Ankara’ya mimari dokunuşlarıyla iz bırakan ve hayatta olan tanınmış mimarlarla gerçekleştireceğimiz “Ankara’ya iz bırakan mimarlar” röportaj serisinin ilk konuğu olan Erdal Sorgucu ile röportajımızın ikinci kısmında devam ediyoruz. Sorgucu bu kez mimarlık mesleğini, onunla anılan akımları ve bu akımların Türkiye’deki yansımaları ile mesleğin sorunlarını ele alıyor. Aynı zamanda genç mimarlara tavsiyede bulunan Sorgucu, görmenin ve gözü eğitmenin mimarlıkta ne kadar önemli olduğunu vurguluyor
SULTAN YAVUZ/ANKARA “eskiz’e dair… Âdeta iki boyutlu bir kazı eylemidir benim için ‘eskiz yapmak’; Olması gerekeni, Zaten orada olanı, orada olduğunu düşündüğün şeyi Bulmaya çalışmak, ortaya çıkarmak, Yakalamaya çalışmak… Dokunmak ‘Yer’e, Hayatı hissetmek, orada olanı ve olacak olanı… Çizmek, çizmek… çizmek...” Erdal Sorgucu Mimarlığının yanı sıra çeşitli üniversitelerde ders veren Erdal Sorgucu, röportajımızın ikinci kısmına eğitimci kimliğiyle sorumu yanıtlayarak başlıyor ve çok sayıda açılan mimarlık fakültelerinin niteliği hakkında şüphelerini ve eleştirilerini paylaşıyor. 1989 yılında Osmangazi Üniversitesi’nde bir yıl görev alan Sorgucu, Gazi Üniversitesi’nde 2000 ve 2010 yılları arasında, Anadolu ve Atılım Üniversiteleri’nde ise üç yıl ders vermiş. “Deneyimlerimi arkadaşlarımızla paylaşmaya çalışıyorum” diyen Sorgucu, Türkiye’deki mimarlık eğitimini de eleştirel bir bakışla yorumluyor. Mimarlık eğitiminin verildiği kentin çok önemli olduğunu vurgulayan Sorgucu, çizimlerin gezip görülen yerler üzerinden yapılabildiğine dikkat çekiyor. Sorgucu, “Bir mimarın olgunlaşması yaptıklarıyla değil, gördükleriyle ilgilidir, Yozgat’taki bir mimarlık fakültesinde ya da Anadolu’da da çokça bulunan tamamlanmamış yapılar, göze hoş gözükmeyen planlamalar var. Bu öğrenci yemek yerken, gezerken bu binaları görecek ve gördüğü bu kötü görüntüyü o hafızadan nasıl silebilirim? Ben mezun olacakken Teşvikiye’deki bir binadan etkilenmiş ve ‘Böyle bir bina yapacağım’ demiştim. Bu terbiyeyi hiçbir hoca veremez. Ankara, İstanbul ve İzmir dışında fakülte olmamalı bence, İstanbul’da Mimar Sinan’ın yapıtını görmeleri bir dönem proje yapmak kadar büyük bir derstir” diye anlatıyor. Kadro eksikliğinin de altını çizen Sorgucu, bazı üniversite hocalarının da proje yapmamalarından kaynaklı yetersizlikleri olduğunu, oysa proje yapmanın öğrenciler açısından ne denli önemli olduğunu belirtiyor. Türkiye’de mimari açıdan uluslararası örneklerin nadiren çıktığını söyleyen Sorgucu, bu duruma ilişkin şunları söylüyor: “Asıl problem dükkân açar gibi mimarlık fakültelerinin açılmasında yatıyor. Mimarlık bir evrak olarak görülüyor oysa en büyük hayâlim, işimden dolayı beni çağıracak bir işveren olması. Ne yazık ki mimara ilk sorulan ‘Kaça yaparsın?’ ‘Filan kişi 10 liraya yapıyor, sen beş liraya yapar mısın?’ oluyor. Ben o topa hiç girmedim, zaten o grupta barınamazdım. Düşününce dehşete kapılıyorum, teklif alma biçimi çok çirkin. ‘Arsanın imar hakkı 10 bin metrekare, sen kaç bin metrekare çıkarırsın bunun üzerinden?’ Mimarlık bunun neresinde? Çürüme ve yozlaşma var mimaride ve bir yıkıma gidiyor. Bundan nasıl sağ çıkarız, cevabını bilmiyorum.” [caption id="attachment_199385" align="alignleft" width="700"] AİBÜ Kampüs Tasarımı[/caption] “Modern mimarlık tarihini de temkinli incelerim” [caption id="attachment_199386" align="alignright" width="296"] AİBÜ Sosyal Aktivite Merkez[/caption] Sorgucu, modernist tavır içinde olmanın kendisini rahatsız etmediğini ancak modernizmin iddiaları açısından bazı tehlikelere de işaret ettiğini belirtiyor. Modernizmin toplumu ıslah edici yanı ve eyleminin olduğunu ancak topluma dokunuşuyla, sanatçıya verdiği mimari ilhamla kendisini hep cezbettiğini ifade eden Sorgucu, mimari açıdan akım tasnifleri konusunda ise kaygılı olduğunu dile getiriyor. “Sen şu akımda yer alıyorsun” gibi değerlendirmeleri yapay bulduğunu kaydeden Sorgucu, “Modern mimarlık tarihini de temkinli incelerim” diyor. Mesleğe başladığı yıllarda mimaride postmodernizmin başladığını söyleyen Sorgucu, edebiyatla anılsa da, postmodernizmin başlangıcının mimari olduğunun altını çiziyor. Söz konusu tartışmaları suni bulduğunu belirten Sorgucu, “Tam postmodernizmin göbeğinde doğduk. Dekonstrüktivizm de sadece mimaride kaldı, edebiyatta yapı söküm üzerinden tartışma ilerlese de, daha çok mimarlıkta bir kavram hâline dönüştüğünü düşünüyorum. Postmodernizm anlatısında, 1800’lerde doğan Mimar Antoni Gaudi’yi de işin içine dâhil etmeleri zorlama ve dekonstrüktivizm bana daha çok hitap etti. Bildiğimiz yapı dili üzerinde bir imgeyi koyuyor olmak bana çok da uyan bir şey değil. Fakat ne olursa olsun, dünyada olduğu gibi çok samimi bir şekilde yapı tasarımındaki sanatın özüne dair, onu anlamlandıracak, o kavramsal yapıyı oluşturacak sözünüz olmalı. O sözün nereye dayanacağı, felsefi altyapısı önemli. Şimdi akım değil, niteliğe bakıyoruz, tüm bunlardan süzülmüş, kendini ifade eden bir dönemdeyiz. Son 10 yıldır İspanyol mimarlığını hayranlıkla izledim ve onlar için bir etiket aramıyorsunuz. Belki bu yeni zaman diliminde teknoloji ve nüfus gibi önemli değişkenleri de düşünerek başka bir mimari biçim gelişecek.” [caption id="attachment_199389" align="alignright" width="294"] Yılmaz Güney Anıt Mezarı[/caption] Mimari akımların Türkiye’ye yansıması… Mimari akımların Türkiye’ye yansıması konusunda Sorgucu, modernliğin az çok sindirildiğini ve önemli eserler verilğini, Cengiz Bektaş’ın Türk Dil Kurumu binasının ve Ulus Çarşısı’nın müthiş yapılar olduğunu söylüyor. Söz konusu yapıların rahatlıkla Avrupa mimarisinin yanına koyulabileceğini belirten Sorgucu, modernizmi sindirmek üzereyken ortaya çıkan postmodernizmin moda olarak geldiğini ve bu tür işleri samimi bulmadığını, bunlar üzerinden bir okuma yapılamayacağını ifade ediyor. “Hepsi ithal edilmiş, devşirilmiş versiyonlardı” diyen Sorgucu konuya dair şunları söylüyor: “Amerika’ya gittiğimde, bana, ‘Çok şanslısınız, Türkiye’de ne çok inşaat yapılıyor’ dediler. Gerçekten de beton sektörünün zirvesinde, İspanyol mimarisi gibi bir gelişim kaydedebilirdik. Ama mimar olduğun için sana gelmiyorlar ki, kaç kuruşa ne yaparsın diye geliyorlar. Kendi adıma şanslıydım, çünkü beni Bolu’ya çağırdıklarında, bütçeleri çok olmasa da ben gece gündüz çalışarak en iyisini yapmaya çalıştım. Soruyorum, üç günde beş kuruşluk işin kıymeti var mı? Seviye inince mimara da kontrolörlük verilmiyor. Bazen mucizeler oluyor işte...Her mimar bunları dert eder, yalnız olmadığımı biliyorum. İspanyol mimarisi için ciltler yazıldı, bizde ise ilişkiler nedeniyle mevcut durum bu olduğu için fırsatı yakalayamadık. Umarım ders olur...” “Biraz daha kendime zaman ayırmak isterdim” “Mimarlıkta Kaybolmak” isimli kitabını pandemi nedeniyle yayınlama imkânı bulamayan Sorgucu, kitapta kendini de eleştiren bir söylemi olduğunu ve dün ile bugünü karşılaştırdığını belirtiyor. “Bir ekibin parçası olmak isterdim” diyen Sorgucu, genç meslektaşlarına da bunu öneriyor. İşinin ticari yanını hiç düşünmediğini söyleyen mimar, “Aslında dünyadaki mimarların en verimli yaşları benim de içinde bulunduğum zaman dilimidir. Ancak ekonomik kaygılar olunca bu mümkün olmuyor. Acaba daha profesyonel davransaydım, farklı bir duruşum ve ilişkilerim olsaydı nasıl olurdu diye merak ediyorum. Fakat pişmanlık da duymuyorum. Sadece kendime biraz daha zaman ayırmak isterdim. Kendime kötülüğüm, son karikatür sergimin 1986 yılında Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde olması... Ticarete bulaştım, kirlenirim diye karikatürü bırakmam hataydı. Hiçbir zaman mimarlıktan başka bir iş yapmadım. Dolayısıyla bu kadar gömülmek doğru muydu bilmiyorum...” diyor. Yayınlanan projelerini ya da kendisini yeterince anlatmamasını “yanlıştı” diye yorumlayan Sorgucu, “Kendinizi anlatmazsanız kimse sizi tanımıyor. Bu eksikliği gidermek üzere “Mimarlıkta Kaybolmak” isimli kitabımı yazdım. Neler yaptığım, tasarım sürecim, her şeyim bu kitapta… Ayrıca eskiz ve yeni karikatürlerimden oluşan bir sergi de açma niyetindeyim. 1986 ve 1987’de bir karikatür kitapçığı çıkardım” diye anlatıyor. “Kendimi terbiye aşamasındayım” Sorgucu, mesleğine ilişkin somut bir hayâli olmadığını ve her şeyi yapabileceğini belirterek, “Yeter ki tasarlama işi için bana çalışmanın hak ettiği süreyi versinler” diyor. En büyük fantazisinin mimarını arayan işverenlerin olduğu dünya olduğunu kaydeden Sorgucu, “Belki vardır ama ben işin o kısmında pek yer alamadım” diyor. Genç meslektaşlarına çok gezmenin ve çok görmenin önemini ifade eden Sorgucu, “Çok gezmek maliyetli ama en azından internet, dergi ve kitap yoluyla söz konusu mekânlardaki binaları görüp, çalışıp, anlamaya çalışmalaırnı tavsiye ediyorum. Ne yazık ki genç arkadaşlarda bir farkındalık sorunu var. Hiç roman, felsefe okumayan biri iyi şiir yazabilr mi? O zaman siz de görmeden nasıl proje çizeceksiniz? Kendilerini geliştirmeli, okumalı, resim ve heykel görmeli, farkındalıklarını inceltmeliler. Görmeyi öğrendikleri anda ne kadar çok kaynağa sahip olduklarını anlayacaklar” diyor. Pandemi nedeniyle son dönem “gevşediğini” ve kendini terbiye aşamasında olduğunu dile getiren Sorgucu, 40 yıl boyunca, hafta sonları dâhil çalıştığını ve günde 14 saatini işe ayırdığını belirtiyor. Ancak yoğun bir iş temposu içine girince üretebildiğini kaydeden Sorgucu, bu durumdan şikâyetçi olmadığını, kendisini en keyifli hissettiği anların bunlar olduğunu belirtiyor. “Sosyal hayatım yok” diyen Sorgucu, kedileri Kömür’ün kendisine çok benzediğini ve bu nedenle iyi ilişki kurduklarını söylüyor. Ofisin merdivenlerinden inerken Mimar Sinan, Umberto Eco, Italio Calvino diye kitaplara göz atarak ilerliyor ve Sorgucu’nun zengin kavrama ve ifade gücünün altında sadece mesleki deneyimlerinin değil, yüzlerce yıllık bir birikimin yattığını düşünüyorum. Belki de okuma edimi biraz da yalnızlığa ihtiyaç duyuyordur ve onlarca kitabın zenginleştirdiği bir yaşamda “sosyal hayat”ın kişiye ne kazandırdığı tartışmaya açıktır…
Editör: TE Bilisim