Yusuf KANLI
İsveç’e NATO kapısında veto hakkını teslim eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM onaylaması kartını elinde bulundurarak birkaç ay daha “rehin siyasetine” devam etme...
Yusuf KANLI
İsveç’e NATO kapısında veto hakkını teslim eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM onaylaması kartını elinde bulundurarak birkaç ay daha “rehin siyasetine” devam etmeye niyetli ise de, diğer vergilerin yanı sıra acımasız ve insafsız ÖTV zammıyla, devri iktidarlarında Türkiye ekonomisinin ne kadar aciz bir duruma getirildiğini gösterdi
Uluslararası ilişkilerde “Ben yaptım oldu” yaklaşımı sadece ve sadece “güçlünün hukuku” uygulama becerisi olan aktörler tarafından kullanılabilir. Küçük ya da orta boy uluslararası aktörler, ya da Türkiye gibi çok arzu ettiği halde uluslararası alanda fazla gücü olmayan sadece “bölgesel güç” görülebilecek ülkeler de dönemsel olarak kendi çıkarlarına dayalı uluslararası politik emeller elde etmeye çalışabilirler.
Koşullar uygun olduğunda bu afaki beklentilerin hiç olmazsa bir kısmının gerçekleştirilebilmesi de bal gibi mümkündür. Ancak, yüzde yüzü çoktan aşmış enflasyona rağmen, hormonlu TÜİK verileriyle hesap yapmayı tercih edip, seçimden önce emeklilere ayı ve yıldızları vaat eden siyasilerin, seçim geçtikten sonra yüzde 25 neyinize yetmez kafasıyla çay ve simit alacak imkân bile sağlamaması gibi, dönemsel pozisyonlar sadece zaman ve olanak kısıtlı kullanılabilir.
Biat medyası zorda...
İsveç’e NATO kapılarını açan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davranışına biat medyası nasıl anlam vereceğini, nasıl savunacağını keşfetmekte oldukça zorlandı. Ayıp… Cumhurbaşkanının sonsuza kadar “İstemezük de istemezük” diye ayak diretmesini mi bekliyordunuz? Kıbrıs Rum tarafının koskoca Avrupa Birliğini rehin alıp Türkiye politikalarını belirlediğini görüp, biz de NATO’nun politikalarını belirleriz yanılgısına yuvarlanmanın anlamı yok. İşine geldiğinde nasıl AB’nin büyük ülkeleri Rum liderliğini istedikleri boyuta kesip biçme kapasitesine sahip ise, NATO denilen ABD eksenli güvenlik örgütünde ABD’nin arzularına ebediyen kafa tutmanın faturasını ödeyebilecek ülke sayısı kaç tanedir acaba?
Hatırlayan var mı at pazarlığı polemiğini?
Yeni nesil F-16 uçakları, mevcutların yenilenme paketleri ve sair parasını ödeyerek ödüller alarak, kovulduğumuz F-35 programına ve ortak üretimine dönüşün olabilirliği bile konuşulmadan, birkaç “yapacağız, edeceğiz” boş iş birliği vaatleri ama Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen ayrılıkçı örgütlere ABD desteğinin, mesela, durdurulmasının düşünülebileceği sözü bile alınmadan U dönüşü yapıldı. Muhalifler Türkiye’nin vetosundan 10 saatte U dönüşü yaptığını iddia ededursun, yaşanan süreç bir zamanlar oğul George Bush’un “at pazarlığı” polemiğini hatırlatmıyor mu kimseye gerçekten?
İnanılırlık, öngörülebilirlik
Her ne kadar İsveç’e NATO kapısında veto kartını teslim eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM onaylaması kartını elinde bulundurarak birkaç ay daha “rehin siyasetine” devam etmeye niyetli ise de sadece bu hafta akaryakıt fiyatlarına acımasız yansımaları olan, yapmak zorunda kaldığı dev özel tüketim vergisi (ÖTV) ile Türkiye ekonomisinin ne kadar aciz bir duruma getirildiğini göstermedi mi? Bu duruma gelen bir ekonomi hangi kapasite ile “yerli ve milli” edebiyatına devam edebilir? İnanılırlık, öngörülebilirlik alanlarında ciddi şekilde sınıfta kalan bir yönetim var bugün ülkemizde.
Üstelik, her ne kadar 9 ay sonra yerel seçimler varsa da daha seçim yeni geride bırakıldı, iktidar açısından önünde rahat bir beş yıllık dönem var. Mutlak hâkimin “güvenirliliği” ve “inanırlığı” yanında Türkiye’nin müthiş öngörülemez bir ülke haline gelmesi nedeniyle doğrudan yatırımın neredeyse imkânsız hale geldiği, taze para ihtiyacının ancak vadesiz mevduattan hallice “swap” hesaplarıyla geçiştirilebildiği, Hazine kasasının tamtakır değil, ekside olduğu bir durumda halkına “vergi şefkati” uygulamak dışında bir seçeneği kaldı mı bu yönetimin?
Böyle bir yönetimin başındaki değerli kişinin ister İsveç konusu, isterse Türkiye’den birkaç boş vaat, anlamsız övgü karşılığında bugün veya yarın talep edilecek herhangi bir “cömert adımı” atmamakta ne kadar direnebilir?
Bahçeli’nin değerli imkansızlığı
Emekliye de seyyanen aynı zammın yapılmasını talep eden Devlet Bahçeli’yi 50 küsur dakikalık bir görüşme ile hizaya getirmeyi başarabilmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin de paşa, paşa bu durumu kabullenebilmesi ne kadar aciz durumda olunduğunu göstermiyor mu? Nitekim İsveç konusunda yelkenlerin suya indirilmesine de ses çıkaramadı Bahçeli…
Bir zamanlar horlanan, ötekileştirilen, istenmeyen ülkemiz için bugünün MİT müsteşarı kullanmıştı “Değerli yalnızlık” kavramını. Ukrayna gelişmeleri falan derken Finlandiya ve İsveç’in özelde, Batı Avrupa’nın genelde artan güvenlik ihtiyacıyla değeri artsa da iktidarın seçim öncesi savrulan ve savuran kampanya anlayışıyla zaten perişan durumdaki Türkiye ekonomisi bugün kuruşa muhtaç hale geldi, kendi halkına acımasız vergi zamları uyguluyor. Bu duruma partisi ve halk önünde ses çıkarmak zorunda kalan Bahçeli ise gerek zamlar gerekse de İsveç’in talep edilen hiçbir konuda ilerleme olmadan NATO üyeliğine kapının açılmasına iktidarı paylaşmaya devam adına “değerli bir imkansızlığa” mahkûm oluyor.
Durum budur.