Can PULAK
Bu aşı karşıtlarını anlamak ve hak vermek kolay değil. Ne demek? (ben aşı olmam) Sen aşı olmazsan, Covid 19 virüsüne eninde sonunda yenik düşersin ve salgını çev...
Can PULAK
Bu aşı karşıtlarını anlamak ve hak vermek kolay değil. Ne demek? (ben aşı olmam) Sen aşı olmazsan, Covid 19 virüsüne eninde sonunda yenik düşersin ve salgını çevrendekilere de kolaylıkla bulaştırırsın.
Bu gribe benzeyen bir hastalık değil, bağışıklık sistemin çok güçlü değilse eğer, yakaladı mı götürüyor. Hele şimdi yaşlı-genç- çocuk filan da dinlemiyor, hergün 250 insanımızı yaşamdan koparıyor. Günde 30 binden fazla yeni hastamız var. Düşünün her gün bir stadyum dolusu insanımız yatağa seriliyor. Şanslı olan kurtarıyor, olmayan kapatıp gözlerini zamansız göçüp gidiyor dünyamızdan.
İnsan haklarına elbette saygılı olmalıyız. Ama aşı olmak istememeyi insan hakları çerçevesi içine sokamayız. Biz aşı olmayacağız diye millete bulaştırırsak virüsü, hastalanan ve hayatını kaybedenlere ne diyeceğiz? Bizim var da, onların insan hakları yok mu yani? Aşı olmamakta direnenlerin insan haklarını kullanma hürriyeti, başkalarının sadece insan haklarını değil, yaşam hürriyetlerini de boğazlamaz mı?
Yobaz kesim ve fanatik dindarlar (günah) gözüyle bakıyorlar aşıya. Onlara göre hele kadınların aşılanması, kısırlığa yol açabilir. Hamile kadınlar ise (düşük yapma) korkusuyla aşı olmak istemiyorlar. Kimse de kalkıp, bunların yanlış olduğunu söylemiyor. Üzerine vazife olmayan her konuya balıklama dalan Diyanet İşleri Başkanı, ağzını açıp bu konuda tek bir laf etmiyor. Asıl konuşması gereken Sağlık Bakanı, işin o tarafına dönüp bakmıyor bile. Yurt bulamayıp parklarda yatan gençleri karga tulumba gözaltına aldıran İçişleri Bakanı, Vali ve kaymakamlarına aşı takibi konusunda talimat veremiyor. Hal öyle olunca Covid 19 salgını çok tehlikeli boyutlara doğru süratle tırmanıyor.
Siyasi parti liderleri de aşı konusunda suskun. Sadece kollarını televizyon kameralarına uzatıp (bakın biz aşı oluyoruz) demekle yetiniyorlar. Kimse diyemiyor ki, (aşı olmayan toplum içine çıkamaz. Kamuya açık yerlere giremez. Toplu taşıma araçlarına binemez. Dükkanlara girip alışveriş yapamaz). Bunu ısrarla söylemiyorlar, söyleseler oy kaybedecekler çünkü. Aşı olmak istemeyenler tepki gösterebilir, sandığa gitmeyebilir. Televizyonlardan inmeyen AKP Genel Başkanı niçin uyarmaz milleti? Neden (Aşı olmak istemeyenler sağlıklı insanlarımıza zarar veriyor) demez?
Yurt bulamayan öğrencilerin, emeklilikte yaşa takılanların, atanamayan öğretmen ve memurların, zam isteyen işçilerin, suyuna ve ormanına sahip çıkmak isteyen çevrecilerin demokratik hakları olan gösterilerini polis marifetiyle dağıt, aşı karşıtlarının tepki ve protestolarına resmi izin ver. Bu ne perhiz, ne lahana turşusudur? Sorumlu yöneticilik herkesi aşıya zorlar, aşı belgesi olmayanların toplumun içinde gezip dolaşmalarını engeller. Ama biz milletçe ve yıllardır sorumlu yöneticilere hasret yaşamaya alıştık galiba.
Aşı karşıtları Avrupa’da da, Amerika’da da, İskandinav ülkelerinde de var. Evet doğru var ama, onların imkanları ve güçlü yönetimleri bizde yok ki. Adamlar milleti sokağa çıkarmadıklarında ve dükkanları kapattıklarında, parayı bastırıyorlar herkese. Kimse geçim, kira sıkıntısı filan çekmiyor bizim gibi. Onların ekonomisi güçlü, bizimki balık sırtında çoktandır. Hem biz onlar ne yapıyorsa yapan bir devlet değiliz ki. Batı ne yapıyorsa, güçlü devletler ne yapıyorsa, biz aksini yapmakla ünlü değil miyiz?
Aşımız var, şimdiye kadar aşılama işleri bana göre başarılı gitti. Ama işin en önemli noktasına geldik. Hepimiz aşı olmaz ve bağışıklık kazanmazsak, bu salgını çok daha feci bilançolara taşırız ki, bunun hesabını kimse veremez. Öyleyse aşı olma mecburiyetini hemen devreye sokmalıyız. Önümüz kış, eğer mecburiyet tedbirini almazsak, geçen yıldan çok daha güç bir durumla karşılaşabiliriz.
Buradan tasarruf konusuna gelmek istiyorum. Sağlıkta ve aşıda tasarruf olmaz. Ama devlet hayatında ve devlet yönetiminde tasarruf şart. Gösterişi, lüksü, şatafatı devlet hayatımızdan mutlaka ve süratle uzaklaştırmalıyız. Nedir bu araba saltanatı, nedir bu koruma orduları, nedir bu saray yaşamları? Bir uçak dolusu adamı, eş-dost-yandaşı milletin vergileriyle Amerika’lara götürmek, yedirmek, içirmek de neyin nesi oluyor? Makam araçlarını askeri uçaklarla yeni dünyaya göndermek, Newyork caddelerinden gösterişli konvoylarla geçişler yapmak, Türkiye’ye ne kazandırıyor? Sakın itibar filan demeyin, bizim konvoya bakan Amerika’lıların neler dediğini tahmin edebiliyorum. Orada görevli gazeteci arkadaşlarımın gözlemlerini yazmaya kalksam,üzüntüden kahrolursunuz.
Muhalefetin atıp tutmasına gerek yok. Sadece Sayıştay’ın raporlarını okusalar millete, yapılan israfları ciddi bir şekilde açıklasalar ve bu milletin parasının nasıl oraya buraya savrulduğunu belgeleriyle anlatıp, bu israfın peşine siyasi olarak değil, milletin bütçesine sahip çıkma amacıyla düşseler, çok önemli bir görevi yerine getirmiş olurlar. Sayıştay raporları akıl almaz suç ve tespitleri kapsıyor. Bunların milyonda biri ciddi bir ülkede olsa, o hükümette yönetim bir saniye görevde kalamaz. Ama bizde kimsenin aldırdığı yok.
Muhalefet kim Cumhurbaşkanı olacak, ben Başbakan olacağım meseleleriyle meşgul olduğu kadar, Sayıştay raporları ile de meşgul olup, konuyu yargıya taşısa iyi olmaz mı? Örneğin Anayasa Mahkemesi Başkanına gitseler veya Yargıtay Başkanını ziyaret etseler, Sayıştay raporlarıyla ilgili suç duyurusunda bulunamazlar mı? Türkiye’de Sayıştay raporlarını değerlendirecek ve raporlarda yer alan suçları işleyenleri mahkemelere sevkedecek bir yol yok mu? Her Salı grup toplantılarında nutuk atmak yerine, daha ciddi muhalefet yapma imkanlarını neye kullanmazlar ki? Bu ülkede cımbız, köpek, bebek gibi doğruluğu tartışmalı iddialarla insanlarımız asıldı. Bugün Sayıştay gibi bir kurumun resmi rapor ve belgeleri açıklandığı halde kimseden hesap sorulamıyor. Böyle şey olmaz.
Hepimiz görevlerimizi doğru dürüst, yasalara ve kurallara uygun yapmalıyız. Bunu iktidardan bekliyoruz da muhalefetten niye istemiyoruz ki..?