadar olursa olsun şehrin biraz yabancısıydım. Tarlabaşı'nda bir ucuz otele yerleşip koca şehirde Zeki Müren’i aramak için yollara düştüm. Zeki Müren ile söyleşi yapan muhabirin işine son verdikleri için ünlü ismi benim bulmam gerekiyordu. Tikofiş adlı bir tanınmış bir reklam firmasına başvurdum. Aldığım cevap tabii olumsuzdu. Bundan sonra Müren’i bulmak tamamen benim gazetecilik yeteneklerime bağlıydı. 
Genç şöhret, her cumartesi gecesi saat 9 ile 10 arası İstanbul Radyosunda canlı yayına çıkıyordu. Cumartesi günü İstanbul radyosunun kapısında Müren’in hayranlarının arasına katılarak ben de ünlü sesi bekledim. O yıllarda Türkiye’de bir eşi olmayan kanatlı son model pembe bir Amerikan arabayla radyonun kapısında duran Zeki Müren'i şoförü ve radyonun hizmetlileri hayranların elinden güçlükle kurtarıp içeri aldılar. 
El ayak çekilince bir ağacın altındaki bankta oturup sanatçının çıkışını bekledim. Allah'tan yaz ayları idi, üşümedim. Zeki Müren, canlı yayınlanan programını bitirmiş, bir süre sonra yanında bazı arkadaşları ile otomobile binerek bir başka yöne doğru hareket etti. Ben de bir taksiye binerek kuyruklu son model arabayı takip ettim. O yıllarda İstanbul’un ünlü eğlence merkezi olan Cumhuriyet Gazinosu’nun önünde duran araçtan önce Zeki Müren, daha sonra arkadaşları çıkarak gazinonun kalabalık personeli tarafından hazır bekletilen bir masaya oturdular. Zeki Müren’i bir süre dışarıdan izledim. 
Vakit bir hayli ilerlemişti. Eğlence merkezinin kapısında bekleyen arabasına tek başına binen Zeki Müren, Şişli Camisi’nin arkasında Cumhuriyet döneminde yapılmış bir binanın önünde durdu. Şoför, çıkıp binanın giriş kapısının önündeki anahtarıyla açtı. Arkası cam, önü demir motifle kapı demek ki anahtarla açılıyormuş. Zeki Müren’i içeri sokan şoför, bir süre sonra binayı terk ederken binanın ikinci katının lambaları yandı. Demek ki Zeki Müren, bu binada ve ikinci katta kalıyordu. 
Neredeyse gün ağaracaktı. Tarla başındaki otele gitmek gözümde büyüyünce bir kahvenin içine girerek bir bardak çay ve fırından çıkma bir simit ile karnımı doyurdum. Niyetim biraz zaman geçince gidip Zeki Müren'in kapısına dayanmaktı. Öyle oldu. 
Vakit öğlene yaklaşırken kendime çeki düzen verip Müren’in oturduğu binanın kapısına dayandım. İçeri girmem mümkün değildi, kapı anahtar ile açılıp kapanıyordu. Neyse ki o sırada binadan bir kadın köpeğini gezdirmek için dışarı çıkınca ben hemen içeri daldım. İkinci kata gelip kapıyı çaldım. Ev işlerine bakan bir hanım hizmetli beni karşısında görünce şaşırdı. “Dün akşam Zeki Bey ile Cumhuriyet Gazinosu’nda beraberdik. Kendileri bu saatte gelmemi söyledi” deyince kadın “Bir dakika” deyip içeri girdi. Biraz sonra gelip beni oturma odasına aldı. 
Salon, hayli sade idi. Bir koltuğa oturdum, biraz sonra Zeki Müren kırmızı bir gömlek, siyah pantolon ve tüylü terlikleriyle karşımda belirdi. Kaşı, kirpikleri ve dudaklarında sonradan yapılmış ilaveler göze çarpıyordu. Laf aramızda, ben de oldukça yakışıklı ilgi gören bir genç gazeteci idim. Zeki Müren beni baştan aşağı süzdükten sonra “Gazeteci olduğunuzu yardımcım söylememiş olsaydı sizi kabul etmeyecektim. Ayrıca size bugün için randevu vermiş değilim” diye biraz nazlandıktan sonra o da boş bir koltuğa oturarak benimle sohbet etmeye başladı. 
Bu arada yardımcı kadın içeri girip şoförün geldiğini çekim için geç kaldığını söylemesi üzerine Zeki Müren hemen ayağa kalkarak “Beklenen Şarkı adlı ilk filmimin bugün iki ayrı yerde çekimi var. Bir başka gün buluşup rahat rahat konuşuruz” deyip benden müsaade isteyip özür diledi. O günden sonra Sanat Güneşi’miz Zeki Müren ile olan dostluğum sanatçının ölümüne kadar sürdü. Zeki Müren, beni sevmişti, tam vedalaşacağımız sırada “Mecidiyeköy Acar film stüdyolarındaki çekimi sen de izlemek istersen beraber gidelim” deyip beni de pembe renkli arkası kuyruklu arabası ile götürdü. 
Müsaade buyurursanız, çekim yapılan stüdyolarda Cahide Sonku ile olan ilişkilerimi gelecek günlerde size nakli edeceğim. Yine bu köşeden…