Yusuf KANLI
Görmek istemeyebiliriz. Zor değil, inkar bile etmeyi deneyebiliriz. Ancak eninde sonunda Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin çok ciddi sıkıntılara gebe olduğunu kab...
Yusuf KANLI
Görmek istemeyebiliriz. Zor değil, inkar bile etmeyi deneyebiliriz. Ancak eninde sonunda Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin çok ciddi sıkıntılara gebe olduğunu kabul etmek zorunda kalacağız. Yeni değil. Yıllardır gerek Ankara’da gerekse de Kuzey Kıbrıs’ta yetkililerle konuşmalarımda hep vurgulamaya çalıştım, giderek açılan anlayışsızlık uçurumunun bir gün tamir edilmesi imkansız değilse de çok zor bir aşamaya gelebileceğinden örneklerle bahsettim.
Konu ne “Sizi biz kurtardık” ve “Ne paranı, askerini ne seni” pespayeliğinde ne de vatan, millet, Sakarya edebiyatı ile değerlendirilecek basitliktedir. Üzgünüm ama Lefkoşa’dan bakıldığında Ankara, Ankara’dan bakıldığında da Lefkoşa olduklarından çok farklı algılanıyor bugün.
KIBRIS TÜRKÜ KİMLİĞİ
Öncelikle, Kıbrıs Türk halkı sağıyla, soluyla, lümpeniyle, entelektüeliyle ve hatta “Kıbrıslı Türk” diyemeyip “Kıbrıslıtürk” yazarak güya var olan “Kıbrıslı” ulusunun sanki “Türk” üyesiymiş gibi yapanlar bile Türkiye’yi, Türk ailesine mensup olmayı kişiliklerinin bir öğesi olarak görürler. Ancak, yine hiç ayrım yapmadan belirtmeliyim ki, Nazım Beratlı hocanın “çoğunluğu henüz göçebe, Türkçe konuşan, kendine göre biraz da Şamanizm kalıntısı ögeler taşıyan bir İslamiyet’e inanan, kötü eğitimli ve dine mesafeli bir kimlik” olarak tanımladığı Kıbrıs Türkünün en özgün özelliği “direniş kültürüne” sahip olmasıdır.
Belki biraz “başıbozuk” ve hatta “çapulcu” bir hayat görüşüne sahipler desek de, belki koruduğu “Şamanizm kalıntısı” belki de tarihsel nedenlerle ana karadan koparılmış ve kendini rahat hissetmediği bir kültürle beraber aynı toprağı yurt edinmiş olmanın verdiği direnç nedeniyle, Kıbrıs Türkü hiçbir zaman biat kültürünü kabul edememiştir.
Evet, kendine özgü bir dindarlık anlayışı vardır. Gösterişli ibadeti sevmezler, ama dine bağlıdırlar. Öte yandan dünyevi zevkleri severler, yaşamın bir gün o da yaşanılan gün olduğu gibi güçlü bir anlayışları vardır. Kısaca ne biat kültürüne sahip, ne de kadercidir Kıbrıs Türkü.
DİRENİŞ VE BİAT KÜLTÜRÜ ÇATIŞMASI
Peki sebep o mu aradaki “soğukluğun”? Dikkat edin “çatışma” demedim, ama böyle bir ihtimal de bu gidişle korkarım ki kısa sürede kendini gösterecektir. Temeldeki sorun elbette ki Ankara’daki rejimin Kıbrıs Türkü üzerindeki giderek artmakta olan dayatmalarıdır.
Her köşeye, neredeyse bir birinin aynısı zevksizlik örneği cami yapılması değildir gerginliğin sebebi. Elbette bu gösteriş, şaşaa durumdan hoşlanmamaktadır dinini tevazuuyla yaşamayı seven Kıbrıs Türkü. Artmakta olan dini gruplar, cemaatler, vakıflar, Kuran kursları ve hatta ilahiyat fakülteleri de hoşlanılmayan gelişmeler olsa da tıpkı Büyükelçilik fonlarının önceliğinin dini gruplara yoğunlaştığı iddiaları gibi, tabii ki Ankara ile gerginliğin temel sebepleri değiller.
Sıkıntı kendini giderek arat oranda ve şiddette siyaseti şekillendirme gayretleridir. Bir dönemin Özgürlük ve Demokrasi Partisi, ya da kısaca “Öp Beni” fiyaskosu nasıl da hemen unutuldu? Şaban Dişli, Egemen Bağış hatırlatabilirdi elbette Saray hükümetine harcanan onca parayla satın alınan büyük hezimeti.
Kıbrıs Türk halkının bir başbakanı seçim sandığına gömmesi de nasıl unutuldu. Ankara’nın uysal, hatta maaşını emirle açıklayacak kadar teslim olmuş, İrsen Küçük başbakan olarak girdiği seçimden, partisi birinci parti çıkarken, ilk sıradan aday olmasına rağmen, tercihli oyla siyaseten mefta ilan edildi. Ne oldu? Ankara yine anlamadı.
Mustafa Akıncı ciddi bir sıkıntıydı. Kıbrıs Türk halkından ziyade Rumlarla empatiyle Kıbrıs sorununu çözmeye çalıştı. Gitmesi gerekirdi. Ama karşısındaki adaya, Ersin Tatar, Ankara’nın orantısız desteği, zafere yetse de vicdanlarda yara açtı. Yetmezmiş gibi Ulusal Birlik Partisini (UBP) bir nevi AKP’ye dönüştürme, en azından başına “bizim adam” koyma gayreti büyük travma yarattı derken, yetmediğini Faiz Sucuoğlu olayıyla daha kuvvetli yaşadık.
SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL
Ne Kıbrıs’taki mevcut iç siyasi durum, ne de KKTC-Türkiye arasındaki ilişki sürdürülebilir olmaktan çıktı. Ne zaman olacağı henüz muamma olan Türkiye’deki seçim ve olası yenilenme ya da değişim muhakkak ki KKTC’ye de yansıyacaktır. Yeni dönem belki de giderek alt yönetimden de daha kötü şekilde adeta “protektora” ya da “müstemleke” haline dönüşen Kuzey Kıbrıs ilişkilerini “devletten devlete” sürecine taşıyabilir.
Bu hassas dönemde Türkiye ile kavga eden siyasetçiler yerine dik durabilen, Kıbrıs Türk kimliğini ve hassasiyetlerini vurgulayan yaklaşımlar gerekir. Unutmayalım, Türkiye ne bir tek kişi, bir tek parti veya bir tek hükümettir.