Yusuf KANLI
Crans Montana’da Kıbrıs görüşmeleri Rum lider Nikos Anastasiades’in Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e utanarak sıkılarak “Ben Kıbrıs Türkl...
Yusuf KANLI
Crans Montana’da Kıbrıs görüşmeleri Rum lider Nikos Anastasiades’in Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e utanarak sıkılarak “Ben Kıbrıs Türkleriyle ortaklık devleti kuracağımıza halkımı ikna edemem” deyip on yıllardır çözüm çabalarının başarısızlığa niye mahkum olduğunu bir kez daha ifşa etmesi sonrasında hep yazıldı. Federasyon fikri öldüyse, iki devlet fikri henüz kabul edilemiyor ise, yapılacak şey üçüncü yoldan, yani karşılıklı menfaat sağlanacak alanlarda işbirliği ile adadaki iki halkın ve onların “entitelerinin” karşılıklı bağımlılık geliştirmesi denenmesi olmalıdır.
Adına ister güven taratıcı önlem (GYO) deyin, ister ekonomik işbirliği paketleri deyin, ya da arzu ettiğiniz bir başka tanımı kullanın, Almanya ile Fransa arasında iki savaşın düşmanlığını aşıp bu günün Avrupa Birliği’nin dünyaya gelmesinin yolu da benzer bir yaklaşımla, meşhur Schuman Deklarasyonu ile aşılmadı mı? 9 Mayıs 1950 tarihinde dönemin Fransa dışişleri bakanı Robert Schuman tarafından okunan ve Fransa ile Batı Almanya'nın kömür / çelik sanayilerini tek çatı altında birleştirmeyi öngören Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kurulması önerisi olmasaydı bu günkü AB hayat bulabilir miydi?
Rumlar federasyon istemiyor
Teslimiyetçi bir yaklaşımla ve Türkiye aleyhine tavır almayı ilericiliğin gereği sayan bir psikolojik durum içinde son Kıbrıs Türk önerilerine saldırgan bir tavırla karşı çıkan çevreler zahmet edip Rum önerilerini incelemeye gerek bile duymuyorlar. Federasyon kurulabilmesinin ön şartının adadaki her iki tarafın da egemenlik paylaşımını, siyasi eşitliği kabul etmeleri gerektiğini ve Rumların her çözüm umudu arttığında sistematik şekilde, Crans Montana’da uluslararası toplum önünde açıkça, egemenliği paylaşmayı reddetmedi mi? Rum tarafının “Federasyon” istemi, Kıbrıs Türklerine bazı “federal haklar” vererek gasp ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti devletine yama olmalarını kabul etmelerin den ibarettir.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın son önerilerinin “Ankara’da pişirilip, Kıbrıs’ta servis edildiğini” iddia ediyor bazı arkadaşlar. Elbette ki Kıbrıs süreci Ankara ile Kıbrıs Türk devletinin sıkı koordinasyonu ve işbirliği içerisinde götürülmektedir. Bugün değil, en başından beridir bu işbirliği her koşulda gözetilmiş, uygulanmaya çalışılmıştır. Rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın tarihe mal olmuş ve bu yazara ilk kez söylediği “Türkiye’siz cennete bile girmem” sözü bu konunun en veciz özetidir.
Pakette ne var?
Nedense pakette ne var diye sormadan doğrudan eleştiriye geçiyor bazı arkadaşlar. Bakın özetle pakette ne var?
1-Halen adanın sadece kuzeyine sağlanan Türkiye’den deniz altında askılı boru sistemiyle gelen tatlı su da dahil, doğal su kaynaklarını Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum ortak komitesi birlikte değerlendirsin.
2-Kıbrıs’ta her iki taraf da ciddi enerji sıkıntısı çekmektedir. Rum tarafı halen kendi bölgesini çok daha pahalı bir projeyle Avrupa enterkonnekte sistemine bağlamayı arzulamaktadır. Türkiye’den deniz altından gelecek kablo ile Ada’nın Türk ve Rum tarafları AB’yle elektrik alanında enterkonnekte olabilirler. Böylece enerji güvenliği sağlanırken, maliyet de düşürülmüş olur.
3-Kıbrıs adasının yeşil enerjiye geçişi amacıyla güneş enerjisinden etkin bir şekilde yararlanmak için ortak komite kurulsun.
4-Kıbrıs çevresindeki hidrokarbon kaynaklarını Türk-Rum ortak komitesi yönetsin, her iki tarafın ruhsatlandırdığı özel şirketler de komiteye dahil edilsin.
Ayrıca Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Tatar kısa süre sonra hem düzensiz göç hem de mayınlarının temizlenmesi alanında işbirliği önerilerinde bulunacağını açıkladı.
Ezber bozucu yaklaşım şart
Kıbrıs görüşme sürecini yakından takip edenler bu önerilerin yeni olmadığını kabul edeceklerdir. Kıbrıs Türk önerileri ayrı paketler halinde görüşmelerde, ikili ve çoklu temaslarda karşı tarafa sunulan veya Halkın Partisi lideri Kudret Özersay’ın son açıklamasından da bir kez daha öğrendiğimiz gibi gerek cumhurbaşkanlığı ofisinde gerekse dışişleri bakanlığında hazırlanan veya çeşitli platformlarda seslendirilen fikirlerdir, hiç biri yeni değildir. En azından daha önce ısrarla vurgulandığı gibi bugün, yarın çözüm olamıyor ise, o zaman kapsamlı çözümü beklemeden ekonomik sıkıntıları aşacak, karşılıklı yarar sağlayacak alanlarda işbirliğine gidilmesini önermek nasıl yanlış olabilir?
Ayrıca, adadaki iki tarafın karşılıklı bağımlılıklar geliştirmesi, veya ekonomik potansiyeli ortak kullanarak ortak nemalanma programları geliştirmeleri nasıl yanlış olabilir?
Adanın hidrokarbon kaynaklarını Rum kesiminin tek başına kullanabilmesi mümkün müdür? Tek başına kullanmaya kalkması hep tansiyonun sebebi olmamış mıdır? Peki ortak şirket ile kullanımı – daha önce iki kez değişik şekillerde önerildi – ve belli oranlarda bu imkanın iki halkın refahına kullanılması nasıl kötü bir fikir olabilir? Üstelik, iki taraf arasındaki bu işbirliği herhangi bir şekilde statülerinin kabulünü şart koşmuyorsa?
Statü yükseltilmesi hedeflenmemeli
Bu nokta bence çok önemlidir. Kıbrıs Türk tarafı ısrarla ve her temasta bu önerilerin ne Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türklerince tanınmasını, ne de Kıbrıs Türk tarafının bu süreç ile bir statü yükseltilmesi talebinin olmadığını vurgulamalıdır. Ayrıca, daha önce Run tarafının yaptığı ancak toprak tavizi ile havaalanı veya liman hakları düzenlemesi gibi eşit ağırlıklı olmayan öğeler içeren paket de belki bu paketle birlikte taraflar arasında ele alınıp ezber bozucu ve cesaretli adımlar atılmalıdır.
Unutmayalım, siyasi fikirlerimiz, ideolojilerimiz farklı olabilir ama adada kalıcı ve yaşayabilir çözüm ihtiyacı konusunda tüm Kıbrıs Türkleri aynı görüştedir; en azından olmalıdır.
Dedim ya, Kıbrıs’ta üçüncü yol elbette denenmelidir.