Can PULAK Siyasi hayatımızda çok fırtınalı bir dönemi yaşıyoruz. Bütçe müzakereleri ortalığı iyice karıştırmakla kalmadı, iktidarla muhalefeti neredeyse Meclis’te meydan s...

Can PULAK Siyasi hayatımızda çok fırtınalı bir dönemi yaşıyoruz. Bütçe müzakereleri ortalığı iyice karıştırmakla kalmadı, iktidarla muhalefeti neredeyse Meclis’te meydan savaşına sürükledi. Tüm bakanlıkların bütçeleri gergin bir ortamda ele alındı. İktidarın tenkit ve eleştirileri sükûnet ve ciddiyetle dinlemesi, gerekli ve inandırıcı cevapları vermesi gerekirken, bildiğini okuyan bir edayla muhalif sözcülere çatması, kavgaları daha da kızıştırdı. Oturumları yöneten başkanlar çok güç durumlarda kaldılar, sükûneti sağlamakta zorlandılar ve çoğu kere görüşmelere ara verdiler. Muhalefet sözcüleri de üslup ve ses tonlarının ayarlarını iyice kaçırınca, olanlar oldu işte. Senato ve Meclis’li ikili Parlamento dönemi dahil çeyrek asır bütçe müzakerelerini izlemiş bir gazeteci olarak, böylesini hiç görmedim diyebilirim. Evet geçmişte de bütçe müzakerelerinde kavgalar çıkar, yumruklaşmalar olur, hatta silahlar bile çekilir, kan dökülürdü.. Ama o dönemlerde televizyonlar devrede olmadığı için, naklen yayınlar yapılmadığı için, olayların etkisi bu kadar fazla olmaz ve milleti bu derece kızdırıp, öfkelendirmezdi. Ayrıca bütçe takdim ve müzakereleri, doğal gerginlikler ve sevimsiz çatışmalar dikkate alınmazsa, 2000 öncesi yıllarda çok kaliteli geçer, çok doyurucu ve öğretici konuşmalar dinlenir, ülkenin röntgeni çok açık biçimde görülürdü. Rahmetli İnönü, Demirel, Ecevit, Ferruh Bozbeyli, Turan Feyzioğlu, Osman Bölükbaşı, Çağlayangil’in, o müthiş ve tarihi konuşmaları unutulur mu hiç? Eskiden bütçelerin patronu Başbakanlardı. Görüşmelerin başında ve sonunda konuşmaları hep Başbakanlar yaparlardı. Şimdi Başbakan olmadığına göre, bu görevi(tek sorumlu) Cumhurbaşkanı’nın yapması gerekir. Ama öyle olmuyor, onun yerine yardımcı sıfatını da taşısa, seçilmiş değil atanmış bir memur takdim ediyor bütçeyi. Koskoca Meclis, 657 sayılı kanuna tabi bir memura muhatap ediliyor. Bu doğru bir yol olmadığı gibi, Meclis’i de önemsemeyen bir tutum olarak dikkati çekiyor. Aynı durum Bakanlar için de söz konusu. Atanmış memur bakanlar, seçilmiş milletvekillerine ağza alınmayacak küfürler savuruyor, hakaretler ediyorlar. Bu da son derece yakışıksız bir durum. Evet, muhalefet sözcüleri de ölçüsüz ve yaralayıcı sataşmalar yapıyorlar, ağızlarına geleni söyleyerek, muhataplarını çileden çıkarıyorlar ama Bakanlık sıfatı taşıyanların daha sakin ve soğukkanlı davranmaları (kem söz sahibine aittir) olgunluğunu taşımaları lazım. Siyasetçilerin dillerini iyi ve dikkatli kullanmaları şart. Bazı şeyleri hakaret etmeden de, kişileri yargısız infaz etmeden de, belki daha iyi anlatabilirler. Daha efendice bir dil kullanılabilir, daha etkileyici örnekler ve belgeler sunulabilir, (inanmak istemiyorum ama) gibi yumuşatıcı ifadelerle konuşmalara devam edilebilir. Meramını bu şekilde anlatmak varken, kabadayı gibi davranarak, ağızlardan köpükler saçarak, muhatabına edep dışı laflarla saldırarak çok ciddi konuları ucuzlatıyor, değerini hafifletiyoruz. Muhalefet sözcüleri İçişleri Bakanını haklı-haksız parçalamak istediler, çok ağır hakaretler ettiler. Ne hırsızlığını bıraktılar, ne namussuzluğunu, söylenmedik laf kalmadı hakkında. Buna rağmen Bakanın, taşıdığı sıfat nedeniyle daha sakin ve daha sorumlu davranması, iddiaları tek-tek cevaplaması ve hakaretlere hakaretle karşılık vermemesi, kalabalığın üzerine yumruklarını sıkarak koşmaması daha doğru olurdu. Asayişi düzenlemekle görevli bir bakanın, asayişsizliğe prim verecek hareketlerden kaçınmasını beklemek, aklı başında herkesin hakkı olmalı. Bazı bakanlar görevlerini unutup, kendilerini o noktaya getiren siyasi partilerin amigosu gibi davranıyorlar. Muhalif milletvekillerini sallamıyorlar, düşman muamelesi yapıyorlar, denetimden kaçmak için her imkanı kullanıyorlar. İşte yeni Türkiye’nin yarattığı karanlık bir tablo. Hesap sorarak yasama görevini yapmaya çalışan TBMM üyeleri ve hesap vermekten kaçan bakanlar.. Böyle bir tabloyu daha fazla sürdürmek, Türkiye’nin daha kötü ve denetimsiz ortamlara itilmesine hız kazandırır ki, bu da siyasi kavgaları ve gerginlikleri daha da körükler. Ateşin üzerine benzin değil su dökmeli ve yangının yayılmasına engel olmalıyız. Tarımımız perişan vaziyette, çiftçilerimiz mahvoldu. Ekilemeyen arazilerimizin miktarı, iki Avrupa ülkesinin topraklarından daha büyük. Bu yüzden tahıl ve hububatımızın çoğunu yurt dışından ithal ediyoruz. Hal böyleyken, Tarım Bakanı kalkmış (Çiftçimiz çok memnun) diyebiliyor. Şaka gibi bir şey. Vatandaş ilaç sıkıntısı çekiyor, eczanelerde çoğu ilaç bulunamıyor artık. Sağlık Bakanı çıkmış (Bunlar yalan, piyasada her ilaç var) şeklinde beyanda bulunuyor. Halk sıkıntı çekerken, bazı bakanlar dalga geçer gibi sorumsuz beyanda bulunabiliyorlar. Gerçekle yüzleşmekten kaçınmamalıyız. Halka doğruları mutlaka söylemeliyiz. Bunun için ülkeyi yönetenlerin halktan korkmaması, halkın içinde yaşaması, halk gibi alışveriş etmesi lazım. Danışmanların ve bürokratların verileri ile değil, gözlerimiz ve vicdanlarımızla ülkemizi yönetmeliyiz artık. TÜİK’in rakamları ile yürümeye devam edersek, duvara toslamamız an meselesidir. Allah böyle bir sonuçtan ülkemizi korusun. Yönetimin Belediyelerle de iyi geçinmesi gerekiyor. Siyasi düşmanlıklar, siyasi hesaplar devlete de millete de büyük zararlar veriyor. Ekmek kimi yerde 150 kuruş, kimi yerde 4 lira, ilerde kaç liraya kadar çıkabileceğini de kimse bilmiyor, tahmin bile edemiyor. Milli bütçenin tahmini rakamları, daha Meclis’ten geçmeden tepetaklak oldu. Bu bütçeyle koca bir yılı geçirmemiz mümkün değil. Enflasyon ne olacak, döviz daha ne kadar tırmanacak, doğru dürüst bilen yok. Salgın hastalık, doğal afetler, terörle mücadele ve ekonomik kriz, toplamayı düşündüğümüz vergileri iyice tehlikeye düşürdü. Bakmakla yükümlü hale getirildiğimiz mültecileri de hesaba katarsanız, giderimiz gelirimizi üç-beş kat aşıyor. Buna bir de devletin israf politikasındaki inat ve ısrarla, ödemek zorunda olduğumuz dış borçları da eklerseniz… Allah yardımcımız olsun. Bütçeyi denkleştirmek, milletin geçimini kolaylaştırmak öyle kavgayla gürültüyle, yumruklaşmayla, küfürleşmeyle, inatlaşmayla olmuyor. Türkiye’yi küfür, yumruk ve ayak oyunlarıyla değil, akılla ve birlik beraberlikle düze çıkarabiliriz.