Albert Eintein’ın en büyük buluşu: Aşk
Birsen Gürdil
Dünya bilim tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan Alman asıllı Amerikalı fizikçi Albert Eintein’ı umumiyetle hepimiz birazda olsun tanırız. Ünlü fizikçinin buluşları ve üzerinde çalıştığı bilimsel araştırmaları burada anlatmaya kalksam, değil bu sınırlı köşem gazetenin tüm sayfasını bile aylarca dolduracak meziyetlerini, başarılarını sizlere anlatmış olduğumu zannetmem.
Kısaca Albert’i şöyle bir tanımdan sonra onun bugüne kadar bilinmeyen iki hususiyetini ele alalım. Albert Eintien, 1879 yılında Ulm’da doğdu. Orta gelirli bir ailenin oğlu olarak silik, çekingen hatta tembel bir öğrenci olarak çevresinde tanınıyordu. Münich Lisesi’ni güç bela bitirdi. 1896’da Zürich Politeknik Enstitüsüne girdi. Burada da tembelliği ile göze batmaktan kendisini kurtaramadı. Başarısız bir öğrenci olarak okulu güç bela bitirdi.
18 yaşında çağın büyük Bilgin’leri Max Weil, Helmholtz ve Ernst Mach’ın yapıtlarını okudu ve İsviçre vatandaşlığına geçti. 1902’de boş vakit bulduğu için bu görevi bir süre yürüttü. Bu aralarda gazetelerin bilimsel köşelerini ve de bu konularda yazılmış kitapları okudu. Artık çağdaş fizikte baş gösteren büyük sorunlar üzerinde çalışmaya baladı.
1905’te ünlü Alman bilim dergisi Annalen Derphysik’e yolladığı beş incelemesi yayınlandı. Eintein, artık dünya bilimsel alanında adından bahsedilen bir bilgin olmuştu. Tabi bu arada 1921 yılında Nobel fizik ödülünü de aldı. Ruhsal yapısının karışıklığından olsa hiçbir zaman bir yerde uzun süre kalamıyordu.
1909’da Zürich Üniversitesi’ne profesör olarak başladı. Sık sık yabancı üniversitelere konferanslar vermek için Enstitüyü ihmal etmesi ünlü fizikçiyi fazlası ile üzerken, Hitler’in iktidarda gelmesi üzerine Paris’e daha sonra da Belçika’ya gitmek zorunda kaldı. Princeton’daki İnstıtule for Advanced Study’de profesör olarak çalışmaya başladı.
1955 yılında ölünceye kadar Nükleer silahların kullanılmaması konusunda başkan Roosevelt’e defalarca mektup yazmasına rağmen atom bombasının yapılmasına ve kullanılmasına mani olamadı.
İşte bu dünya çapındaki üne sahip fizikçinin diğer bir özelliği ise çok hassas ve duygulu olması Almanya’da yaşadığı yıllarda buzdolaplarından sızan gaz nedeniyle uykularını da kaybeden bir ailenin tüm fertlerinin ölümü Einstein’i derinden üzmüştü. O yıllarda pek güvenli olmasa da piyasaya sürülen mekanik buzdolaplarında kullanılan son derece zehirli amonyak, sülfür dioksit ve metil klor hidrat gibi gazların açtığı ölüm olayları karşısında daha güvenli bir yol bulunabileceğini düşünen Eintein, kendisinden 19 yaş küçük olan talebesi Macar asıllı öğrencisi Leo Szilard ile buzdolaplarıyla ilgili çalışmaları sonucu bazı bulgulara ulaştılar.
1926’dan, 1933 yılına kadar süren araştırmalar ümit verici buluşlardı. Elektriksiz çalışan buzdolabı bu buluşlarından birisi olmasına rağmen, 1930’larda Freon’un bulunması, zehirli olmayan bu gazın soğutucu özelliği sızıntı tehlikesini ortan kaldırınca Einstein-Szilard ikilisinin bu gayretleri boşa çıkmıştı. Daha sonraki yıllarda yinede bu ikilinin üzerinde çalıştığı düzene uyarak modern buzdolapları üretmiş oldular. Einstein ve Szilard’ın bu bilimsel çalışmaları altı ülkeden aldıkları 45 patent ile tarihe ve insan yaşamının hayatına girdi.
Einstein’i bir bilim adamı olarak tanımamıza rağmen, onun en büyük buluşunun aşk olduğunu zannedersem pek çoğumuz bilmemektedir. Ünlü bilim adamı ölümünden 20 yıl sonra açıklamasını istediği 1400 mektubunu kızı Lieser’e bu şart ile göndermiş. Kızı da aynı şekildeki şartla mektupları İbrani Üniversitesine bağışlar. İşte Albert’in en büyük buluşu olan Aşk’ı ifade eden mektubu. “Sevgili Lieser” görecelik kuramını açıkladığım zaman çok az kişi anladı beni ve şimdi insanlığa açıklayacağım şey de dünyada yanlış anlamanın ve önyargının hedefi olacak. Senden mektubu, toplum aşağıda açıklayacağım şeyi kabul edecek olgunluğa erişinceye kadar, ne kadar süre gerekli olursa, yıllarca, on yıllarca saklamanı istiyorum.
Bilimin henüz tanımlayamadığı çok güçlü bir kuvvet söz konusu. Bu kuvvet diğer bütün kuvvetleri de içermekte ve onları yönetmektedir. Ve hatta evrendeki her şeyin ardında o var ve henüz onu tanımlayabilmiş değiliz. Bu evrensel kuvvetin adı Aşk.
Bütün insanları evrenin birleşik teorisini oluşturmaya çalıştıklarında, görülmeyen en güçlü kuvveti göz ardı ettiler. Aşk vereni de alanı da aydınlatan bir ışıktır. Aşk yerçekimidir. Çünkü bazı insanları diğerlerine doğru çeken bir güçtür, çünkü elimizdekini en iyi o çoğaltır ve insanlığın kendi körlüğünde kaybolup gitmesini önler. Aşk döker içindekini ve döktürürde içindekileri. Aşk bizim hayatımızdır, onun için ölürüz de. Aşk Tanrı’dır ve Tanrı Aşk’tır. Bu kuvvet her şeyi açıklar ve hayata anlam katar. Bu kuvvet uzun süredir görmezden geldiğimiz bir değişkendir, belki de bunun nedeni evrende insanın itaat ettiremediği tek güç oluşundan dolayı ondan korkuyor olmamızdır. Aşkı somutlaştırmak için en ünlü eşitlik formülünde basit bir yer değiştirme yaptım. Eğer E=mc 2 yerine, dünyayı işleştirecek enerjinin ışığın hızının karesi ile aşkın çarpımından elde edileceğini kabul edersek aşkın sınırsız oluşundan dolayı en güçlü kuvvet olduğu sonucuna varırız. Eğer türümüzün devam etmesini istiyorsak, hayatımızı anlamlı kılacaksak, dünyayı ve içindeki her varlığı kurtarmayı arzuluyorsak aşktan başka çaremiz yok. Belki de henüz gezegeni altüst eden nefret, bencillik ve aç gözlülüğü tamamıyla ortadan kaldıracak kadar güçlü bir aşk bombası yapacak durumda değiliz. Yine de, her insanda serbestlenmeyi bekleyen enerjiyle yüklü ama güçlü bir aşk jeneratörü bulunur.
Sevgili Lieser, bu evrensel enerjiyi alıp-vermeyi öğrendiğimizde, aşk hayatın özü olduğundan, aşkın her şeyi aşacağına da tanık olacağız. Hayatım boyunca senin için çarpan kalbimdekini ifade etmediğim için çok pişmanım. Belki özür dilemek için artık çok geç ama zaman göreceli bir kavram olduğundan seni sevdiğimi söylemem ve nihai yanıtı bulduğum için sana teşekkür etmem gerek. Baban Albert Einstein.
Bana böyle bir konuda yazı yazma imkânı verdiği için 1986 yılından bu yana hekimlerimizin vazgeçilmezi olan Sando Med dergisine ve de Altan Demirdere ile Nilifer Gürpınar’a teşekkürü bir borç bilirim. 30 yılında tekrar yayın hayatına başlayan Sando Med’e daha nice uzun başarılı yıllar dilerim.
Yorumlar