Can PULAK
Ortalık toz duman…
Kimse önünü göremiyor, tepetaklak giden ekonominin hızını kimse kesemiyor. Konuştukça batan bir ekonomiye sahibiz. Sussak, aklın ve bilimin g...
Can PULAK
Ortalık toz duman…
Kimse önünü göremiyor, tepetaklak giden ekonominin hızını kimse kesemiyor. Konuştukça batan bir ekonomiye sahibiz. Sussak, aklın ve bilimin gösterdiği noktada buluşsak, belki bir çare üretebiliriz. Ama bu gürültüde çarenin de, önlemlerin de yolu ve değeri anlaşılamıyor ki..
Tartışmalı yatırımların reklamı yapılarak ekonomi düzelmiyor. Millet açız, geçinemiyoruz diye bağırırken, biz yandaş televizyonlarımızda köprülerin, havaalanlarını filmlerini gösteriyoruz. Olmayan paramızla hala yatırım temelleri atıyoruz. Üstelik geçim sıkıntısı çekenlerle, (iyiye gidiyoruz-her şey yolunda) diye dalga geçiyoruz. Bunu yapmamalıyız. Milletin duygularını siyaset malzemesi olarak kullanmamalıyız.
Daha da tehlikelisi, sıkıntılarını ve sorunlarını anlatmaya çalışan toplulukları dinlememek, onların taleplerine kulak asmamak, sürekli geçiştirmek ve sanki onlar bu milletin mensubu değilmiş gibi davranmak… Emeklilikte yaşa takılanlar, asgari ücretin arttırılmasını isteyenler, atanamayan öğretmenler, geçinemeyen emekliler, toprağını ekemeyen ve iflasa sürüklenen çiftçiler, doktor ve yardımcı sağlık personeli, yönetimce düşman muamelesi görecekler neredeyse. Bunları anlayışla dinlemek, şefkatle yaklaşmak, sıkıntılarını çözmeye çalışmak yerine, hepsini toptan suçlayan ifadelerle hareket etmek, kimseye bir şey kazandırmaz.
İktidar önce kendisi gibi düşünmeyenleri düşman olarak görme huyundan süratle vazgeçmelidir. Ayrıca kendisine oy verenlere, destekleyenlere ayrıcalık tanımak, onları koruyup kollamak gibi bir hastalığı da artık hemen terk etmelidir. Hepimiz gördük ki, milleti ayrıştırarak, ötekileştirerek bir yere varılamıyor. Yine iktidar mensuplarına şunu hatırlatmak zorundayız ki, ısrarla ve inatla takip ettikleri yanlış politika ve uygulamalar, kendi tabanlarını da süratle eritiyor. Artık toplantılarında, mitinglerinde, açılışlarında eski heyecanlı ve coşkulu kalabalıklar yok. Anketler çok farklı sonuçlar gösteriyor artık.
Muhalefet haklı olarak ülkeyi erken seçime götürmek istiyor. Bunun için büyük gayretler sarfediyor, uğraşlar veriyor. Ama iktidar gitmemekte direniyor, millete nurlu ufuklar vaat etmekten de vazgeçmiyor. Bana göre Türkiye, mevcut şartlar içinde ve bu can çekişen ekonomiyle 2023 seçimlerine kadar dayanamaz. Milyarda bir ihtimal yok ama diyelim ki dayandı, iktidar kaybedeceğini körlerin bile gördüğü bir seçimi yapar mı? Ortalığı gerginleştirmenin, sükünetin yerine sürekli gürültünün sürdürülmesinin bir sebebi de bu olmalı. Ayrıca terörle savaşımız tüm gücüyle devam ediyor. Dış düşmanlarımız Türkiye’nin başını belaya sokmak için birleşmiş ve güçlerinin zirvesine çıkmış durumda. Allah korusun sınırlarımızda bir çatışma ihtimali belirirse, seçim mi öncelik kazanır, yoksa ülkenin güvenliği mi?
Bütün bunları düşünmek ve kararımızı buna göre oluşturmak lazım. Bu iktidar gidecekse eğer, onu ancak boş tencereler götürür. Rahmetli Demirel’in söylediği çok doğru bir laftır bu. İktidar 2023’e kadar ayakta kalacaksa eğer, tencere buhranını hemen çözmek ve ekonomiyi süratle düze çıkarmak zorundadır. Gerisi hikayedir, akıntıya kürek çekmektir ve Türkiye’ye zaman kaybettirmektir. Başta ana muhalefet olmak üzere tüm muhalefet partilerinin de, şu sıralarda çok dikkatli olmaları ve kılı kırk yararak politikalarını belirlemeleri lazım. Ortam provokasyona çok müsaittir. Devletimize ve milletimize düşman olanlar için en müsait iklimi yaşıyoruz. Muhalefeti sokağa çekmek, büyük mitingler düzenlemek, gösteriler yapmak tepkilerin büyüklüğünü ortaya koyabilir ama tüm provokatörlerin ekmeğine de yağ sürer. Kaldı ki, iktidarın tüm yanlış politikalarına karşı çığ gibi büyüyen tepki kalabalığının sokak ve meydan fotoğraflarına da ihtiyacı yok. Tepkinin gücünü ve kalabalığını, iktidardan beslenenler hariç herkes farkında çünkü.
Doğu Perinçek’in Çin ekonomisi telkinleriyle, bu telkinlerin en yetkili devlet ağızlarıyla(kurtuluş reçetesi) gibi takdimleriyle işin içinden çıkamayız. Kafada yazılı ekonomi kitaplarıyla da çözeceğimize inandıramayız milleti. Yapılacak ilk iş, ülkemizin en deneyimli, donanımlı, dünyaca değerli ekonomistlerini ve ekonomi uzman ve ustalarını bir araya getirip, onların gösterecekleri yol, çare ve formüllerini kabullenmek ve hayata geçirmektir. Bunun bir ayıbı yok, elimizdeki bu güçlü ve bilgi deposu imkanı niye kullanmayalım ki..? Hemen bir ekonomi konseyi oluşturarak, onun reçetesini acı da olsa kullanmalıyız. Ekonomik yoğun bakıma muhtaç olduğumuzu tartışmasız kabul etmeliyiz.
Bitmedi, buna paralel olarak her yıl hazineden 600 milyondan fazla yardımda bulunduğumuz siyasi partilerimizi de ortak bir toplantıya çağırmalıyız. Gürültü patırtı edeceğimize, medenice konuşarak ekonomiyi ve ülkeyi düze çıkarmayı bir denesek, neremiz eksilir ki..? Ülke karambole gidiyor, siyasi çıkarlar mı önemli yoksa milli menfaatler mi? Partiler mi kazançlı çıkmalı bu çekişmelerden yoksa Türkiye mi kazançlı çıkmalı sükünetle ve akılla yapılacak müzakerelerden? Bu yol ayrımına geldiğimizi artık hepimiz görmeliyiz. Kötü yönettiğimiz çok güzel bir ülkemiz var. Böyle yönetmeye devam edersek, daha çok kan kaybettiririz, gücünü daha çok eritiriz Türkiye’mizin.
İktidarıyla muhalefetiyle kimsenin Türkiye’nin kötülüğünü istediğini, gücünü eritmeye ve moralini bozmaya çalıştığını düşünemeyiz. Bu memleket hepimizin, ne kadar güçlü olursa, ekonomisine ne kadar kuvvet kazandırırsa, bundan hepimiz yararlanırız. Öyle ama bugünkü mevcut tablo ve mevcut kadrolarla böyle bir sonuca ulaşmamız da mümkün görünmüyor. O halde akıllarımızı birleştirmemiz, kafalarımızı güzel ülkemizin esenliğinde çalıştırmamız ve çıkış yolunu hep birlikte bulmamız gerekiyor. Kişilerin, kadroların, partilerin gücü değil, Türkiye’mizin gücü önemli artık. Kavgalarla, gürültülerle, menfaat çekişmeleriyle ülkeler ilerleyemiyor. Olsa olsa Ortadoğu ülkesi oluyor, bundan da öteye gidemiyorlar. Oysa Türkiye imkanlarını iyi kullanır, yönetim sistemini akılcı çizgiye taşır, demokrasiyi kültürü ve disipliniyle uygularsa, akla esenin değil, ortak akılların taşıdığı uygar ve çağdaş çizgiyi hedef alırsa, kıskanılan bir ülke olmaması mümkün değildir.
Şuna kesinlikle inanıyorum, Atatürk’ün gösterdiği yola tekrar dönersek, onun ilke ve inkılaplarının üzerinde yürümeye devam edersek, bu ülkünün etrafında birleşirsek, özlediğimiz güçlü ve saygın Türkiye’ye yeniden kavuşabiliriz. Geçmişi karalamak, yapılan iyi işleri görmezden gelmek, birbirimizin kuyusunu kazma hastalığından da süratle vazgeçmeliyiz.