Rüyalarda uçtuk hep
Mehmet Necati Güngör
Çocukken rüyalarımda çok uçtum.
Bizen bir duvardan aşağı, bazen bacadan.
Her defasında bir yere kondum, kazasız belâsız.
Şükür diyerek uyanmadım tabii.
Çocukken şükrün anlamı bilinmiyor.
Sadece seviniyordum, bir şey olmadı diye.
Meğer bu uçuşlar bana ruh aleminde bazı müjdeler veriyormuş, haberim olmamış.
Köy çocuğuydum.
Köy evimizde ne çamaşır makinesi ne buzdolabı.
Böyle şeyler bilmiyorduk.
Neyse ki birileri geldi, onların sayesinde öğrenmiş olduk.
Ben, sanatın güzelliklerini de köyde öğrendim.
Önce, beni hayretler içinde bırakan örme eserler.
Kerpiç evlerin kenarlarına ya arılar, ya karıncalar; öyle güzel yuvalar örerdiler ki, hayran kalmamak mümkün değil.
Gidip gidip onları seyrederdim.
Bozmaya kıyamazdım.
O zamanlar fotoğraf makinesi de yok.
Resimlerini alıp, göstermek isterdim.
Köy okulunda sık sık müsamereler olurdu.
Sahne sanatlarına da öylece aşina oldum.
Çok güzel temsillerdi.
Sahnede silahlar bile patlardı.
Çoğu kahramanlık piyesleriydi.
Köyde hayat vardı o zamanlar ama, ne çamaşır makinesi, ne buzdolabı.
Bunlar yoktu tabiatıyla.
Sayelerinde gördük.
Köylük yerde hikâye çoktur.
Emin Efendi diye birinin hikâyeleri mizah konusuydu.
Bayram yaklaşırken karısı Emin efendiye bakır kapları vermiş, kalaylatsın diye.
Sık sık sorarmış, “kapları kalaylattın mı” diye.
Bayram yaklaşmış, yine aynı soru.
Emin efendinin tepesi atmış.
“Ramazan boyunca karış karış dolmaları hangi parayla yediğini sanıyorsun?”
Emin efendinin ekonomisi de böyle imiş.
Satmış ve yemiş.
Yorumlar