Son günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öne çıkan başdanışmanlarından Cemil Ertem’in 3 Mayıs tarihli Milliyet Gazetesindeki köşesinde "Şaşırmaya Devam Edeceksiniz" başlıklı yazısı yayınlandı.
Ertem bu yazısında, Amerika-Suudi Arabistan ilişkilerinden konuya girerek yeni bir dünya dengesinin "kuruluş ipuçlarını" sıralıyordu. Veliaht Prens Selman’ın "Ulusal Dönüşüm Planı ve Vizyon 2020" stratejisine göre; dolara dayalı para sistemi tarihe karışacak ve S.Arabistan Amerika" hegemonyasından" kurtularak hem kendisi hem de dünya ekonomisi için çok önemli bir adım atacak bu stratejiye göre.
Aralarında Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı liderlerin, bu yeni "kalkınma paradigmasına" katılarak, 2.Dünya Savaşından sonra kurulan ekonomik hegemonyaya bayrak açtıklarını dile getiren Başdanışman görüşlerini şöyle sürdürüyordu:
"Öte yandan hem Kara Avrupa’sı hem de Anglosakson tarafındaki geleneksel siyasi akımlar yeni liderler üretemiyor. Çünkü buralardaki ana siyasi akımlar, içine girdikleri krize uygun politikalar üretmekten aciz.
Kara Avrupa’sındaki sosyal demokrat hareket ve onun savunduğu sosyal devlet çökmüş durumda, sağ taraftaki partiler de örneğin Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar Sosyal demokratlardan beter. İngiltere’de ise hem soldaki İşçi Partisi hem de iktidardaki Muhafazakar Parti can çekişiyor.
ABD’deki durum artık trajikomik seviyede; Donald Trump’ın adaylığı ve buralara gelmesi bile ABD’deki siyasi çürümüşlüğü anlatmaya yeter."
Cumhurbaşkanı tarafından, yukarıdaki üsluba ve değerlendirmeye karşı herhangi bir düzeltme gelmediği yazının kaleme alındığı gün de henüz görev başında olan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Türkiye-AB anlaşmasındaki eksik 5 maddeye rağmen Ankara’nın yoğun girişimleri sonucu AB Komisyonu anlaşmanın "onaylanabilir" olduğunu Avrupa Parlamentosuna bildirerek olumlu bir yol izledi.
AB’nin lideri görünümündeki Almanya Şansöliyesi Merkel de "Türkiye vize muafiyeti için gerekli birçok koşulu yerine getirdi. Geri kalan şartları da yerine getireceğine inanıyorum" diyerek taraflar arasında bir güven ortamı oluştuğunu belirterek, sözlerini "Şimdi anlaşmanın uygulanmayacağı ile ilgili tehlikeden bahsedilmeyecek" şeklinde tamamladı.
Merkel bu tavrını alırken hem kendi partisinden hem de koalisyon ortaklarından sert eleştirilere göğüs gerdi.
Ve bir kaç gün sonra anlaşmayı Türkiye adına imzalayan Başbakan "hallolundu."
Cumhurbaşkanı Erdoğan artık "doğrudan karar verici" olarak devredeydi. Herhalde o da Başdanışmanı gibi Avrupa’daki liderlerin "biçare" hallerini gördüğünden resti çekti "terör yasasını değiştirmem" diyerek. Oysa başbakanlığı döneminde 2013 yılında bu değişikliği kabul edip vize anlaşmasını imzalamıştı.
OPORTÜNİST BİR POLİTİKACI ELİYLE…
Alman Parlamentosu Bundestag’da ,Ermeni soykırımı iddiasıyla kabul ettikleri karar ,Alman politikacıların uzun süredir bu ülkeyle ilgili ağır sözler sarf eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı cezalandırma gibi görünse de aslında yepyeni gelişmelere yol açabilecek çeşitli tehlikeli unsurlar taşıyor.
Ama asıl insanı üzen, Almanya’da alınan bu kararın mimarının göğsünde Ermeni rozeti taşıyacak kadar aşağılaşan Türk kökenli bir politikacının olmasıdır. Hem de 15 yıl önce şiddetle reddettiği bir görüşün tam tersini savunarak, kendisine verilen görevi yerine getirmekten sonsuz mutluluk duyduğunu belirten gülücükler saçarak inmiştir kürsüden.
Almanya Erdoğan’a olan tepkisini öyle tehlikeli sularda göstermiştir ki, belki de Batı’dan kopmak için bahane arayan görüşe en büyük hediyeyi takdim etmiştir bu tutumuyla.
ABD’NİN GÜLEN AÇIKLAMASI ÇOK ÖNEMLİ
Ankara ABD ilişkilerinde kritik günler yaşıyor. Saray çevreleri, artık bir şekilde Amerika’dan uzak durup, dünyada yeni bir dengenin liderliği için harekete geçmek üzerinde senaryolar yazıyorlar. Cemil Ertem’in yazısında ipuçlarını açıkladığı yeni strateji, kısa süre önce 11 Eylül terör olayları nedeniyle Amerikan Yargısının radarlarına giren Suudi Arabistan Kraliyet Ailesinin,petrol dışında yeni ekonomik hedeflere yönelmesi üzerine kurulu.
Petrol üretimi dışında ekonomide bugüne kadar deneyimi olmayan Suudi Arabistan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tecrübelerinden yararlanarak dünya piyasasına çıkmasını tavsiye ediyor danışmanlar.
Böyle bir gelişme olursa, iki ülke birbirine daha da yaklaşacak. Adını ne koyarsanız koyun,Türkiye’de Anayasa değişikliği ile getirilecek bir başkanlık sistemi ;laik,demokratik Cumhuriyet Rejimini yok edeceğinden Erdoğan S.Arabistan’a benzer bir yönetim kurmaya kalkacak.
Bu arada, yeni kabine kurulduğunda gözlerden kaçan çok önemli bir hedef dikkatimizi çektiği için sizlerle paylaşmak istiyoruz. Sanayi ve Savunma Bakanlıklarına, silah sanayinde uzman olan bakanlar getirilmiş. Başbakan Yıldırımın da gemi inşasındaki deneyimlerini de dikkate alırsak, başta savaş gemileri olmak üzere harp sanayindeki yatırımlara ağırlık verileceği anlaşılıyor bu atamalarla.
Başta S.Arabistan olmak üzere, bir ihtilaf durumunda Amerika’dan konvansiyonel silah tedarikinde zorluk çekebilecek İslam ülkelerinin silah gereksinimlerinin karşılanması üzerine kurulu yeni bir konsepte girildiği belli.
Son EFES Amfibi tatbikatına, Suudi Arabistan Genelkurmay Başkanının da aralarında yer aldığı çok sayıda askeri yetkilinin davet edilmesi bunun bir göstergesi olabilir.
Gelelim ABD ile olan ilişkilere. Bu ilişkiler yakında tahminin de ötesinde gerilmeye aday. ABD’nin Suriye’de kara gücü olarak PKK’nın uzantısı PYD’ye bağlı YPG’yi kullanmadaki ısrarı üzerine zaten yoğunlaşan kara bulutlar ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby’nin Fethullah Gülen Hareketi açıklamasıyla daha da karardı.
ABD’nin "Feto’cuları" terör örgütü olarak görmediğini açıklaması, Almanya Parlamentosunun Ermeni tasarısını kabul ettiği güne rastlaması nedeniyle başlangıçta yeterince dikkat çekmedi.
Oysa bu açıklamadan sadece üç gün önce toplanan Milli Güvenlik Kurulu, Gülen Hareketinin terör örgütü olarak tescil edilmesi için hükümete tavsiye kararı göndermişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, MGK’dan sonra legal görünümlü illegal terör örgütü PYD, YPG, PKK neyse aynı yargılama sürecine girecekler" şeklinde bir açıklama yaparak Ankara’nın tavrını ortaya koydu.
ABD sözcüsünün açıklamasından sonra Ankara’nın Gülen’in Türkiye’ye iadesi talebine olumlu yanıt gelmeyeceği belli oldu. Enayi mi Amerika yönetimi? Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye’deki yurtseverleri ezmek için kullandığı örgütün sembolik liderini teslim eder mi?
Yatak odanıza kadar girip kamera yerleştirilirken "kefil" olduğunuz örgütün yaptığı tahribatta sizin hiç mi suçunuz yok? Yarın bu kişileri "Amerikan casusluğu" ile suçlarsanız devletin en kritik yerlerine onları tayin eden siyasetçilerin durumu nice olacak? Yapılan sahtekarlıklar belgeleriyle kanıtlanırken onları göklere çıkartanlar da casusluk suçuna ortak sayılmaz mı?
Rüşvet suçlamaları olmasa belki de hala kol kola "kutlu beraberlik" devam edecekti?
Tabii ABD ile Erdoğan ve çevresini en çok rahatsız edecek gelişmenin Reza Zarrab’ın yargılama süreci olabileceği de son günlerde gündeme oturdu.
UÇURUMUN EŞİĞİNDE
Başbakan Binali Yıldırımın "düşmanları azaltıp dostları arttıracağız" sözlerini anımsatıp toparlayalım dış politikadaki "hali pür melalimizi!"
Amerika’yla ilişkiler önümüzdeki günlerde, özellikle Reza Zarrab’ın yargılanma süreciyle birlikte daha da gerilecek, belli.
Amerika melek mi? Değil tabii.. Ama her silahı ,kendi halkının menfaati için kullanan bir strateji izliyor.Saray Başdanışmanının "çürümüş" diye küçümsediği ABD yönetimi kaç yerden kıskaca almış Ankara’yı, bizimki hayal aleminde olduğundan gerçeği fark edemiyor.
Avrupa ilişkileri.Uzun süre unutun Avrupa’yı..Saray Başdanışmanın hakaretler yağdırdığı Avrupa,her geçen gün demokrasiden uzaklaşan, totaliter bir yapıya kapıları kapatmak için "Ermeni Tasarısı" gibi bel altı vuruşları yarın da sürdürecektir.
Ankara’nın Rus jeti düşülünceye kadar, Putinvari bir yönetim hevesiyle canciğer olduğu Rusya ile kısa sürede sıcak ilişkiler kurulabilecek mi? Belki…Ama tabii Putin’in istediği koşulların Ankara tarafından kabul edilmesiyle gerçekleşebilir bu yakınlaşma.Ve tarihinden ders alamayanlar için büyük tehlike çanları da anında çalmaya başlar.
Ya komşular? En yakın komşumuz Kuzey Irak Kürt yönetimi kabul edildiğine göre varın gerisini siz sıralayın.
Dünya dengelerinde önemi artmaya başlayan bir Çin kaldı geriye. Dün akşam Beştepe’ye en sadık TV kanallarından birindeki programın konusu neydi derseniz, hemen yanıtlayalım: Doğu Türkistan’da Çin mezalimi…
Bu çeşit saldırılara rağmen Çin, Ankara’ya yaklaşır mı? Neden olmasın; ülkesinin, halkının çıkarı varsa duymazlıktan gelir bu eleştirileri…Zira ülkelerin dış politikaları bağırıp çağırmakla değil, memleket menfaatleri gözetilerek düzenleniyor.