Yusuf KANLI Elbette çoğu mesleğin onuru, saygınlığı, uyulması gereken etik ilkeleri, uzun döneme dayalı tecrübelerin imbiğinden geçmiş değerleri vardır. Hiçbir mesleğe üst...

Yusuf KANLI Elbette çoğu mesleğin onuru, saygınlığı, uyulması gereken etik ilkeleri, uzun döneme dayalı tecrübelerin imbiğinden geçmiş değerleri vardır. Hiçbir mesleğe üstünlük taslama gibi bir niyet olmadan açıkça söylemek istiyorum ki, toplumu bilgilendirme, halkın bilinçli tercih yapmasını sağlayarak demokratik yönetime yaptığı ya da yapabileceği katkı nedeniyle gazetecilik hem çok onurlu hem de aynı nedenlerle çok sorumluluk taşınmasını gerektiren bir meslektir. Bugün açıkça görmekteyiz ki gazetecilik çok zor, sıkıntılı ve hatta oldukça da karanlık bir dönemden geçmektedir. Gazeteciliğin temel düsturlarının başında gelmesi gereken editoryal bağımsızlık maalesef mafya, siyaset ve iş insanı kirli ilişkileri etkisinde ya yok olmuş ya da biat utancına yuvarlanmıştır. “İş bitirici” ya da “işini bilen” gazeteci kılığına bürünmüş, iş takibi veya başka bazı yetenekleriyle yönetici, temsilci, editör pozisyonlarına çöreklenen mesleğin etik ilkelerinden, habere, kaynağa sorumluluktan ve daha da önemlisi halkın anayasal habere erişim hakkını propaganda alanı, haberi tek kaynaktan bilgiyle oluşan kamu ilişkileri bülteni ile karıştıran ya da daha kötüsü öyle bilen kişiler gazeteciliğe ve gazetecinin saygınlığına en büyük zararı vermişlerdir. 12 medya örgütünden oluşan Medya Dayanışma Grubu temsilcileri Gazeteciler Cemiyeti ev sahipliğinde ve Çağdaş Gazeteciler Derneği çağrısıyla bir araya gelip mesleğin durumunu görüştüler. Bir birinden değerli medya örgüt başkanları ve temsilciler saatlerce gelinen acı durumu tartıştılar. Gerçekten mesleği gazetecilik olan, gazeteciliğe yıllarını vermiş ve gazeteciliğin dışında basın mensuplarının gerek siyaset gerekse iş dünyası veya daha da kötüsü suç örgütleriyle içli dışlı ilişkiler, pahalı hediyeler, lüks otellerde tatiller ve gazeteci geliriyle yürütülmesi imkansız yaşam tarzlarının finansmanı, şişirilmiş mal varlıkları yakında ortaya döküldüğü gibi rüşvete aracılık dahil her türlü kötü kokuyu patlayan lağım gibi ortaya saçmaktadır. Bu durum karşısında görevi adaleti sağlamak olan Türkiye yargısından hiç ses çıkmaması, bir türlü aksiyona geçilememesi de ayrı bir sorun ve üzüntü kaynağıdır. Onurlu gazetecilere basın kartlarını vermede her türlü hinliği gösteren İletişim Başkanlığı ve basın çalışanları örgütlerinin artık temsil edilemediği Basın Kartı Komisyonu ortalığa saçılan bu utanç verici durum karşısında acaba ne bekliyordur mesleğin onuru için disiplin hükümlerini hatırlamaya? Doğru gerek İletişim Başkanlığı kuruluşu ve faaliyetleri ile ilgili kararname gerekse de Basın Kartı Yönetmeliği problemlidir ve tümden özgürlükçü bir yasal çerçeve ile değiştirilmelidir. Ancak, mevcut durumda vaziyetimiz de denize düşenin yılana sarılması gibi ibretliktir. Gazetecilik kamu yararına ve halkın bilgilendirilmesi, bilinçli kamu iradesinin sandığa yansımasıyla demokratik yönetimin sağlanması amaçlarıyla yapılmalıdır. Her dönemde elbette gazeteciler arasında da çürük, kokuşmuş, ahlaksız ve hatta hain kişiler görülebilmiştir. Ancak hiçbir dönemde bu ölçüde lağım faresinin Türk basınına musallat olduğu herhalde görülmemiştir. Bu utanç verici fotoğrafın başında medya sahipliği sıkıntısı gelmektedir. Medya sektöründe ağababaları, derebeyleri, çıkar odakları sahipliğe egemen oldukları sürece, medya sahipleri ile siyasi egemenlerin mafyatik kişiler ve örgütlenmelerle birlikte çıkar ilişkisi içerisinde bulunmaları gazeteciliğin en önde gelen sorunlarındandır. Gazete, televizyon radyo, dergi, web sitesi sahipliği alanlarında anti-tröst uygulamalarına gidilmesi, sahiplikte çoğulculuk ve aynı zamanda medya sahiplerinin başka iş alanlarında yer almalarının yasaklanması birçok ülkede görüldüğü gibi Türkiye’de de daha saygın bir medyanın ortaya çıkmasına katkı koyacaktır. Gazeteciliğin onuru için gazeteci örgütlerinin dayanışma içerisinde ortak hareket edebilmeleri şart olmuştur.