Her devrin adamları…
Yusuf Kanlı
Hayranım bazı arkadaşların kapasitelerine. Siyasi iktidarda kimin olduğu fark etmez, onlar hep iktidarın yanında, kenarında olmadı koynundadır.
Kaş göz kaldırmayalım lütfen, biliyorsunuz sizler kimlerden bahsettiğimi. Onlar her devrin adamlarıdır. İlke, ideoloji, fikir, ahlak hepsi güzel şeylerdir de bu arkadaşlar açısından Amerikalıların dediği gibi “greenback” yani dolar her şeyden önce gelir.
Alçaklık kompleksinden midir, başka psikolojik sorunları mı vardır, yoksa güce, paraya o kadar mı aşıktırlar ki bukalemun gibi her renge anında dönebilme yeteneğini geliştirdiler.
Rahmetli Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş “Önemli olan her devrin adamı olmak değil, her devirde adam olmaktır" demişti bir konuşmasında.
Zor iştir “her devirde adam olmak.”
Birkaç gün kaldı. 11 Ekim’de sandıklar kurulacak. Kıbrıs Türk halkı “en iyi seni ben temsil ederim” diyen 11 aday arasından birisine teveccüh gösterip en az %50’den bir fazla oy verip ikinci tura gerek olmaksızın yeni cumhurbaşkanını seçecek. Veya, hiçbir aday oy kullananların yarıdan bir fazlası oy alamazsa, ki alamayacak gibi görünüyor, o zaman da 18 Ekim’de bir kez daha sandıklara gidilecek, bu sefer birinci turda rn fazla oy alan iki adaydan birisini cumhurbaşkanlığı görevine getirecektir.
Bu 11 adayın çevresinde, doğal olarak, bir sürü her devrin adamları, bir sürü de her devirde adam olanlar vardır. Bu sözü tabii ki bazı adayların kendisi için de kullanabiliriz. Dedik ya, her devirde adam olmak çok zor iştir, ancak her devrin adamı olmayı sürüngenlerden bukalemun bile bulunduğu çevrenin rengine girerek gayet güzel başarıyor, değil mi?
Bakalım kaç “adam” – cinsiyetçi açıdan bakmayalım lütfen, bal gibi de “kadın” da diyebiliriz – seçimden sonra son haftalardaki pozisyonlarıyla uyumlu davranabilecekler, özellikle de seçimi kaybeden adayların çevresinde oluşacak boş alan hiç hoş olmuyor seçim sonrası dönemlerde.
Seçim heyecanıyla hemen herkesle çatışan, boğaz boğaza tartışmaya girip, önüne geleni aşağılayan arkadaşlar siyasi bir geçmişe veya kültüre sahipse “seçim zamanı geçti, şimdi yeni şeyler söylemek zamanı. Ne denmişse sandıklarla beraber depoya kalktı arkadaşlar” deyip yola devam edebilir. Ancak, bürokrasiden veya üniversiteden gelmiş yeni siyasetçiler ya da siyasi danışmanlar, geçmişleri ne kadar muhteşem olursa olsun kendilerini hızla hizaya çekmezlerse, o işi birileri yapar ve burunları kötü sürtülür. Arkadaşça uyardım. Ne siyasetçiyim ne de görevlerine talibim, sadece olan bitenle ilgileniyorum ve uyarım bu ülkeye olan sevgimden.
Seçmen için zor karar
Sağda da solda da seçmen için karar vermek bu seçimde her zamankinden zor. Öncelikle, adaylar salgın nedeniyle düzgün bir kampanya yapamadığından seçime günler kala seçmenin çok yüksek bir oranının kararsız olduğu görülmekte. Bu yüksek oran son andaki gelişmelere göre oy verecek ise seçimde büyük sürprizler olabileceğinden bahsedebiliriz. Daha kötüsü, yüzde 40 veya da yüksek oranda bir boykot seçime gölge düşürür. Geçen haftaki tartışma programı kararsızları azaltmadı, belki bu haftaki tartışma daha yararlı olur.
Öyle kimse “Yüzde elliden fazla Kıbrıs Türkü sandığa gitmedi, seçim geçersizdir” falan demesin. Yok öyle şey. Seçime katılanların yarıdan bir fazlasıyla birinci turda seçim tamamlanır, eğer hiçbir aday o oranda oy alamaz ise ikinci turda birinci turun en fazla oy alan iki adayı yarışır, fazla alan kazanır. Nokta. Boykot edenler, boykot ettiğiyle kalır ve belki de istemedikleri bir adayın seçilmesine katkı koyarlar.
11 aday arasında beşinin iddiası bence yok, sadece demokratik katılım haklarını kullandılar. Tebrikler. Altı aday ise yüksek kararsız seçmen oranı dolayısıyla kamu oyu yoklamaları neyi gösterirse göstersin seçilebilirler. Kısaca süpriz yaşayabiliriz.
Seçim kriterleri belli. Son haftalardaki gelişmeler nedeniyle oy verirken Kıbrıs Türk seçmeni birkaç zor soruya cevap arayacak.
1- Hangi aday Türkiye ile uyum içerisinde çalışabilir?
2- Türkiye ile her gün ağız dalaşı içerisinde olmak “Kıbrıs Türk onurunu” korur mu?
3- “Kıbrıs Türk onuru” korunacak ise, Rum kesimiyle kim “dişe diş” ve “toplumsal haklardan” özellikle “eşit ortak yönetim” ve “eşit egemenlikten” taviz vermeden görüşmeleri yürütebilir?
4- Rum tarafı federasyon istiyor mu? Federasyon mümkün mü? Yoksa artık iki devlet konuşma zamanı geldi mi?
5- Bütünlüklü çözüm mü, parça parça çözüm mü daha kolay ve çıkarları koruma açısından daha uygun?
6- Maraş… Açılabilir mi? Nasıl bir iktidar açabilir?
Bu soruları biraz daha artırabiliriz ancak galiba en önemlisi nasıl bir çözüm istiyoruz; federasyon mu, yoksa…
Bence federasyon istediğini iddia eden adaylar romantik hayalperest Stokholm sendromu hastası arkadaşlar. Ruhen esir alınmışlar, esarete ve kendilerini esir tutanlara yönelik bir aşk içerisindeler ve ısrarla “seni istemiyorum, sana ancak azınlık hakları veririm” diyen gardiyanlarıyla mutlu evlilik yapabileceklerine inanıyorlar.
Vesselam, ideoloji falan hikaye, seçmen ne istediğini düşünüp oy vermeli.
Yorumlar