Orhan GÜRDİL
Bugün Çanakkale Boğazı’nda Avrupa ve Asya kıtalarını birleştirecek olan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün yapılması konusunu 1960’lı yıllar da bir takım gazeteci La...
Orhan GÜRDİL
Bugün Çanakkale Boğazı’nda Avrupa ve Asya kıtalarını birleştirecek olan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün yapılması konusunu 1960’lı yıllar da bir takım gazeteci Lapsekili sebze meyve üreticilerinin ısrarlı istekleri ile karşılaşmıştırlar. Üreticiler” mallarımız İstanbul’a gidinceye kadar çürüyor.” diye dert yanmışlardı. Yeri gelmişken bu köprü konusu ile bir anımı sizlerle paylaşmak istedim.
1960’lı yılların başı idi. O yıllar da Doğan Kasaroğlu Ankara Gazeteciler Başkanıydı. Rahmet başkanımız Basın- Yayın Genel Müdürlüğü, TRT Haber Dairesi başkanlığı hatta bir ara TRT’de üst düzey görevleri almış başarılı saygın bir basın mensubu idi.
Kasaroğlu çalıştığım gazeteye telefon açarak. “Orhancığım bir grup yaptık Lapseki’ye tatile gideceğiz. Gelmek istersen birsen Hanımla seni de listeye yazalım” diye bir davette bulunmuştu. Tabi seve seve katıldık. Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı, Faruk Taşkıran, Orhan Tokatlı, kardeşi Erdoğan tokatlı ben ve eşlerimiz dahil 14 kişiden oluşan grubumuz kiralanan bir otobüsle 12 saat süren bir yolculuktan sonra Lapseki’ye vardık. Oteli- moteli, lokantası olmayan bu yerde ufak bir jandarma birliği ile onun genç komutanı ile Ziraat Bankası’nın ufak bir şubesinden başka ele avuca sığacak bir binada yoktu. Bir de Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış olup bize otel hizmeti verecek olan bir ilkokul vardı.
Sınıfları paylaştık, sıraları birleştirdik yan taraftaki taburdan gelen yatakları karyola haline getirdiğimiz sıraların üstüne serdik. Ziraat Bankası da pike ve yastık çarşaf ihtiyacımızı karşıladı. Bohem bir hayat, şikayetten çok hoşumuza gitmişti. Bu seyahatimizle ilgili özel aile resim arşivimizde fotoğraflarımız bulunmaktadır. Banka Müdürü, Başkan Doğan Kasaroğlu’nun üniversiteden çok yakın arkadaşı imiş. Jandarma üst subayı da tanış çıkınca Lapseki deki günlerimiz neşeli geçeceğine inancımız arttı.
O günün gecesi yerleşmekle geçti. Ortada bir sorun vardı. Yeme ve içme konusu neşemizi biraz kaçırdı. Bu arada ortalıkta hiçbir Lapsekiliye rastlamamış hatta kaldıkları yerleri bile görmemiştik. Ertesi gün yemek sorunu çözüldü. Yanımızdaki Jandarma taburunun aşçısı yemek pişirme konusunda bize yardımcı olacaktı. Lapseki’yi ilk defa görüyordu. Denize kadar inen meyve ağaçları, zeytinlikler ve arkalarında domates, patlıcan, biber tarları ile cenneti aratmayan güzel ılık bir hava ve ince kumlarla bezenmiş ıssız sahiller. Kaldığımız okula çok yakın olan Lapseki’ye gidip yiyecek- içecek almak için yola çıkarken Kasaroğlu ile Bostancı’da Banka Müdürünü ziyarete gittiler. Lapseki, denizden biraz uzak yani sahilde kurulu bir yer değil. Osmanlılardan kalma evleri ile insanı bir başka dünyaya taşıyan görüntüsü ile yine de bana sevimli geldi. Lapseki’nin tarihinde beldeleri ile yabancılar bizmişiz. Güler yüzlü, bizi saygı ile selamlayıp ağırlamak isteyen bir halleri vardı.
Eşimle bir incir ağacının geniş dalları ile örtülü bir yere konulan masa ve sandalyelerde soluk aldık. Nüfusu parmakla sayılacak kadar az olan Lapsekililer benim ahbap olmam uzun sürmedi. Okul da kaldığımızı, Lapseki’ye hayran kaldığımızı söyleyince onlar da bize daha candan davranmaya başladılar. Grubun diğer erkekleri her gün bankaya taşınırken bende hanımları alıp Lapseki’ye götürüyordum. Bu ilgimize karşılık onların hanımları da bize katılıp kahveyle birlikte derin sohbetlere dalıyorduk. Bu yakınlıktan biz memnun olmaya başladık. İki günde bir Lapsekili hanımlar börek, çörek helva, hamur işi hatta yemek yapıp kaldığımız okula kadar getirmeye başladılar. Gece geç vakitte gelen değerli meslektaşlarım banka da Banka Müdürü, Jandarma Subayı meğer kağıt oyunu oynuyorlarmış. Onlar memnun biz memnun. Günün birinde yine eşimle çarşıyı ziyaret ettiğimiz gün Lapseki’nin yaşlısı ve yörenin en zengin kişisi olan Yakup adlı beyle sohbete daldık. Yaşlı tarımcının derdi. Ürettikleri sebze ve meyveyi tüketim yerlerine ulaştırma konusunda çektikleri sıkıntıdan bahsedip Lapseki ile karşıya yani (İnegöl) tarafına bir köprü yapılmasını arzuluyordu. O yıllarda tarla da domatesin kilosu 25 kuruş idi. Yani Yakup Ağa “Mademki gazetecisiniz bize yardımcı ol. Ben de bunu altında kalmam. Bak ilerde gördüğün ince kumlu yerden sana bir evlik arsa veririm” diye bir teklifte bulundu.
Yakup Ağa’ya “Ben tek değilim arkadaşlarım var. Sizler onları görmediğiniz buraya benimle hanımları geliyor. Onlarında senin bu teklifinden faydalanmalarını isterim” diyerek Ağa’dan onay aldım. Lapseki’de deniz kenarındaki araziler kız çocuklarına verilir, içerde verimli topraklı araziler ise erkek çocuklarının olurmuş. Durumu Başkan Kasaroğlu’na anlattım. Memnun oldu. Yakup Ağa ile tanıştırdım. Köprü yapımı için devlet büyüklerine durumu bildireceğim diyerek. 15 gün sonra Lapseki’den iznimiz bittiği için ayrılmak zorunda kaldım. Erdoğan Tokatlı’nın eşi hamile olduğu için oda bizimle birlikte Lapseki’den ayrılmak zorunda kalmıştı. Bankadan Çanakkale Valisine telefon açılmış. Doğan Başkan bir araç gönderilmesini rica etmiş. Kısa süre içinde bir Jeep gelip bizi alıp Çanakkale’ye bıraktı. Bu arada Lapseki, Çanakkale arasında bir çok tarihi yapılar gün yüzüne çıkmayı bekliyordu. Yakup Ağa ile Doğan Kasaroğlu arsa konusunda baş başa bırakarak Çanakkale’ye geldik. Erdoğan ve eşi bir otobüsle Ankara’ya dönerken ben ve eşim ertesi gün İzmir’den gelecek olan Denizyollarına ait bir vapur ile İstanbul’a dönmek için bilet alıp Çanakkale’yi gezmeye başladık. Akşam güneşinin batmak üzere olduğu saatlerde acıktığımız için bir lokantaya girip karnımızı doyurmak istedik. Tur attığımız güzergah üzerinde öyle yemek yenecek bir yer yoktu. Yeşil ağaçların rengarenk çiçeklerin süslediği beyaz örtülü masalı yeri görünce sevindik ve hemen oraya girmeye karar verdik. Kapıda bir askerin nöbet tuttuğu yer Orduevinin Lokantası imiş. Biz kapıdan uzaklaşmak üzere iken nöbet tutan asker “komutanım, komutanım” diye bizi seslendi. Bahçe de oturan orduevi müdürünün isteği üzerine cenneti andıran deniz kenarındaki o yer de oturup siparişimizi verdik. Ben ve eşim içki kullanmıyoruz. Ama havanın doyumsuz güzelliği birer bardak şarap içmemize uygun olacağını düşünerek. Servis yapan garson erden şarap olup olmadığını sordum. Elimde tuttuğum menünün arka sayfasında pek çok şarap adı yazılı idi ama biz hiçbirinin adını tadını bilmiyorduk. Birbirimize sorarken garson er “müsaade ederseniz ben size bir şarap getireyim. Tadını çok beğeneceksiniz” dedi tabi razı olduk. Gelen şarap koyu sıvılı oldukça lezzetli bir içecekti. Kızartmalar, salatalar derken şarabı bitirdik.
Çok geçmedi hesabı nasıl ödedik. Nasıl otele geldik. Sabah gelen vapura nasıl bindiğimizi aradan uzun yıllar geçtiği halde hala akıl erdiremedim. Öyle bir şarap içmişiz ki ne onun tadını ne de o günü hiç unutmayız. Lapseki ile İnegöl arasına köprü yapılması konusunda birkaç kez sayfalarımda yer vermiştim ama aradan yıllar geçti. O arzumuz bugün gerçekleşti. Yakup Ağa keşke sağ olsaydı d 1915 Çanakkale Köprü ’sünün yapılışına şahit olsaydı. Ürettikleri ürünlerin günü gününe tüketici pazarlarına ulaşacağını görseydi. Bizden sonra Yakup Ağa hakkın rahmetine kavuşmuş bizim arsa işleri de bir anı olarak hatıralarımız da kalmıştı.